Mehmet Tahir Özsoy/DOĞRUHABER
Fransa Ulusal Demografi Çalışmaları Enstitüsünün yayınladığı bir raporda, Avrupa'da çocuk sahibi olmayan kadınların oranının ciddi boyutlara ulaştığı ifade edildi. Avrupa genelinde 1970'lerde doğmuş kadınların yaklaşık 5'te birinin çocuk sahibi olmadığını ortaya koydu. Araştırmaya göre, 70'lerde doğan Kuzey Avrupa'daki kadınların yüzde 15'i çocuk sahibi olmazken bu oranın Batı Avrupa'da yüzde 18'e çıktığı gözlendi. Ancak çocuksuzluk oranının zirve yaptığı Güney Avrupa'da 70'lerde doğan kadınların yüzde 20'sinin çocuk sahibi olmadığı kaydedilirken çocuksuzluktan en çok etkilenen ülkelerin Yunanistan, İtalya ve İspanya olduğu belirtildi. Batı Avrupa'da ise 1968'de doğmuş kadınların yine yaklaşık yüzde 20'si çocuk sahibi olmazken bu oranın en yüksek İsviçre, Almanya ve Avusturya'da görüldüğü belirlendi.
Çocuksuzluk oranının en düşük olduğu Doğu Avrupa'da ise 1968'de doğan kadınların yalnızca yüzde 8'i çocuk sahibi olmazken bu oranın Avrupa genelinde ortalama yüzde 14 çıktığının altı çizildi. Araştırmada, çocuksuzluk oranının artışındaki neden olarak, eksik aile politikaları, artan işsizlik ve kadınların hem iş hem ev hayatında çalışmak zorunda kalmaları gösteriliyor. Avrupa bu çerçevede bazı uygulamalara gitmiş; mesela Polonya`da kürtaja kısıtlama getirilmiş, İrlanda ve Malta`da istisnalar dışında yasaklanmıştır. Geçmişte doğum kontrol yöntemlerine de bazı ülkelerde kısıtlamalar getirilmişse de bugün bu durum geçerli değildir. Günümüzde Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İsviçre gibi ülkelerde ise ötenazi serbesttir.
“AVRUPA`YI BEKLEYEN TEHLİKE”
Eski Almanya Başbakan Yardımcısı Franz Müntefering, Avrupa nüfusu ile ilgili yaptığı bir konuşmada, Dünya nüfusunun yükselmesinin aksine, Avrupa'da farklı manzara ile karşı karşıya olduklarını belirtmişti. Müntefering, Almanya, Polonya, İtalya ve Doğu Avrupa ülkelerinde nüfusun azaldığını belirtti. Müntefering, ülkesindeki nüfus azalışıyla ilgili şunları kaydetti: “Önümüzde nüfus artışı ile ilgili herhangi bir gelişme yok. Nüfus azalması devam edecek. Almanya'da 2008 yılında 81 milyon insan vardı. 2030 yılında Almanya'daki nüfus 2-3 milyon daha azalacak. 2050 yılında nüfusumuz 70 milyona düşecek. Belki de daha da az olacağız. Bu neden böyle? Çünkü ihtiyacımız olandan daha az çocuk yapmaktayız.”
NÜFUSU OLMAYANIN NÜFUZU OLMAZ
Avrupa`da bugün nüfusun nitelik ve nicelik açısından bozulmuş olması sadece doğurganlık oranının düşmesiyle izah edilemez. Bu, aynı zamanda aile mefhumunun ve de değerlerinin kaybolmasıyla alakalıdır. Unutmamak gerekir ki nefsine meyleden, tatminsiz ve huzursuz bir toplumun nefis şeyler yapması mümkün değildir. Bir süre sonra o toplumun güzellikleri, hayır ve bereketi yok olur. Artık o toplum sadece siyasi olarak tükenmekle kalmaz, üretim açısından da biter. Sosyal ve en nihayet siyasal olarak tükenir.
Niteliği olmayan, nicelik olarak az bir nüfusla güç ve nüfuz elde edilemez. Nefsine düşkün bir toplumda boşanmalar artar. Evlilik mefhumu anlamını ve kutsiyetini yitirir. Böyle bir toplumda artık insanlar sadece heva ve heveslerini düşünmeye başlar. Dolayısıyla bir toplumda hayır ve bereket namına hiçbir şey kalmaz. Bir bölge veya bir ülke için nüfus stratejik bir meseledir. Zira sahip olduğu nüfus bir toplumun veya bir bölgenin nüfuzunu doğrudan etkilemektedir. Nüfusu az ve kalitesiz olan bir inancın nüfuzu zayıflar ve zamanla yok olur.
BOZUK ZİHNİYETİN VEBALİ
Evet, Avrupa`nın nesli kuruyor. Bunun en önemli sebebinin “özgürlük” adına topluma dayatılan büyülü ama dağınık yaşam olduğunu unutmamak gerekir. Aileyi özgürlüğe engel gören, kadını haddinden fazla ve gereksiz şekilde kendi asli rol ve görevleri dışında istihdam eden anlayış nüfus dengesini bozan en önemli etkendir.
TÜRKİYE İÇİN DE AYNI TEHLİKE SÖZ KONUSU
Türkiye`de de bu konuda durum çok iç açıcı değildir. Avrupa, Türkiye`nin kendisi gibi aynı belaya maruz kalmasını istiyor. Bu nedenle aileyi, değerleri, anneliği bir yük gibi yansıtmaya çalışıyor. Bunu dolaylı olarak kendi zihniyetindeki kanallarla yaptığı gibi BBC gibi doğrudan kendisine ait kanallarla da yapıyor. “Anne olmak her kadının arzusu olmayabiliyor ama bunu yüksek sesle söylemek her zaman kolay değil.” şeklinde başlayan haberde BBC, Türkiye`de kadınların, toplumun “anneliği kutsal görmesinden” şikâyet ettiğini iddia ederek bu konuda farklı bir algı oluşturmaya çalışıyor.
Toplumun bu tehlikeyi aşması ancak değerlerine bağlı olmasıyla mümkündür. Bozuk siyasi ve ideolojik düşüncelerin sonuçlarının sadece bu alanlarla sınırlı olmayacağını, bunun bireysel, toplumsal, ailevi birçok tahribatının olacağını da unutmamak gerekir. Avrupa bu duruma bir toplum için çok kısa sayılabilecek kırk yıllık bir zaman zarfında geldi. Tehlikenin ve bu konuda tehditlerin farkında olarak herkesin üzerine düşeni yapması, tedbirlerin alınması gerekir. Bu konuda en büyük görev ve sorumluluk mesuliyet konumunda olanlara aittir.