Analiz Haber : (AA) Türkiye, rejim güçleriyle ılımlı muhalif gruplar arasında yeni ilan edilen ateşkes vesilesiyle, Suriye'de akan kanı durdurmaya aracı olma gayretlerinde ihtiyatlı bir şekilde Rusya ve İran'la birlikte hareket ediyor.
Türkiye'nin uzun ömürlü bir ateşkes ortaya koyabilmek için gösterdiği gayretlerin ve Ağustos 2016'da DEAŞ'a karşı başlattığı askeri harekâtın ardındaki sebepler, esasen anlaşılmayacak kadar karmaşık değil. Türkiye komşu Suriye'de beş seneden fazladır süren iç savaşın, kendi ulusal güvenliğine, siyasi ekonomisine ve dış politikasına yönelik yıkıcı etkilerini azaltmak için çalışıyor. Suriye iç savaşını sonlandırma girişimlerinde Batılı müttefikleriyle beş sene birlikte çalışmasına rağmen Ankara, artık barışa yönelik Batının başını çektiği bir çözümün imkansız değilse bile muhtemel olmadığına kanaat getirmiş görünüyor.
Suriye krizinde Amerika Birleşik Devletleri`nin izlediği düşük profilli politika çok sayıda devlet ve devlet dışı aktörün çatışan çıkarları etrafında şekillenen çatışmanın karmaşık yapısıyla birleşince, Türkiye'nin kısa vadede istikrarlı bir Suriye oluşumuyla ilgili umutlarını kırdı ve Ankara'nın, Rusya olmadan nihai ateşkese ulaşmanın imkansız olduğuna dair inancını artırdı. Türkiye'nin Suriye politikası böylece adım adım daha esnek hale geldi ve Suriye çıkmazında kalıcı çözüme yönelik, ABD'nin başını çekmediği seçeneklere daha açık bir tutum sergilemeye başladı. Buna ek olarak, Trump yönetiminin muhtemel Suriye politikası ve süregiden iç savaşın iki en önemli aktörü olan Rusya ve İran`a karşı sürdüreceği politikalarla ilgili belirsizlikler de Türkiye'yi, Esed rejimi ve muhalifler arasında gerçekleşecek olan barış müzakerelerinde daha somut ve hızlı neticeler elde edebilmek amacıyla bu iki aktörle ortak hareket etmeye itti.
RUSYA İLE YAKINLAŞMA ŞAŞIRTICI DEĞİL
Türkiye'nin Soğuk Savaş'tan beri takip ettiği dış politikanın ana hatlarını gözlemleyenler için ülkenin, ABD ve Avrupa Birliği ile ihtilaflarının olduğu böyle bir zamanda Rusya'yla yakınlaşması şaşırtıcı bir gelişme değil. Türkiye'nin, 1964'teki meşhur Johnson mektubu olayının ardından Rusya'ya yönelik pragmatist dış politikası, Amerikan ambargosuyla (1975-1979) birlikte zirveye ulaşmış ve aralarındaki büyük ideolojik farklılıklara rağmen Türkiye Sovyet Rusya'dan en çok yardım alan ülke olmuştu.
Türk dış politikasına uzun yıllar hakim olan realist çizgi dikkate alındığında Türkiye'nin, Esed rejimiyle muhalif gruplar arasında bir barış anlaşmasına ulaşmak amacıyla geçici bir koalisyon oluşturmak için Rusya ve İran'la Moskova'da gerçekleştirdiği en son toplantı gibi pragmatist girişimlerin tarihte de örnekleri bulunmaktadır. Dolayısıyla bu toplantı, Türkiye'nin Rusya'ya yönelik geleneksel, reelpolitik eksenli yaklaşımının bir devamı ve Halep savaşından sonra Ortadoğu'da değişmekte olan güç dengesi ve yeni oluşan bölgesel şartlara karşı verilen bir cevap olarak okunmalıdır.
Halep operasyonunun, Suriye konusunda Türkiye ile Rusya arasında bir yakınlaşmaya yol açmış olması bakımından Suriye savaşının seyrini değiştirmiş olduğu analizini yapmak mümkündür. Zira Halep'ten sivillerin tahliye edilmesi sırasında Türkiye ve Rusya'nın yapmış olduğu işbirliği ve hemen sonrasında İran'ın bu sürece katılımı, Moskova'da yeni bir diplomatik zemin buldu ve bunun sonucunda, 29 Aralık'taki ateşkes anlaşması hayata geçirildi.
Türkiye, Rusya ve İran aracılığıyla gerçekleştirilen ateşkesin sürdürülebilirliğine dair olumlu işaretlerin bugün itibariyle de görülebiliyor olması Suriye'de kalıcı bir barış için ümitleri yeşertiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından da 4 Ocak 2017'de duyurulduğu gibi, Suriye'de kalıcı bir ateşkes ve siyasi çözüme yönelik Türkiye ve Rusya'nın ortak gayretleri, umut verici gelişmeleri beraberinde getirdi. Sadece Türkiye'nin değil, Rusya ve İran'ın da öncelikle üçlü bir zemin üzerinde savaşı kalıcı bir çözüm sağlayarak bitirmeyi, ikinci olarak da DEAŞ mücadelesinde ortak çaba göstermeyi amaçlıyor oldukları açıkça görülmekte. Farklı öncelikleri ve çıkarlarına rağmen bu üç ülkenin Suriye konusunda ortak bir anlayış geliştirme çabası içinde olmaları şaşırtıcı değil.
