DİYARBAKIR - Dindar bir neslin önündeki en büyük engelin laiklik olduğuna dikkat çeken Mustazaf Der Genel Başkanı Av Hüseyin Yılmaz, Başbakan Erdoğan`ın ise laikliği memleketin gelişmesinde, barışın tesisinde olmazsa olmaz olarak sunmaya çalıştığını söyledi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç`ın "Kürtçe dili medeniyet dili değildir` sözüne sert tepki gösteren Yılmaz, bunun dışlayıcı, hakaret edici bir söylem olarak gördüklerini söyledi.
 
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık`ın Hizbullah manifestosu hakkında açıklamalarının olumlu ve olumsuz taraflarının olduğunu söyleyen Yılmaz, "Eğer ilk saldırıyı yapanlar devlet tarafından kullanılmış ise o zaman kullanılan PKK`dir" dedi. Batman`da BDP, Diyarbakır`da ise AKP binalarına yönelik saldırıları tasvip etmediklerini açıklayan Yılmaz, halkı bir birine düşman edecek her türlü saldırılara karşı olduklarını açıkladı.

Baas diktatörlüğünün bitmesi gerektiğini düşündüklerini ifade eden Yılmaz, hükümetin Suriye konusundaki tutumunu samimi bulmadıklarını söyledi. İşte yaptığımız röportajın tamamı…
 
Mevcut Sistemle Dindar Nesil Yetiştirilemez
"Dindar Gençlik" tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dindar bir neslin yetiştirilmesi ya da gençliğin dindarlaşması olumlu bir gelişmedir. Bir devlet yetkilisinin bu konuda inanca düşman olmayan, dini değerlerlerini bilen bir nesil yetiştirme konusunda açıklamalarda bulunması olumlu bir gelişmedir. Ancak bu açıklamayla olmuyor. Acaba dindar bir nesil mi yetiştirilecek yoksa muhafazakâr, milliyetçi, sisteme bağlı bir nesil mi yetiştirilecek? Yani Haram ile Helal`a dikkat eden, iyi vatandaş olan hırsızlık yapmayan, sistemin şu anki kurullarına uyan bir nesil mi yetiştirilecek? Bizim endişemiz bu… Halkının, dinine, diline savaş açmış bir sistem var ve bu sistemle dindar nesil yetiştirilemez. Şuan ki müfredat da buna engel. Gaziantep`te sadece başörtülü oldukları için kız öğrenciler okula alınmıyor. Başörtüsü, dinin gerekliliği değil midir? Başörtüsü, dindar bir neslin yetiştirilmesi noktasında bir gereklilik değil midir? Ayrıca Dindar bir neslin önündeki en büyük engel laikliktir.
 
Laikliğin Arakasına Sığınarak Her Türlü Zulüm Reva Görüldü
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, laiklik ilkesinin Anayasa`ya girişinin 75. yıl dönümü nedeniyle yazılı bir açıklama yaptı. Bu açıklamayı nasıl görüyorsunuz?
Başbakan Erdoğan, laikliği memleketin gelişmesinde, barışın tesisinde olmazsa olmaz olarak sunuyor bize… Laiklik maddesinin var oluşu başlı başına bir ayrımcılıktır. Birçok ülkenin Anayasa`sında laiklik yok, ama halkına adilane bir şekilde davranıyor. Bizim Anayasa`mızda var, ama adilane bir uygulama yok. Halkın çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlara laiklik ilkesiyle her türlü zulüm reva görüldü. Analarından emdikleri sütü burunlarından getirdiler. Son dönemlerde sistemi değiştirme vaadiyle iktidara gelen bu insanlar, koltuklarını idare etmiyorlar, koltuk onları idare ediyor. Yani sistemle entegre olmuşlar.
 
