Suriye`de taraflar arasında ateşkes sağlanmasının, ihtilafların askeri bir çözümünün olmadığının deklare edilmiş olmasının önemli olduğunun belirtildiği HÜDA PAR gündem değerlendirmesinde, bununla beraber Rusya`nın garantör ülkelerden biri olmasının, ayıp olarak bölge ülkelerine yettiği ifade edildi.

HÜDA PAR Genel Merkezi tarafından yayınlanan gündem değerlendirmesinde Türkiye, İran ve Rusya arasında imzalanan Moskova bildirisi, mültecilerin yaşam mücadelesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) siyonist rejim ile ilgili kararı ve anayasa değişikliğiyle ilgili önemli açıklamalar yapıldı.

Türkiye, İran ve Rusya arasında imzalanan Moskova ortak bildirisi

Suriye meselesinde yıllardır dile getirdikleri noktaya gelinmesinin önemli olduğunun belirtildiği açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

“İslam coğrafyasında oluk oluk kan akarken ve özellikle Suriye yangın yerine dönmüşken yapılması gereken en öncelikli işin akan kanı durdurmaya çalışmak, yıllardır yanan ateşe su dökmek ve acilen bir ateşkes sağlamak olduğunu beş yıldır dile getiriyoruz. Yıllardır söylediğimiz noktaya gelinmesi için bir milyona yakın insanın ölmesi, milyonlarcasının yurdunu terk etmesi ve Suriye'nin enkaz haline gelmesi gerekmiyordu. Bununla birlikte; Suriye`de taraflar arasında ateşkesin sağlanmış ve ihtilafın askeri bir çözümünün olmadığının deklare edilmiş olması, siyasi çözüm arayışı önemlidir.”  

“İslam Ümmetine liderlik yarışı içinde olan iki ülke ‘Laik Suriye Arap Cumhuriyeti` ibaresi üzerinde anlaşmıştır”

Moskova`da imzalanan bildiride garantör ülkelerden birinin Rusya olmasının ayıp olarak bölge ülkelerine yettiği, bununla beraber İslam Ümmetine liderlik yarışı içinde olan iki ülkenin “Laik Suriye Arap Cumhuriyeti” ibaresi üzerinde anlaşmış olmasına da dikkat çekilen açıklamada, şu değerlendirmeler yapıldı:

“Oy birliği ile alınan 18 Aralık 2015 tarih ve 2254 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı uyarınca altı ay içinde kapsayıcı ve mezhebe dayanmayan bir hükümet kurulması, on sekiz ay içinde ise BM`nin denetiminde seçimlerin yapılacak olmasının karara bağlanması, olumlu gelişmelerdir. Ateşkesin bütün tarafları kapsamaması, uzun ömürlü ve kalıcı olması ihtimalini zayıflatmakta ihlal edilmesi riskini ise artırmaktadır. Suriye iç savaşı başladığından bu yana HÜDA PAR olarak mütemadiyen, ümmetin iç meselesi olan bu sorunu çözmek üzere bölge ülkelerine bir araya gelmeleri çağrısında bulunduk. Gelinen aşamada Moskova`da imzalanan bildiride garantör ülkelerden birinin de Rusya olması, ayıp olarak bölge ülkelerine yeter. İslam Ümmetine liderlik yarışı içinde olan iki ülke, ‘Laik Suriye Arap Cumhuriyeti` ibaresi üzerinde anlaşmıştır. Bu anlaşma, Suriye`de zalim bir dikta yönetiminin olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Ülke sosyolojisini yok sayan tekçi, inkâra dayalı, laikçi ulus-devlet anlayışının siyasal ve sosyal anlamda birlikte huzurlu bir yaşamı mümkün kılmadığını Suriye`deki iç savaş açık bir şekilde göstermiştir.

BMGK`nin 2254 sayılı kararı doğrultusunda âcil bir ateşkes sağlanması ve bu ateşkesin kalıcı hale getirilmesi, geniş tabanlı geçiş hükümeti ve 18 ay içinde BM denetiminde seçimlerin yapılması şeklindeki öneri, mevcut şartlarda çözüm yolunda atılmış önemli bir adımdır. Kalıcı ve nihaî çözüm ise, kendisi barış ve adalet demek olan aziz İslam`ın bütün İslam beldelerinde hayata hâkim kılınmasıdır.”

Yaşanan trajedilere son vermenin tek çıkar yolu ihtilafların diyalog ile çözülmesidir

Gündem değerlendirmesinin devamında, her geçen yıl daha fazla sayıda mültecinin de göç yollarında hayatını kaybettiğine dikkat çekilerek, sömürgeci Batı'nın kışkırtmalarıyla birbirine düşürülen mazlumların oynanan oyunların farkına varmalarının, ihtilaflarını kendi aralarında ve diyalog ile çözmelerinin yaşanan trajedilere son vermenin tek çıkar yol olduğuna vurgu yapıldı.

