MEHMET SAİT ÖZCAN / ÖZEL RÖPORTAJ

Dün manşetten ‘CIA babama komplo kurdu!` başlığıyla verdiğimiz Şeyh Ömer Abdurahman`ın oğlu Dr. Abdullah Ömer Abdurahman`la yaptığımız röportaj dizimize devam ediyoruz. Dünkü röportajı okumayanlar için Şeyh Ömer Abdurahman kimdir sorusuna cevaben; âmâ imam olarak tanınıyordu. Ülkesi Mısır`da çocuk yaşta ezberlediği Kur`an`ı ve tahsil ettiği İslami ilmi hayatına aksettiren Ömer Abdurahman, cami cami dolaşıp insanları Allah`a çağırıyordu. Halkı etkilemesi, zamanın hükümetlerinin, Cemal Abdünnasır ve sonrasında Enver Sedat gibi ipi batılı şer odakların elinde olan Mısır firavunlarının hoşuna gitmiyordu. Bu yüzden sürekli takip, gözaltı ve baskılardan dolayı hicret etmek zorunda bırakılan Şeyh Ömer, önce Afganistan sonra Sudan ve buradan da Amerika`ya yerleşmişti. Âmâ imam Şeyh Ömer, “davamı daha iyi anlatırım” düşüncesiyle Amerika`da vaazlar verirken, Amerikan istihbarat örgütü CIA, ona komplo kurmuş ve yargılandığı mahkemede Kızılderililere uygulanan ‘Niyetler Kanunu (yani sen öyle düşünmüşsündür şeklinde bir itham) ile 385 yıl ceza vermişti. Nitekim zindandaki 24. yılında hayata gözlerini yumarak şehadete kavuştu Şeyh Ömer Abdurrahman.

Gazetemize konuşan Dr. Abdullah Ömer Abdurahman, babasıyla görüşmek için Amerikan makamlarına defalarca müracaat etmelerine rağmen görüştürülmediklerini ifade etti. En son 27 yıl önce görebildiği babasıyla sadece annesinin ayda 15 dakika telefonla görüşmesine müsaade ettiklerini belirten Dr. Abdullah, sözde özgürlükler ülkesi olmakla övünen Amerika`nın ne denli zorba bir rejim olduğunu anlattı. Babasının özellikle geçmişte Afganistan`da öne çıkan İslami yapılar arasındaki uzlaştırıcı rolünün Amerika`yı endişelendirdiğini ifade eden Dr. Abdullah, bu yüzden onu tutukladıklarını, kimseyle görüştürmediklerini ve hatta delirtmek istediklerini dile getirdi. İşte Dr. Abdullah`ın babası Şeyh Ömer hakkındaki sorularımıza verdiği cevaplar…

BABAM BU DAVA İÇİN CANINI ORTAYA KOYDU

Babanızın hayatına baktığımızda 10 aylıkken gözlerini kaybediyor. 11 yaşında Kur`an`ı ezberliyor ve hayatı boyunca ilim tahsil ediyor. Edindiği bu ilimle halkı irşad ediyor, camilerde vaazlar, gittiği ülkelerde konferanslar vererek İslam`ı anlatıyor. En son Amerika`da da insanları Allah`a, İslam`a çağırıyordu. Yani böyle bir portre olarak babanıza baktığımızda; Müslümanca yaşam, dik duruş, lider bir kişilik ve Amerikan zindanlarında da kaldığı 24 yıl boyunca ABD yönetiminden af talebinde de bulunmadı. Böyle bir portre ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla babanızı tüm bu yönleriyle değerlendirmeniz gerekirse neler söyleyebilirsiniz?

Babam Şeyh Ömer Abdurrahman, ilkelerin adamıdır. Kesinlikle o kendi davası için hiç bir ödün vermemiştir. Bu uğurda canını, sahip olduğu her şeyi, ailesini ortaya koymuştur. Babam, bütün Müslümanlara seslenerek şöyle derdi; “İslam`ı tereddütlü ve yumuşak bir şekilde almayın aksine kararlı ve azimli bir şekilde alın. İslam mutlak surette azimle alınması gereken, cesaretle taşınması gereken bir dindir.” Çünkü Allah-u Teâlâ (c.c) Kur`an`ı Kerim`de şöyle buyuruyor, ‘Biz senin üzerine ağır bir söz indireceğiz.‘ bu ağır söz, Kur`an`dır ve o da büyük bir çaba gerektiriyor, büyük bir gayret gerektiriyor. İşte Ömer Abdurrahman da bu konuda gerçekten bir örnektir.

