İSTANBUL - Kariyeri petrol işleriyle geçen Rex Tillerson, 1 Şubat'ta ABD'nin 69. Dışişleri Bakanı olarak yemin etti. Başkan Trump'ın dışişleri bakanı arayışı uzun sürdüğü kadar çekişmeli de oldu; Tillerson, Trump kendisine bu pozisyon için işaret etmeden yaklaşık iki hafta önce ciddi bir aday olarak ortaya çıkmıştı.

Tillerson'ın adaylığıyla ilgili Senato'daki oturumlara da aynı şekilde asabiyet hakimdi, fakat neredeyse tamamıyla parti hatlarını takip eden oylar sayesinde Tillerson en sonunda onay aldı. Senato'daki son oylamada Tillerson, ABD tarihindeki diğer herhangi bir dışişleri bakanı adayından çok daha büyük bir muhalefetle karşılaştı.

Tillerson yeni işini kabul ettiği sıralarda Dışişleri Bakanlığı'nın Trump yönetimi altında ABD'nin dış politikasını belirlemedeki rolünün ne olduğuna dair çok sayıda soru işareti ortaya çıkmış bulunuyordu. Bizatihi Başkan Trump'ın, dış politika belirlemek şöyle dursun, önceden herhangi bir siyasi tecrübesi bulunmamasına rağmen, ortada konuşulan konu her neyse onun hakkında hiç düşünmeden konuşma eğilimi var. Sonra hem Trump'ın hem de Tillerson'ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'le dostlukları söz konusu.

Dış politikayı Beyaz Saray ve Pentagon belirliyor
Trump'ın etrafında, birçok gözlemcinin Trump yönetiminin gerçek dış politika belirleyicileri olarak gördüğü Stephen K. Bannon ve Trump'ın damadı Jared Kushner var. Halbuki bu tablo, daha Trump görevine resmen başlamadan ortaya çıkmıştı; o yüzden Dışişleri Bakanlığının önümüzdeki dört sene boyunca kendisini neyle meşgul edeceğine dair medyadaki tartışmalar erkenden başladı. Ve şimdi, bir küsur ay sonra, bu sorunun cevabı ortaya çıktı: Dışişleri Bakanlığı belirsiz bir süre boyunca siyasetin arka planında kalacak.

Son bir ay içinde Tillerson bir G20 toplantısı için Almanya, Bonn'a ve Meksika hükümetiyle müzakerelerde bulunmak için Mexico City'ye gitti, fakat bir dışişleri bakanına göre son derece düşük bir profil ortaya koydu. Basında çıkan haberler, Tillerson'la Bonn'da yapılan müzakerelere katılan birçok yabancı diplomatın Bonn'dan olumlu bir intiba, hatta bir 'rahatlama hissiyle' ayrıldığına işaret etse de Tillerson basına pek bir şey söylemedi. Halkın öğrenebildiklerinin çoğu, Dışişleri Bakanlığının twitter hesabı ve internet sayfasından gelen bilgilerdi. Tillerson`ın bir sonraki durağı, mart ortalarında ziyaret edeceği Doğu Asya.

Tillerson'ın Trump nezdindeki nüfuzu
ABD'de çıkan bazı haberlerde ifade edildiğine göre, bir önceki yönetimden şimdikine geçiş sürecinin hâlâ devam ediyor oluşu, Dışişleri Bakanlığının mevcut iktidarsızlığını kısmen açıklıyor. En önemli pozisyonlar hâlâ boş. Tillerson takımını ikmale çalışıyor. Tillerson'ın Dışişleri Bakanı yardımcılığı görevi için tercihi olan ve dış politikada büyük tecrübesi bulunan Elliot Abrams'ın Başkan Trump tarafından reddedilmesi, Tillerson'ı sıkıntıya düşüren bir aksilik oldu. İsmini vermek istemeyen bir Cumhuriyetçi senatörün Politico'ya verdiği demeçte söylediği gibi, "Artık herkes onun [Tillerson] Trump'ın nezdinde hiçbir nüfuzu kalmadığını biliyor... [Bakanlığa] kendi adamlarını bile aldıramıyor." [1]

Neyse ki Dışişleri Bakanlığının günlük basın brifingleri geçtiğimiz hafta içinde yeniden başladı ve bu gelişmeyi gazeteciler kadar yabancı hükümetler de memnuniyetle karşıladı. Bu durum, Dışişleri Bakanlığının faaliyetlerine dair ulaşılabilen bilgilerde çok ciddi miktarda bir artışa sebep oldu. Ve çarşamba günü gerçekleşen basın brifinginde Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, Trump yönetiminin PYD/YPG`yi PKK`yla bağlantı olarak görmediği bilgisini teyit etti. Toner, "PKK ve YPG arasında bağlantı olduğu yönündeki görüşe saygıyla karşı çıkıyoruz. Şu konuda açık olmalıyız; PKK bizim için hala bir terör örgütüdür" dedi. Bu tutum, Obama yönetiminin duruşunu sürdürmek anlamına geliyor.