Dindar Nesil Kavramı İçinde Mustazaflar Yok mudur?
Evet, bir yandan "Dinar Gençlikten" bahsedilirken, diğer taraftan dindarlara yönelik baskılar söz konusu… Örneğin Gaziantep`te, İzmir`de, Bursa`da gibi illerde başörtülü çocuklar okula alınmıyor, veliler hakkında soruşturma açılıyor. Bu bir çelişki değil mi?
Hükümetin açıklamaları ve uygulamaları çelişiyor. Başörtülü çocukları okula almayanlar ise hükümete yakın olan insanlardır. Bu çocuklara zulüm reva görenler bunlar… Şuan Bursa`da velilere dava açıldığı için her gün imza atmak zorunda kalmışlar. Gaziantep`te başörtülü çocuklarını okula almadıkları için okul yönetimini şikâyete giden anne ve babalar gözaltına alınıyor. İlköğretim zorunlu olduğu için çocukları okula almayanlar suç işliyorlar. Çocuğun eğitimini engelleyen okul yönetimleridir, ama şikâyete giden veliler sanık olarak çıkıyor. Okul müdürleri de terfi ediyorlar. Başbakan bunları görmüyor mu? Yoksa dindar nesil kavramı içinde bu Mustazaflar yok mudur? Gerçekten dindar olan ve ergenlik çağına geldiği için örtünmesi gerektiği bilincinde olan bu insanlar bunun dışında tutuluyor?
 
Kürtçe İkinci Resmi Dil Olmalı
 
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, daha önce "Kürtlerin tüm haklarını vereceğiz" şeklinde açıklamaları olmuştu. Şimdi ise "Kürtçe dili medeniyet dili değildir" şeklinde açıklamalar yaptı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son dönemlerde hükümet ciddi yanlışlar yaptı. Bülent Arınç, en son Diyarbakır`a gelişinde `Kürtlerin bütün haklarını vereceğiz` dedi. Batıya gidence ise Ankaralılaştı. `Kürtçe dili medeniyet dili değildir` sözü dindar Bülent Arınç`ın sözü değildir. Bu milliyetçi, muhafazakârların söylemidir. Kürtlerin tüm hakkını vereceğiz demenin içinde Kürtçe dili de vardır. `Kürtçe dili medeniyet dili değildir` sözü dışlayıcı, hakaret edici bir söylemdir. Biz şahsen bunu ondan duymakla üzüldük. Şimdi hangi Bülent Arınç`a inanacağız? Türkçe nasıl bu ülkenin resmi dile ise Kürtçe de ikinci resmi dil olmalı… Yüz yıllardır Kürtçe dili asimilasyona, saldırılara maruz kaldı, ama buna rağmen varlığını korudu. Kürtçe ilk önce okullarda seçmeli ders olmalı, ardından yılların asimilasyonunu, baskıyı hafifletmek adına pozitif bir ayrımcılık yapılarak ek ödeneklerle desteklenmeli ve ikinci dil statüsü kazandırılmalıdır.
 
Karalayıcı Üsluptan Vaaz Geçilsin
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık`ın Hizbullah manifestosu hakkında açıklamalarını olumlu bulunuyor musunuz?
Manifestosunun üzerinden bir ay sonra üst düzeyden birinden böyle bir açıklama gelmesi toplumsal barış için önemli bir açıklama… Ancak olumsuz tarafları da var. Kemal Burkay`ın onlar için yaptığı ithamlarda kullandığı dili, bu sefer Hizbullah için kullanıyorlar. İlk saldırıların PKK tarafından gerçekleştirildiği kamuoyunun malumudur. Şırnak`ta Hasan isimli şahsın evine yapılan roketli saldırı, el bombası atılması ve yaralanması olayı var. Karaaslan ailesine yapılan saldırı, Hacı Sabri`ye yapılan saldırı... Bu saldırılan tarihleri açıktır. Hizbullah`ın misilleme eylemleri bu saldırılardan bir yıl sonra yapıyor. Eğer ilk saldırıyı yapanlar devlet tarafından kullanılmış ise o zaman kullanılan PKK`dir. Bilgi belgeden bahsediliyorsa PKK`nın Ergenekoncularla fotoğrafları var ve bu insanlar şuan yargılanıyorlar. PKK, dindarları suçlayıcı konumunu devam ettirmek istiyor. Bu da yanlıştır. Eğer toplumsal bir barış isteniyorsa herkesin itham edici, karalayıcı bir dilden, üsluptan vaaz geçmesi gerekiyor. Çatışmayı başlatan tarafın ortaya çıkması ve suçlunun kim olduğunun ortaya çıkması için Hizbullah daha önce açıklama yapmıştı. Açıklamada, işte çok sevdikleri araştırma komisyonu kuralım ve bu araştırma komisyonu bölgenin insaf ehli kişilerinden oluşsun demişti. Buna rağmen halen bu dili kullanması halkın da tasvip etmeyeceği bir dildir.
 