BÖLGESEL AKTÖRLER GÜÇLENECEK
Oldukça değişken bir yapıda süregiden Suriye krizine müdahil olan tüm aktörler, ister Batılı ister Batı-dışı olsun, kısa ömürlü ve tekil olaylar üzerinden şekillenen geçici ittifakların oluşmasını desteklemişlerdir; tıpkı ABD'nin DEAŞ mücadelesinde PYD-YPG ile Kuzey Suriye'de oluşturduğu kısa ömürlü koalisyon örneğindeki gibi. Yukarıda izah ettiğimiz Türk-Rus-İran koalisyonu da, söz konusu bütün aktörlerin Suriye politikalarının başarısı birbirlerine bağlı olduğundan, mecburi bir ittifak olarak görülebilir.
Halihazırda her üçü de Suriye'de birbirinden bağımsız mücadele veren bu aktörler lojistik, diplomatik ve askeri açılardan krize çok ciddi şekilde müdahil olmuş durumdalar. Bundan dolayı, Suriye'yi diplomatik yollardan istikrara kavuşturmak, hepsinin birincil önceliğini oluşturuyor. Üçlü toplantılarının sonuçları ne olursa olsun, hiç şüphe yok ki bu üç devletin Ortadoğu'daki bölgesel aktörlükleri, bundan sonra barış inşası ve arabuluculuk gibi alanlarda daha büyük bir meşruiyet kazanacaktır.
Öte yandan, diğer büyük aktörlerin sahadaki yokluğunda bu üçlü girişimin, Ortadoğu'daki Rusya varlığını kalıcı hale getirmesi de ihtimaller arasında. Ayrıca bir diğer olasılık da, Rusya'ya, bu krizden sonra, artık Ortadoğu'da bir yabancı gibi davranılamayacak olmasıdır.
TÜRKİYE'YE YÖNELİK TERÖR SALDIRILARI
Suriye'de ateşkes anlaşması başarılı olursa, bunun, Türkiye'nin çift cepheli PKK ve DEAŞ'a yönelik mücadelesine önemli yansımaları olacaktır. Son bir ayda, Türkiye, ulusal güvenliğine büyük bir tehdit oluşturacak biçimde yeni bir terör dalgasına maruz kaldı. İstanbul ve Kayseri'de aralık ayında PKK'nın gerçekleştirdiği saldırılara ek olarak 2017'nin ilk saatlerinde İstanbul'daki bir gece kulübünde yaşanan şok edici saldırıda 25'i yabancı uyruklu, 39 kişi yaşamını yitirdi. Tetikçi henüz yakalanmamış olmasına rağmen deliller, DEAŞ'ın organize ettiği saldırının Orta Asya kökenli yabancı bir kişi tarafından gerçekleştirildiğini gösteriyor.
Türk yetkililere göre, Türkiye'ye yönelik artan ve çeşitlenen terör tehdidi, Suriye iç savaşının Türkiye'ye nüfuz etmesinin bir neticesi. Suriye ile mevcut etnik ve dini bağlar, coğrafi yakınlık ve Türkiye-Suriye kara sınırının uzunluğu gibi unsurlar, Türkiye'yi iç savaşın bulaşıcı etkilerine karşı daha savunmasız hale getirdi.
Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde, Batılı müttefiklerinin desteğiyle bir Kürt devletinin fiilen kurulması ihtimalinden duyduğu endişe de Türkiye'yi, hem Suriye barışı için hem bölgesel ve hem de uluslararası düzeyde DEAŞ mücadelesinde bir orta yol bulabilmek amacıyla Rusya'yla çalışmaya yöneltti. Kalıcı siyasi çözüme yönelik yeni bir adım niteliğinde olan son Türk-Rus-İran girişimi başarılı olursa, PKK bağlantılı PYD ve onun silahlı kanadı olan YPG Suriye'nin iç savaş sonrası yeniden inşası sürecindeki en tartışmalı konulardan biri olmaya devam edecektir.
DEAŞ'A KARŞI ORTAK MÜCADELE
Her üç ülke de Suriye'nin farklı nüfuz bölgelerine bölünmesine karşı olduklarını ifade ederek Suriye'nin birliğine destek sinyalleri verdiler. 'DEAŞ'a karşı ortak bir mücadele nasıl yürütülmeli' konusu ise muhtemel bir kalıcı Suriye barış anlaşması için üç aktörün de, en azından genel hatlarıyla, üstünde anlaşması gereken diğer bir önemli konu.
Mevcut durumda Suriye'nin geleceği, Batılı büyük güçlerden çok, önemli ölçüde bölgesel güçlerin elinde görünüyor. Türkiye'nin yeni bir Ortadoğu düzeni arayışı, çok büyük ölçüde bütün bölgesel aktörlerin, Suriye politikalarındaki farklılıklarını ne ölçüde asgariye indirebileceklerine bağlı. Üzerinde durulması gereken diğer önemli bir nokta ise AB'nin Suriye özelinde aktif bir diplomasi izlememiş olması ve seçilmiş Başkan Trump'ın Suriye politikasıyla ilgili belirsizliklerin Türkiye, Rusya ve İran'a, Suriye'nin geleceğini yeniden tasarlama konusunda yeteri kadar bir manevra sahası bırakıyor olmasıdır.