Açıklamada, “Her geçen yıl daha fazla sayıda mülteci göç yollarında hayatını kaybediyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, 2016 yılı içerisinde Akdeniz'de boğularak hayatını kaybeden sığınmacı sayısının beş bini aştığını açıkladı. Avrupa Birliği tarafından sözüm ona güvenlik gerekçesi ile görevlendirilen gemilerin kaçakçılarla mücadele etmeye ve sığınmacıları kurtarmaya çalıştığı ifade edilse de zavallı sığınmacıların balık istifi bindirildikleri çoğu lastik botlar olan derme çatma deniz araçlarının bir kısmının bu gemiler tarafından bilinçli olarak batırıldığı bir sır değildir. İnsanlık değerlerini bir meta gibi dünyaya pazarlayarak tüketen Batı, daha fazla silah satabilmek için karıştırdığı, iç savaşlara sürüklediği, sömürerek fakirleştirdiği ülkelerden kaçmak zorunda kalan zavallı insanları topluca Akdeniz'e gömerek vahşi yüzünü bütün açıklığıyla göstermektedir. Ülkelerindeki iç savaş, karışıklık ve açlıktan başka açık denizlerdeki saldırılardan da kurtularak bir şekilde Avrupa'ya ulaşan ve iltica talep edenler de çok kötü şartlarda yaşamaya mahkûm edilmekte ve onur kırıcı muamelelere tabi tutulmaktadırlar. Bütün bu gerçekler karşısında sömürgeci Batı'nın kışkırtmalarıyla birbirine düşürülen mazlumların oynanan oyunların farkına varmaları, ihtilaflarını kendi aralarında ve diyalog ile çözmeleri yaşanan bu trajedilere son vermenin tek çıkar yoludur.” denildi.

İslam ülkeleri hep birlikte hareket ederek terör şebekesini devlet olarak tanımaktan vazgeçmelidir

BMGK`nın, işgal atındaki Filistin topraklarında yeni yerleşim yerleri inşa faaliyetleri hakkında aldığı karar ve siyonist terör rejiminin bunu kabullenmesine ilişkin yapılan açıklamada ise şu değerlendirmeler yapıldı:

BM Güvenlik Konseyi tarafından siyonist terör rejiminin işgal altındaki Filistin topraklarında yeni yerleşim yerleri inşa faaliyetlerinin ‘derhal ve tamamen` durdurulmasına dair karar alınmış olması önemli bir gelişmedir. Ancak bu kararı tanımayacağını ve hiçbir şekilde uymayacağını açıklayan terör rejimine, BM'nin yaptırım uygulayıp uygulamayacağı daha önemlidir. Bugüne kadar olduğu gibi aleyhine alınmış kararlara uymayan terör rejiminin herhangi bir yaptırımla karşılaşmaması, BM'nin daha fazla sorgulanmasına ve kararlarının ciddiye alınmamasına neden olacaktır. Yapılması gereken, sadece bölge barışını değil, dünya barışını tehdit eden siyonist terör şebekesinin BM üyeliğine son vermektir. Mevcut yapısıyla BM`nin bunu yapacak, hatta yaptırım uygulayacak bir irade ortaya koyamayacağı açıktır. Öyleyse İslam ülkeleri hep birlikte hareket ederek bütün ilişkileri kesmeli terör şebekesini devlet olarak tanımaktan vazgeçmelidir.

“Halkın talebi ve beklentisi, inancıyla kültürüyle değerleriyle örfüyle barışık ve uyumlu, tamamen yerli ve yeni bir anayasadır”

Anayasa değişikliği hakkında muhalefetin tutumuna yönelik eleştiriler ile halkın yeni anayasa hakkındaki beklentilerine dikkat çekilen değerlendirmede şunlar ifade edildi:

“Cumhurbaşkanı'nın doğrudan halk tarafından seçilmesi ile birlikte ülke yönetiminde oluşan fiili durumun hukuki altyapısını oluşturma amacıyla anayasada birtakım değişiklikler yapılmak istenmektedir. Meclise sunulan teklifin amacı, tek başlı ve geniş bir hareket alanına sahip bir yürütme erki oluşturmaktır. Hükümet sistemi değişikliğinden ibaret olan bu anayasa değişiklik teklifinin bazı muhalefet partileri tarafından rejim tartışmasına dönüştürülmesi, iktidar kaygısıyla yapılan maksatlı bir saptırmadır. Yönetme yetkisinin babadan oğula miras yoluyla geçtiği saltanatı savunan ve geri getirilmesini talep eden yoktur. Ancak Cumhuriyetin ilk yöneticilerinin manevi evladı ve tabii mirasçısı olduklarını söyleyenlerin memleketi yönetme hakkının kendilerinde olduğu iddiası vardır ve bu iddialar Cumhuriyetçilik adına ileri sürülmektedir.

Mevcut teklifin aynen yasalaşması halinde anayasanın; üzerine bina edildiği Kemalist ve tekçi anlayışından, devleti halka karşı koruma (!) refleksinden ve halkın inanç değerlerine aykırı faşist ruhundan uzaklaşmış olunmayacaktır. Bu haliyle yasama ve yürütmenin yapısı ve ikisi arasındaki ilişkiyi yeniden düzenleme amacı taşıyan bir tekliftir. Bu teklif halkın inancı, kültürü ve medeniyet değerleriyle çatışan sistemin sorun üreten yönlerine dokunmadığı halde destekçileri tarafından topluma bir çözüm modeli ve her derdine deva gibi sunulmaktadır. Halkın talebi ve beklentisi, inancıyla, kültürüyle, değerleriyle, örfüyle barışık ve uyumlu, tamamen yerli ve yeni bir anayasadır. Olması gereken halkın bu beklentisini ve memleketin ihtiyacını karşılayacak bir anayasa yapmaktır. Böyle bir anayasa yapmak, iktidarıyla muhalefetiyle siyasetin milletimize ödenmemiş, sürekli ötelediği ve unutturmaya çalıştığı borcudur.”  (Fırat Arslan - İLKHA)