İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkış kararı, Almanya'nın baskın gücü, yaşanan ekonomik sorunlar, işgal edilen ülkelerdeki siyasi çıkmaz ve son olarak ABD Başkanı Donald Trump'ın AB ve NATO'ya ilişkin çıkışlarının ardından Avrupa'nın geleceği hakkında başlayan tartışmalar devam ediyor.
Avrupa Birliği'nin kısa geçmişi ve kuruluş nedenleri incelendiğinde, Avrupa'nın geleceği hakkında daha sağlıklı bir değerlendirme yapılacaktır.
Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni dünya düzeninde, Osmanlı dünya siyasetinden tamamen silinmiş, yerine küçük küçük koloni diye nitelendirilebilecek onlarca devletçik meydana gelmişti. Diğer bir dünya devi olan Çarlık Rusya'sı da yıkılmış, yerine komünist Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) kurulmuştu.
Dünya siyasi olarak yeniden şekilleniyordu. Bu yeni dünya düzeni kurulurken, dünyayı paylaşarak kurucu güçlerin kendi aralarında kansız bir biçimde dünyayı yönetmek için yeni bir devletler üstü kuruluşa ihtiyaçları vardı. Ve bu düzeni devletler üstü kurum aracılığı ile savaşsız yönetmeyi hedefliyorlardı. Bu devletler üstü kurumun adı "Milletler Cemiyeti" (League of Nations) idi.
10 Ocak 1920'de Milletler Cemiyeti'nin kurulması ile eski dünya düzeni sona ermiş, büyük devletlerin kozunu paylaşacağı, küçük devletleri kontrol edilebileceği bir zemin-yapı oluşmaya başlamıştı. Bu yapının merkezi İsviçre olacaktı. Ve bu yapı Avrupa'ya yüzyıllar sonra birlik ve huzur getirecekti!
İşler ters gidip Hitler iktidara gelince, siyasi arena iflas etmiş, milletler ligi kepenk indirmek zorunda kalmış, Avrupa tekrar kanlı günlerine geri dönmüş, büyük bir yıkım yaşanmıştı.
İkinci Dünya Savaşı Avrupa merkezli, Avrupa'nın ve dünyanın yeniden yapılanma hayallerini ertelemek zorunda bırakmıştı. İkinci Dünya Savaşı sonuçları itibari ile Birinci Dünya Savaşı dünya patronlarına iki yeni ortak-rakip daha ortaya çıkmasına sebep olmuştur. ABD ve SSCB buna ek olarak Çin'deki Komünist Mao devrimi, Çin'in dünya siyasi sahnesinde bölgesel bir güç olarak yerini almasının önünü açtı.
Milletler Cemiyeti, Birleşmiş Milletler adı altında yeni yapılanmaya gitti. Bu defa, olası savaşlardan etkilenmemek için yeni yapılanma, Avrupa yerine ABD merkezli oldu.
İkinci Dünya Savaşı Avrupa'ya çok pahalıya mal oldu. Avrupa, yaşanan iç savaşlar nedeniyle otoritesini ABD'ye kaptırdı. Avrupa'nın doğusundaki kontrolü ise komünist SSCB eline aldı.
Avrupa'nın yeniden dünya siyaset sahnesinde yer alabilmesi için iç savaşlara son verilmesi, yıkılan Avrupa'nın tekrar ekonomik olarak ayağa kaldırılması gerekiyordu. Bundan dolayı yeni bir yapılanma, yeni bir birlik kurmak için harekete geçildi.
Belçika, Lüksemburg, Fransa, Almanya, İtalya ve Hollanda 1950 yılında ekonomik ve siyasi birlikteliği sağlamak için çelik ve kömür alanında işbirliğine gitmek suretiyle Avrupa Birliği'nin temellerini attılar. O dönemlerde kömür ve çelik, sanayinin en önemli iki temel hammaddesiydi.
Ekonomik işbirliği alanları genişledikçe siyasi birliktelik de genişleyerek, Avrupa Birliği aşamalı olarak genişleyerek büyüdü. İlk zamanlar mevcut üye ülkeler ile yeni üye ülkeler arasında, ekonomik olarak çok büyük uçurumlar yoktu. Berlin duvarının yıkılması Avrupa Birliği için yeni bir başlangıç oldu. AB'nin, eski komünist blok ülkelerini bünyesine katması, kendi sonunu hazırlamaya yönelik ilk adım olarak değerlendirildi.
Kalkınmamış, işsiz oranı yüksek, Batı'ya oranla düşük maaş alan, yaklaşık 100 milyonluk bir Doğu Avrupa'dan, Batı Avrupa'ya büyük bir göç başladı. Doğu Avrupa'da, Batı Avrupa'ya yaklaşık 10 milyon insanın iş bulma umudu ile göç etmesi, Avrupa'da ciddi bir sosyal ve ekonomik kriz doğurdu. Bu kriz ırkçı/milliyetçi kesimlerin güçlenmesine yol açtı.