Türkiye ile diplomatik temaslar
Şu an itibarıyla görünen o ki, Dışişleri Bakanlığı, ABD'nin Türkiye'ye yönelik siyasetini geliştirme ve uygulamada önemli bir rol oynamayacak. Bu durum gelecekte değişebilir, fakat şimdilik Türkiye'yle ilgili meselelerde siyaseti belirleyen Beyaz Saray ve Pentagon. Türk-Amerikan ilişkileri konusunda Trump devrinin şimdiye kadarki en çarpıcı gelişmesi, Dışişleri Bakanı Tillerson'ın Türk Dışişleri Bakanlığı temsilcileriyle yaptığı görüşmelere dair basına çok az şey söylemiş olması.

Tillerson, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Almanya'dayken bir araya geldi, fakat bu görüşme hakkında mahdut yorumlar yaptı. Çavuşoğlu da Tillerson'la görüşmelerine dair twitterdan İngilizce ve Türkçe kısa mesajlar paylaştı. Toplantıyla ilgili basında da bir takım haberler çıkmakla birlikte çok az ayrıntı içeriyorlardı ve çoğunluk itibariyle Tillerson ve Çavuşoğlu'nun beyanlarının kısaltılmış birer tekrarından ibarettiler. Başka ABD'li yetkililer Türkiye'ye gitti veya Türk yetkililerle telefon görüşmeleri yaptılar fakat bu müzakerelerle ilgili de basına verilen bilgi çok az oldu.

Pentagon'un YPG'ye desteği
Tillerson ile Çavuşoğlu buluştuğunda Suriye'nin kuzeyinde gelişmekte olan son derece hassas duruma rağmen bu kadar az bilgi paylaşıldı. Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), DEAŞ'ı El-Bab'dan çıkarma operasyonunun çoktan son aşamalarına gelmişti, ki bu da dikkatini yakında Münbiç ve/veya Rakka'ya çevirmeye hazır olacağı anlamına geliyordu.

Fakat Trump yönetimi, Obama yönetiminin PKK'nın Suriye kolu olan PYD/YPG'yi eğitme ve silahlandırma siyasetinin devamına karar vermiş bulunuyor. PYD/YPG, şu anda Münbiç'i kontrolü altında tutan ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri'nin içindeki hakim unsur durumunda. O kadar ki şu anda Rus askerleri dahi SDG armaları takıyor. Ve Dışişleri Bakanlığı, bakanlıkta bağlantısı olmayan gözlemcilerin anlayabildiği kadarıyla, bu meselede tamamen kenara itilmiş durumda. Şu sıralar ABD'nin eğitip silahlandırdığı PYD/YPG militanlarının resimlerini yayınlayan ABD Merkez Komutanlığı'nın (CENTCOM) twitter hesabı, ABD'nin Türkiye'ye yönelik Suriye politikası konusunda Dışişleri Bakanlığı'ndan daha bilgilendirici bir kaynak.

ABD-Türkiye ilişkilerinin geleceği
Trump yönetiminin Türkiye politikasıyla ilgili süregiden belirsizlik yüzünden, Trump'ın Kongre'deki ortak oturumda yaptığı ilk konuşmadaki bazı yorumları, iki ülkenin nerelerde ortak zemin bulabileceğiyle ilgili ümit verici imalar içeriyordu.

Mesela, Başkan Trump ABD'nin NATO'ya desteğini güçlü bir şekilde yeniden ifade etti ve şunu ekledi: "Bu insani felaketlerin, birçok durumda, uzun vadedeki tek çözümü, evlerinden olmuş insanların güvenli bir şekilde evlerine dönebileceği ve o upuzun yeniden inşa sürecine başlayabileceği şartları oluşturmaktır." Başkan Trump'ın sözleri akla hemen Suriye'yi getiriyor. Türkiye'nin yürüttüğü Fırat Kalkanı Harekatı DEAŞ'ı bazı önemli yerleşim merkezlerinden çıkardı ve böylece yerel halkın evlerine dönerek Türkiye'nin sağladığı yardımlar ve güvenlikle hayatlarını yeniden inşa etmeye başlamasını sağladı. Umulur ki Trump o sözleri sarfederken aklına gelen örneklerin arasında Türkiye'nin Suriye'deki eylemleri vardı.

Şayet durum buysa, Münbiç yakınlarında gelişmekte olan durum daha bir hayatiyet kazanıyor demektir. Trump barışın inşasına gerçekten önem veriyorsa, Türkiye'nin Kuzey Suriye'deki hayati ve olumlu etkisini tanıyacak mı? Trump, Ankara'yla daha fazla gereksiz tansiyona yol açmadan PYD/YPG'nin Fırat'ın doğu kıyısındaki varlığından vazgeçmeye ikna edilebilir mi? Bu soruların cevapları yakın bir gelecekte ortaya çıksa gerek.

Dr. Adam McConnel/Mütercim: Ömer Çolakoğlu/AA

[1] http://www.politico.com/story/2017/02/elliott-abrams-no-deputy-secretary-of-state-234908