Hizbullah`ın Faali Meçhulü Kalmamış
İbrahim Güçlü`nün faali meçhul ile ilgili TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu`na bir rapor verdi. Hizbullah sanıklarının avukatlığını yapan birisi olarak bu raporu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Hizbullah`ın kuruluşundan bu güne kadar Hizbullah sanıklarının davlarına baktım. İbrahim Güçlü, verdiği raporunda somut bir şey veremiyor. Sadece kendi dışındakilerle ilgili açıklamalarda bulunuyor. Sadece yurt dışında olduğu yıllarda basından duyduğunu söylüyor. PKK Hizbullah çatışmasında Hizbullah`ın faali meçhulü kalmamış. Çünkü Beykoz`da ele geçirilen dokümanlar nedeniyle birçok kişi yargılandı ve ceza aldı. Hizbullah-i olduğu gerekçesiyle birçok kişi öldürüldü ve faali belli değil. Eğer faali meçhuller ortaya çıksın diyecek birisi varsa oda Hizbullah sanıklarının aileleridir. Resmi rakamlara göre PKK -Hizbullah çatışmasında her iki tarafından kaybı 1000 kişidir. Oysa 17 bin faali meçhulden bahsediliyor.
 
Halkı Bir Birine Düşman Edecek Saldırılara Karşıyız
Batman`da BDP, Diyarbakır`da ise AKP binalarına yönelik saldırılar yapıldı. Bu konu ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Bilindiği gibi daha önce bize de yönelik de saldırılar yapılmıştı. Coğrafyamızda halkı bir birine düşman edecek her türlü saldırılara karşıyız. Kim kime karşı yaparsa yapsın sivil toplum kuruluşlara, Partilere, kişilere ve kurumlara yönelik saldırıları tasvip etmiyoruz. Bu uygun mücadele tarzı değildir. Özelikle çatışmaları körükleyici olarak görüyoruz.
 
Baas Diktatörlüğünün Bitmesi Gerekir
Suriye`deki olaylar sürüyor. Son olarak kandil gecesinde camilerdeki Müslümanlara yönelik saldırılar oldu, birçok Müslüman şehit oldu. Bu olaylara bakış açınız nedir?
Suriye`deki mesele kangren halini aldı. Hiçbir gerekçe kendi halkını öldürmeyi haklı kılmaz. Bu nedenle Esad rejimi bir Baas rejimidir. Oradaki halkların Baas rejiminden bıkmaları ve daha özgür bir yönetim istemeleri normaldir. Esad`ın bu konuda inat etmemesi ve gitmesi gerekir. Özellikle bu tür saldırılan mevlit gecesinde olması Müslümanları derinden üzmüştür. Aynı gün Esad başka bir camide ve suni din adamlarıyla çektiği fotoğraflarını yayımlıyor. Bu diktatörlerin klasik oyunlarıdır. Baas diktatörlüğünün bitmesi gerektiğini düşünüyoruz.
 
Hükümetin Tutumunu Samimi Bulmuyoruz
Peki, son olarak Türkiye`nin tutumunu nasıl buluyorsunuz?
Hükümetin Suriye konusundaki tutumunu samimi bulmuyoruz. Hükümet, "Esad, halkına zulmediyor, biz buna seyirci kalamayız" diyorlar. Ama aynı şekilde kendi halkına zulmedenlerle iş birliği yapıyor. Afganistan`da bir yıl içinde 3 bin kişi öldürüldü. Bunu yapan kimdir Amerika… Amerika askerlerini çekmemek için Türkiye asker gönderiyor. Irak`taki işgale destek verdi. Yine ülke içine dönerken kendi halkının dilini inkâr etmek de zulümdür. Onu asimilasyona uğratmakla katliam yapmak arasında bir fark yok. İnancını yaşamaya çalışan insanlara baskılar yapılıyor, haklarında dava açılıyor. Bu halkına zulüm etmek değil de nedir?
 
Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
 
M. Salih Keskin - İLKHA