Son süreçte İngilizlerin "Brexıt" referandumunda ayrılık kararı vermesinde bu sınırsız göç dalgasının büyük bir etkisi oldu. Milyonlarca Doğu Avrupalının İngiltere'nin şehir ve kasabalarını doldurmaya başlaması, İngiltere'de yerleşik (Hindistan ve Afrika kökenliler gibi) halklar üzerinde ciddi bir rahatsızlık oluşturdu. Bu rahatsızlık İngiliz derin devletinin Avrupa'dan sessizce ayrılması için gerekli zemini hazırladı.
İngiliz devletinin hesabı ile sıradan insanların hesabı muhakkak ki aynı değil. İngiltere halkı kesintisiz bir şekilde "Doğu'dan gelen göçe ve bu göçün okullarda, hastanelerde ve istihdamda meydana getirdiği sorunlara" karşı ayrılığa, evet dedi. Ama İngiliz devletinin hesabı daha başka ve kapsamlıydı. Avrupa ile İngiltere arasındaki kavga farklıydı. AB içi göç, masada gündem maddesi bile değildi.
Avrupa'da 3 büyük patron vardı. Almanya, İngiltere ve Fransa; bu üç büyük güç AB'yi şekillendirmek ve kontrol etmek için kendi aralarında yumuşak savaş (soft war) veya soğuk savaş (cold war) yaşıyordu. AB üzerinde hâkimiyeti mutlaklaştırmanın kilit rolü olan bir konu etrafında kavga İngiltere'yi ayrılmaya zorladı. Bu gizli/saklı iç çekişmenin sonucu olarak Almanya ve Fransa, Avrupa Merkez Bankasının hâkimiyet alanının İngiltere'yi de kapsaması için ısrarcı davranmaları, İngiltere için AB ile yol ayrımına gidilmesindeki en büyük faktör oldu.
İngiltere dünya finansının en büyük merkezlerinden biri durumunda. Katolikler için Vatikan ne ise Londra'daki City Bölgesinin de finans için aynı önemde olduğu değerlendirilir. City'nin daha iyi anlaşılması için örnek vermek gerekirse; Britanya'daki finans kurumlarını yöneten ve denetleyen FSA (Financial Services Authority), kurum olarak mahkemeye verilemez. Yargılanmadan muaftır.
İngiltere, dünya finans piyasalarını da kontrol ettiği bu mekanizmayı Avrupa Birliği'nin denetim ve kontrolüne açmayı reddedince, Fransa ve Almanya ile ciddi siyasi kriz yaşadı. İngiltere, vize ve benzeri konularda ayrıcalıklı davranıp bunu kabul edilebilir ya da göz yumabilirdi. Ancak finans gibi en temel bir meselede AB içinde ikinci bir merkez bankası uzun vadede kabul edilecek bir mesele değildi ve edilmedi de…
İngilizler yola eski kolonileri ve Amerika ile devam etme kararı almış gibi görünürken, Büyük Britanya Krallığının Avrupa Birliği içinde giderek erimesine izin verilmedi. Stratfor'un hazırladığı bir rapora göre, "Avrupa Birliği bir kriz içerisine girdi ve bu kriz yoğunlaşarak devam ediyor. Bu kriz sonucunda AB bir daha birlik zamanlarına geri dönemeyecek ve bir şekilde birliği muhafaza etse bile kısıtlı ve bölünmüş bir alanda çalışmaya devam edecek. Almanya önümüzdeki 10 yıl boyunca büyük ekonomik geri dönüşler yaşayacak. Bunun bir sonucu olarak da Polonya bölgesel bir güç olarak ortaya çıkacak."
Rapora göre, Avrupa temel sorunlarını çözemeyecek. Bu sorunun kaynağının ise Euro Bölgesi değil, Avrupa ülkelerinde uygulanan Serbest Ticaret Bölgesi uygulaması olarak ifade ediliyor. Almanya AB ihracatının merkezinde bulunuyor. Birliğin yaptığı toplam ihracatın yüzde 50'sinden fazlasını Almanya yapıyor.
Dünyanın dördüncü büyük ekonomisi olan Almanya'nın, faaliyet gösterdiği alan olan AB'nin refah ve rekabet ortamının esiri olduğu kaydediliyor. Almanya'yı bu alanda birden çok tehlikenin beklediği belirtiliyor. Bunların başında Avrupa ülkelerinde artmakta olan ulusalcılığın geldiği ifade ediliyor. Artan ulusalcılıkla birlikte ülkelerin ekonomi konusunda daha korumacı ve içe kapalı olmayı tercih edebileceğine dikkat çekiliyor.
Yakın zamanda, Almanya'da Başbakan Angela Merkel'in Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) Partisinin iktidar ortağı olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD)'nin lideri Sigmar Gabriel, Der Spiegel dergisine, Avrupa Birliği'nin geleceği ile ilgili çarpıcı yorumlarda bulunmuştu.