Başka ayette de Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘Ey Yahya kitabı güçlü al kuvvetle al.` Yani İslam oyuncak değildir, İslam ciddiyetle anılması gereken bir dindir. O bakımdan bizim İslam`a bütün gücümüzle, bütün azmimizle sahip çıkmamız gerekiyor. Gerçek Müslüman odur ki İslam`ı bir bütün olarak almış ve bu uğurda her şeyi göze almıştır. Asla geri dönmeyi düşünmemelidir Müslüman. Aksine daima istikamet etmeli ve azimle büyük bir iradeyle bu uğurda üzerine düşeni yapmalıdır. İşte Şeyh Ömer Abdurrahman bu konuda gerçek manada bir örneklik sergilemiştir.

‘NE ZİNDAN NE BERAAT; BENİM İÇİN ÖNEMLİ OLAN DAVAMDIR`

O şöyle derdi; “Benim için ne zindan önem taşıyor ne de beraat önem taşıyor. Önemli olan benim davamdır, benim bu konuda istikametli olmamdır, onun için zindan da beni korkutmaz, beraat da beni sevindirmez. Çünkü beni sevindirecek olan benim davama sahip çıkmamdır. Ben affa da sevinmem. Benim için önemli olan şey İslam`ın sözünün yüce olmasıdır. İslam`ın tatbik edilmesidir, uygulanmasıdır.”

‘BABAM ‘SENİN İÇİN AF DİLEYELİM` TEKLİFİMİZİ REDDETMİŞTİ`

Bilmeliyiz ki İslam dini için çalışmak zor ve meşakkatli bir şeydir. Bu yol uzun bir yoldur, her kim ki bu davada taviz vermenin, yumuşak olmanın, rehavete kapılmanın bir yol olduğunu düşünüyorsa burada yanılıyor. Bu nedenle biz Şeyh Ömer Abdurrahman`a “senin için başkanlıktan af dileyelim” gibi bir teklifte bulunduğumuzda o bunu kesinlikle reddetmiştir. Dağların bile kaldıramayacağı kadar büyük bir imtihanla karşı karşıya kalan Şeyh Ömer Abdurrahman kesin bir dille bunu reddetmiş ve “Benim için önemli olan af değil İslam davasıdır, İslam`ın sözüdür” demişti.

“Ben Mısır`dan davamı anlatmak için çıktım, siz bunun için çalışın. Benim için af istemek yerine Ömer Abdurrahman`ın Amerika`da neden zindana atıldığını, neden dağların bile kaldıramayacağı bu kadar büyük bir cezaya mahkûm edildiğini araştırmak vazifeniz olmalı” diyordu. Biz de şeyhin vefatından sonra da bu uğurda çalışmalarımızı yapacağız. Yani bütün insan hakları kuruluşları, avukatlar aracılığı ile biz de Şeyh Ömer Abdurrahman`ın dosyasını tekrar açacağız ve hakikatleri gün yüzüne çıkartacağız.

Amerikalılar Şeyh Ömer Abdurrahman`ı zindana koymakla yetinmediler, bir de onu avukatlardan da mahrum ettiler ki, tamamen tecrit olsun. Şeyh Ömer Abdurrahman 24 yıl boyunca tek hücrede tecrit edildiği gibi asgari avukatlık haklarından da mahrum bırakılmıştır. Maksat acıyı katmerli bir şekilde tattırmış olsunlar. Ve Ömer Abdurrahman bütün konularda direndi, istikamet etti ta ki, Allah`a kavuşuncaya kadar. İnşallah biz onu şehit olarak görüyoruz, öyle olacağını temenni ediyoruz.

BABAMI EN SON 27 YIL ÖNCE GÖRDÜM

Babanızla en son ne zaman görüşebildiniz?

