Doğruhaber
ESMA'UL HÜSNA / EL-AZÎM (C.C.)
El- Azim sıfatı büyüklük sahibi, çok yüce ve büyük olan, sınırsız ve kayıtsız büyüklük, üstünlüğün tek sahibi, pek azametli, yüce olandır. Kendisine büyük ümitler beslenen, büyüklükte benzeri yok, pek yüce, çok yüce ve çok büyük olan, sınırsız ve kayıtsız büyüklük, üstünlük de yalnız O`ndadır.
Bu ism-i şerîf, Allah-u Teâlâ`nın azamet ve kudretini ifade ediyor. Azamet, büyüklük, ululuk demektir. Gerçek manada büyüklük Allah`a mahsustur. O, bir anda gökleri yere indirmek kudretine mâliktir. Yerler, gökler, güneşler, aylar, yıldızlar, denizler, ırmaklar O`nun emrine teslim olmuştur ve her şey O`nun büyüklüğüne şahittir.
O, İlâh olarak tek ve benzersiz olduğu gibi, kudret ve azametiyle de tektir. O`nun dengi ve benzeri yoktur. Büyükler de O`na muhtaçtır, küçükler de... Padişahlar O`nun kapısında dilenci olmayı devlet bilmişlerdir.
İnsanların birbiri aralarında “Şu şöyle büyük, böyle büyük, bir tane, en büyük falan takım” demeleri, kendileri gibi beşer arasında büyük manasını taşır. Yoksa Allah-u Teâlâ karşısında bir zerre bile olamaz. Meselâ: Selahaddin`i Eyubi`nin Kudüs`ü fethedip büyük engelleri aştığı için ona, en büyük komutan gözü ile bakıyoruz. İşte onun bu büyüklüğü bize göredir. İnsanlar arasında büyük demektir. Yoksa Allah`a karşı ancak aciz bir kuldur.
Âlemde ardı arkası kesilmeden akıp duran hadiselere can gözü ile nazar ettiğimizde Cenâb-ı Hakk`ın kudret ve saltanatını daha güzel anlarız. Âleme çiçekler dolu bir baharı Allah-u Teâlâ`dan başka kim hediye edebilir? Kayalardan ırmakları kim çağlatabilir? Kim bir damla suya peri gibi güzellik vermeye kadirdir?
Kim, bir kabuktan ibaret olan yumurtanın içinde, kupkuru bir şeyde civcivlere hayat bahşeder? İşte bütün bunlar Yüce Allah`ın büyüklüğünün birer göstergesidir.
Kafası olup da aklı olmayan nice insanlar vardır ki kâinatı tabiat sopası zanneder. Bir sopa bile kendiliğinden meydana gelemeyeceğine göre, bu muazzam gökler, bir ışık çağlayanı olan güneş nasıl tesadüfün eseri olur? İnsanda kafanın büyüklüğü bir şey değildir, o kafanın içinde akıl olmalıdır. Kabak da büyüktür, ama içinde beyin yoktur.
O, bir şeye “Ol!” desin; her bir şey başkalaşır. Canlı cansız her varlık, O`nun mührünü taşır!
Ceylân, arı, kuş, böcek, keklik, güvercin, serçe, şahin hep O`nun yeşil ot seyranında yaylamakta, insan O`nun mülkünde mekân tutmakta. Yaşayanlar, O`nun fazl-u keremiyle ömür zincirini sürüklemekte. Ölenler O`nun emriyle toprağa serilmektedir. O`nun azamet ve büyüklüğünü görmek için insanın kendi yaratılışına bakması kâfi... Onu da, kendi aklını da inkâr edene nasıl adam denilebilir ki?..
Ve Kur`an-ı Kerim`in şu mübarek âyeti gönüllere pırıltılı şelâleler halinde akmakta ve rabbinin kudretinden desenler sunmaktadır:
“Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeyleri denizde akıt(ıb taşıy)an o gemilerde, Allah`ın yukarıdan indirip onunla yeryüzünü, ölümünden sonra, dirilttiği suda, deprenen her hayvanı orada üretip yaymasında, gökle yer arasında (Hakkın emrine) boyun eğmiş rüzgârları ve bulutları evirip çevirmesinde aklı başında) olan bir kavim için nice âyetler (Allah`ın varlığına, birliğine ve kemâl kudretine delâlet eden bir çok alâmetler) vardır.” (Bakara 164)
Diller O`nu övmede, kullar O`nu bilmede acizdir. O, kendisini nasıl övüp sena ediyorsa öyledir. O`nun kudret ve kemâlinin eteğine hiç kimsenin eli erişemez. Akıllar ve fehimler onu kemâliyle idrak edemezler. Allah bizleri hakkıyla şükreden kullarından eylesin.