Gabriel, Fransa ve İtalya gibi ülkelerin mali açıklarını azaltmaya yönelik çabalarının Avrupa'yı siyasi risklerle karşı karşıya getirdiğini dile getirmişti. Sonunda en kötü senaryo Avrupa'da masaya geldi. Daha önce hiç kimsenin ağzına bile almak istemediği bazı ülkelerin eurodan atılması düşüncesi ilk kez resmi düzeyde konuşulmaya başlandı.
Bazı ülkelerin dışarıda bırakıldığı küçük ve derin bir euro alanı Fransa ve Almanya tarafından gündeme getirildi. Başta İngiltere olmak üzere birçok ülke bu fikre şiddetle karşı çıktı. Yunanistan krize girdiğinde, kurtarma paketine IMF ve euro alanına dâhil olmayan İngiltere'nin katılmasına karşı çıkıyordu.
Yakın gelecekte Fransa ve Almanya, daralan sarsılmaz bir para politikasına gitmenin hazırlıklarını yapıyor. Bu da daha zayıf ülkelerin Avrupa Birliği'nin siyasi ve ekonomik kararlarının alınmasında etkilerinin ne kadar zayıf olduğunu gözler önüne seriyor.
Sentix'in 2016'nın Ekim ayı Euro Bölgesi Dağılma Endeksi (EBI) anketinin sonuçlarına göre, eylül ayındaki yüzde 16,3 seviyesinden ekim ayında yüzde 17,5'e yükseldi. Ankete katılan yatırımcıların yüzde 17,5'inin Euro Bölgesi'nin 12 ay içerisinde dağılmasının mümkün olabileceğini düşündüğü belirtildi.
Anketle ilgili yapılan açıklamada, euro krizinin yatırımcıların kafasını ciddi bir şekilde kurcaladığı, artık Yunanistan'dan ziyade İtalya'nın yıl içerisinde Euro Bölgesi'nden ayrılma olasılığı en yüksek ülke konumunda olduğu bildirildi.
Fransa`daki aşırı sağcı Ulusal Cephe`nin lideri Marine Le Pen, yakın zamanda "Avrupa Birliği (AB) öldü ancak bunu kendisi henüz bilmiyor. Tüm dallarda başarısızlığa uğradı. Ekonomik olarak büyüme çok yavaş. Sosyal olarak işsizlik ve yoksulluk çok yüksek. Güvenlik konusunda AB kendini bile korumaktan acizdir." demişti.
Fransa`nın AB üyeliğinin geleceği konusuna da değinen Le Pen, şunları söylemişti: "Sınırlar, para, ekonomi ve yargıdan oluşan konulardaki egemenliklerimizi Avrupa Birliği'nden geri isteyeceğiz. Eğer AB hayır derse ben o zaman Fransızlara AB`den çıkmak zorunda olduğumuzu anlatacağım."
Avrupa Birliği; işgallerde, sömürü düzeni kurmada bir araya gelmeyi başarabilen, ancak ganimet paylaşımında birbirlerine düştükleri görülen, bu anlamda pratikleri olan bir oluşum.
Bencillik, çıkarcılık ve ırkçılık üzerine bina olmuş Avrupa'da, özellikle son süreçte iç çekişmelerin de ayyuka çıkmasıyla tartışmalar artarken, AB'nin gelecekte dağılma sürecine girebileceğinin güçlü bir ihtimal olduğu değerlendirmeleri yapılıyor.
Son yıllarda ırkçılığın, yabancı karşıtlığının, İslam düşmanlığının bilinçli, programlı bir şekilde artırıldığı Avrupa'da, dünden bugüne insana dair tüm değerler hedef alındı. Hümanist öğretiler ile dünyaya açılan Avrupa, yöneldiği her coğrafyada kan ve gözyaşına neden oldu. İşgal ettikleri coğrafyalarda akıttıkları kan ve sömürdükleri yeraltı-yerüstü zenginliklerin üzerine kendi refahlarını bina ettiler. Sanayide, bilimde, teknolojide ilerlediler; büyük bir ekonomik güç haline geldiler.
İşgal edilen, sömürülen toprakların insanları ise açlık ve yoksullukla mücadele etmeye mecbur bırakıldıklarından, ne ilmi ne bilimsel anlamda gelişemediler, geri kaldılar. Bununla beraber iç çekişmeler için hazırlanan zemin üzerinde bu topluları birbirine kırdırdılar. Hem barış dediler hem de savaşın sürmesi için silah verdiler. Hem canların heder olmasını izlediler hem de elde-avuçta olanlar karşılığında silah satarak zenginliklerine zenginlik kattılar.
Bitmek tükenmek bilmez bir oburlukla dünyayı sömüren Avrupa'da, son dönemde sert bir şekilde yaşanan rekabet, "çöküşü", sömürü düzeninin yok olma sürecini hızlandırabileceği ön görülerini artırıyor. (Tayip Demir - İLKHA)