Mehmet Emin Özmen / Araştırma

1923`TE KURULAN CUMHURİYET LAİK ESASLAR ÇERÇEVESİNE OTURTULUR İKEN, ÜLKEDEKİ ŞER`İ HUKUK VE MEVZUATI YAVAŞ YAVAŞ KALDIRILDI. ANCAK

YENİ HUKUKİ DÜZENLEMELERİN HEMEN HEPSİ AVRUPA`NIN DEĞİŞİK ÜLKELERİNDEN OLDUĞU GİBİ TERCÜME EDİLEREK ALINDI.

Hukukun Anlamı:

Hukuk, toplumsal ilişkileri düzenleyen maddi yaptırımlı ve zorlayıcı niteliği bulunan kurallardır. Toplumdaki düzeni ve hukuki güvenliği sağlamak, adaleti gerçekleştirmek gibi işlevleri vardır. Niteliği ve çeşidi ne olursa olsun devletler bir hukuk sistemine sahip olmak zorundadırlar. Çünkü insanlar arasındaki çıkar çatışmalarını gidermek, meydana gelen olumsuz durumlara bir üst güç tarafından el konularak anarşinin oluşmasına engel olmak ve yaşanılır bir hayatın oluşumu için gerekli kuralları uygulamak durumundadırlar.

İslam Hukuku:

Hz. Peygamber (SAV) Mekke`den Medine`ye hicret ettiğinde yepyeni bir toplumla karşılaştı. Bu yeni şehirde Evs ve Hazreç kabilelerinden oluşan Medineliler ile Kureyş`in değişik kabilelerinden oluşan Mekkeliler Müslüman grupları oluşturuyorlardı. Ayrıca Yahudiler; Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kurayza kabilelerinden oluşmaktaydılar.

İlk Anayasa:

Tabi bu değişik insan gruplarının hepsini bir şehirde aynı amaç etrafında birleştirmek ve aralarında bir anlaşmazlık çıktığında hukuka uygun olarak çözmek için hukuki bir metne ihtiyaç vardı. Dünyanın ilk anayasası olan Medine Vesikası bu ihtiyaçtan doğan bir metindi. Tüm gruplar bu metne uyacaklardı. Bu vesikanın uygulamasından doğacak ihtilaflara bizzat Hz. Peygamber (SAV) hakemlik edecekti.

İşte bu durum Hz. Peygamber`i (SAV) devlet başkanı statüsüne taşıyordu. Yani Medine bir İslam devleti olmuş, Hz. Peygamber de bu devletin başına oturmuştu. Aynı zamanda insanlığın ilk anayasası olan Medine Vesikası devletin uyulması zorunlu hukuki metniydi.

Bu hukuk uygulamaları zaman ve mekâna göre az da olsa değişiklik gösterip, çeşitlendi. Böylece ortaya İslam hukuku diye başlı başına bir mevzuat çıktı. Daha sonra gelen İslam devletleri adaleti sağlamak adına hukuki kurumlar oluşturdular. Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas kaynaklarından beslenen İslamî hukuk, devletlerin varlığının belirtilerinden olarak kabul edildi. Öyle ki Yahudi ve Hıristiyan ahalinin bir kısmı kendi mahkemelerinde değil de Şeriat mahkemelerinde yargılanmak istemişlerdir.

Osmanlı Hukuk Sistemi:

Osmanlı`nın hukuk sistemi de diğer Müslüman devletlerinki gibi İslami idi. Buna ek olarak toplumun çeşitli ihtiyaçlarını karşılayacak bir örfi hukuk da geliştirmişlerdi. Ancak örfi hukuk Şer`i hukuka tabi olmak durumundaydı.

Osmanlı Devletinin Batı karşısında gerilemesinin sonucu olarak, hukuk alanında da Batı orijinli çalışmaların yapılmasına zemin hazırladı. Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında 1868-1878 yılları arasında bir komisyon tarafından hazırlanan Mecelle kanunu, bu ihtiyaçtan doğan bir nevi İslamî medeni kanundu. 1856 Islahat Fermanından sonra hukukta batılılaşma hız kazandı. Bu dönemdeki hukuk çalışmaları Atatürk dönemi hukuk çalışmalarının ilk dönemi sayılabilir.