Ben Babamı en son 1990 yılı Ramazan ayında gördüm orada ona sarıldım ve aradan 27 yıl geçtiği halde bir daha babamı hiç göremedim. Şeyhin 13 çocuğundan 5`i babasının sesini dahi hatırlamıyor. Babalarını hatırlamadıkları gibi sesini bile duyduklarını hatırlamıyorlar. Mesela Şeyh Ömer Abdurrahman, 1990 yılında Mısır`dan çıktığında benim 1 yaşında olan kız kardeşim şu an 27 yaşında ve maalesef babam hakkında bir şey bilmiyor. İşte vefat edip cenazesi Mısır`a getirilince yüzünü, ölmüş haldeki yüzünü, cesedini görebildi. Ve bu şekilde birçok kardeşim Şeyh Ömer Abdurrahman`ı basında yer alan haberlerden duyabilmiştir. Babam hakkında hiçbir bilgileri yoktur. Babam zindanlarda bulunduğu 24 yıllık süre içerisinde hiç kimsenin onunla görüşmesine izin verilmemiştir.

‘SADECE ANNEM AYDA 15 DAKİKA TELEFONLA KONUŞABİLİYORDU`

Sadece ayda 1 kere annemin 15 dakikalık görüşmesine izin verilmiştir. Başta 6 yıl öncesine kadar annem sadece ayda bir defa telefon aracılığı ile 15 dakikalık görüşme yapabiliyordu. Daha sonra son 6 yılda bu 2 haftada bir saate çıkarılmıştır. 15 günde bir görüşmede de sadece annem onunla konuşabiliyordu, onun sesini duyabiliyordu. Bunun dışında aileden hiç kimsenin babamla bir teması olmamıştır, ne görüşme, ne telefon.

‘BABAMIN AFGANİSTAN`DA YAPTIĞI GİBİ UZLAŞTIRICI ROLÜ ONLARI KORKUTUYORDU`

Babanızla görüşmeye siz mi gidemediniz Amerika`ya yoksa Amerikan yönetimi mi izin vermedi görüşmenize?

Şeyh Ömer Abdurrahman`ın yanına biz gidemediğimizden değil onlar izin vermediler. Çünkü onların amacı Şeyh Ömer Abdurrahman`ın onurunu kırmaktı ve onun şahsında bütün İslam âlemine bir mesaj vermekti. Çünkü Şeyh Ömer Abdurrahman sahip olduğu kapsayıcı İslam anlayışı ile onlar için bir tehditti ve bu nedenle onlar bu şekilde bize davrandılar. Onlar Ömer Abdurrahman`ın nasıl birleştirici bir kişi olduğunu biliyorlardı. Afganistan`daki rolünü, İslami gruplar arasında nasıl uzlaştırıcı bir rol oynadığını biliyorlardı. Bu nedenle onlar babama karşı özel ve sistematik bir ceza uyguladılar. Buradaki amaçları aslında onu tedricen öldürmekti veya onu akli melekelerinden mahrum bırakmaktı. Çünkü onların kendi yaptıkları bilimsel araştırmalara göre 7 ile 10 yıl arasında tek başına tecritte kalan bir kimse aklını yitirir. Daha fazla dayanması mümkün değildir; ama bunların yaptıkları bütün araştırmalar boşa gitmiştir. Hatta kendileri buna şaşırmışlardır. Ömer Abdurrahman bizim bilimsel teorilerimizi tamamen çürütmüştür diye ve bundan rahatsızlıklarını dile getirmişlerdir.

‘AMAÇLARI BABAMI DELİRTMEKTİ`

Aradan geçen 24 yıla rağmen Ömer Abdurrahman`ın bütün zihni melekeleriyle ayakta durduğunu gördüler ve buna hayret ettiler, buna bir anlam veremediler. Yani Amerikalılar biyolojik olarak bedeni olarak çökmesi için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Onunla görüşebilmemiz bir tarafa, telefonla görüşmemize bile izin vermediler. Çocukları olduğumuz halde sadece anneme bu izin verildi ve hiçbirimiz babamızın sesini duyamadık. Tabii ki burada sistemli bir şey vardı. Amaç babamın akli melekelerini yitirip bir nevi insanların önünde ‘`madara`` olmasıydı. Ama bunun hiçbiri gerçekleşmedi, babam son anına kadar dimdik ayakta kaldı.

Röportajın, ‘Secde etmesin diye hücresine su dolduruyorlardı` başlığı altındaki 3. Bölümü yarın inşallah…