Cumhuriyet Dönemi Hukuk:

Osmanlı hukuk sistemi İslam`a dayandığından, kurulan laik cumhuriyetin bu hukuk sistemini olduğu yerde bırakması imkân dışıydı. Nitekim cumhuriyetin kurucuları hemen kolları sıvayıp ülkedeki tüm İslami kurumları Batı`daki mukabilleri ile değiştirmeye başladılar. Bu değişimlerden hukuk da nasibini aldı. Atatürk, 5 Kasım 1925`te Ankara Hukuk Mektebinin açılışında; “Büsbütün yeni kanunlar getirerek eski hukuki esasları temelinden sökmek teşebbüsündeyiz ve yeni hukuki esasları elifbasından tahsile başlayarak yeni bir hukuk neslinin yetiştirmek için bu müesseseleri açıyoruz” demesi ile daha önce yapılanların ve bundan sonra yapılacakların çerçevesini belirliyordu.

Nitekim İslam Hukukunun tepesindeki kurum olan Halifeliğin kaldırılması, İslami devletin lağvedilmesi anlamını taşımaktadır. Sırasıyla Halifeliğin kaldırılması, Tevhid-î Tedrisat Kanunu, Şer`iye ve Evkaf Vekâletinin kaldırılması, Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması, Maarif Vekâleti Kanunu ve Medeni Kanunun kabulü vb. uygulamalar İslami toplum üzerinden Batı`nın bir silindir gibi geçmesi anlamına geliyordu.

8 Mart 1924`te kaldırılan Şeriat Mahkemeleri ile birlikte Şeriat Hukukunun da uygulamadaki kapısına kilit vurulmuş oluyordu. Bütün bunlardan sonra Türkiye`de yeni bir hukuk sisteminin kurulması gerekiyordu. Tabi işi öyle aceleye getiriyorlardı ki Batı`nın hazır hukuki metinleri basit bir tercüme ile Müslüman halka uygulanıyordu.

Batı`dan İthal Edilen Belli Başlı Kanunlar:

1-      Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt`un İsviçre`de eğitim görmesinden de etkilenerek İsveç Medeni Kanunu kabul edildi. (17 Şubat 1926)

2-      1 Mart 1926`da kabul edilen Türk Ticaret Kanunu İtalya`dan alındı.

3-      İsviçre`nin Neuchatel Kantonundan 18 Haziran 1926`da Hukuk Muhakemeleri Usul Kanunu alındı.

4-      4 Nisan 1929`da Almanya`dan Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu ithal edildi.

5-      13 Mayıs 1929`da Alman Kanunları baz alınarak Deniz Ticaret Kanunu hazırlandı.

8 Mart 1924`te Şer`i Mahkemelerin kapısına kilit vurulması ve dolayısıyla İslami Hukukun rafa kaldırılması, yukarıda belirtilen Batı hukuk mevzuatlarının tercüme edilip, kabul edilmesiyle Türkiye İslam hukuk çerçevesinden çıkmış, Batı`nın dayandığı Roma Hukuku çerçevesine girmiştir.

Yeni hukuk düzeninin kurulmasıyla çok hukuklu yapıya da son verilmiştir. Çünkü İslam öyle adil bir dindir ki, kendi sınırları içinde yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlara kendi mahkemelerinde yargılanma hakkı tanımaktaydı. Yani bir gayrimüslimi, Müslümanların yargılandığı mahkemelerde yargılanma eziyetine maruz bırakmıyordu. Yine de bunlardan bazılarının İslam`ın adaletinden dolayı kendi mahkemelerinde değil, Şer`i mahkemelerde yargılanmak istediklerini belirtmekte fayda görüyorum.

Yani Batı`dan hukukun ithal edilmesi ve Şer`i mahkemelerin kapatılmasıyla sadece Müslümanlar eziyet çekmedi. Aynı zamanda Yahudi ve Hıristiyan topluluklar da kendi dinî mahkemelerinde yargılanma hakkını kaybetmiş oluyorlardı.

“Bir saat adalet 70 yıl nafile ibadetten daha hayırlıdır” anlayışının temsil edildiği dönemlerde Müslüman toplumlar adaleti gerçekleştirerek muazzam bir hukuk mevzuatı bıraktılar. Ancak bu günkü laik nesil kendi atalarının bıraktığı mirası reddederek Batılıların bıraktığı mevzuata sahip çıkıyorlar.

Acınacak ve ağlanacak bir hal.