1. OTURUM
Kazlıçeşme Kültür Merkezinde gerçekleştirilen panele, HÜDA PAR İstanbul il teşkilatı yöneticileri, gazeteciler, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, mağdur yakınları katıldı.
Modaratörlüğünü Münevver Aktaş yaptığı panelin birinci bölümünde Avukat Murat Sadak, Gazeteci Arzu Erdoğral ile Esra Elönü ve Hizbullah hükümlüsü Yasin Demir`in eşi Semiha Demir birer konuşma yaptı.
Panelin açılış konuşmasını yapan HÜDA PAR İstanbul İl Başkanı Erdal Elibüyük, İslami kesimin 28 Şubat`tan önce başlayan bir mağduriyeti olduğunu dile getirerek şöyle konuştu:
“Özellikle Müslümanların 28 Şubat`ın daha da öncesinde başlayan bir mağduriyeti var. Bu anlamda FETÖ yargısı eliyle büyük bir mağduriyet var. Umarız bu panel mağduriyetin giderilmesine vesile olur. Bu memlekette birçoklarının mağduriyetlerini giderme adına önemli adımlar atılırken Müslümanların mağduriyeti hâlâ devam ediyor. Sayın Cumhurbaşkanı 5 yıl, 15 yıldır cezaevinde olanlar olduğunu söyledi. 28 Şubat mağduriyetleriyle ilgili bir an önce önemli adımlar atılmalı. 15 Temmuz`dan sonra bu ailelerden büyük oranda bize başvurular oldu. Bu ailelerin yeniden yargılama talebi var. Cezaevinde 15-20 yıldır tutuklu olan insanlar af istemediklerini, affı suçluların istediğini söylüyorlar. Kendilerinin ise yeniden yargılama ile birlikte haklılıklarının ortaya çıkarılmasını istiyorlar.”
Elibüyük`ün konuşmasının ardından panelin birinci oturumu başladı. İlk konuşmacı olan Avukat Murat Sadak, İslami camialara karşı düşman hukukunun uygulandığına dikkat çekti.
“Cezaevindekilerin çoğuna müebbet hapis cezası verilmiş”
İslami kesimin mağduriyetinin 28 Şubat öncesine dayandığını dile getiren Sadak, “2000`lİ yıllarda bu mağduriyetler zirve yaptı. Cemaatler ve İslami oluşumlara düşman hukuku uygulandı. Verilen cezalar ise dosyalara bakılmadan Yargıtay 9`uncu Ceza Dairesi tarafından onaylandı. Öncelikle devleti yönetenlerin anlayışının değişmesi lazım. Cezaevlerinden İslami faaliyetlerinden dolayı yaklaşık 300`e yakın mağdur var. Bunların 220`si Hizbullah davasıdır. Bunların ağırlığı müebbet hapis cezası almış. Bununla birlikte Sivas Davası, Hizb-ut Tahrir, İslami Hareket, İBDA-C ve Tevhid Selam davası mağdurları var. Bunun dışında mağduriyetler sadece cezaevinde yaşanmıyor. Yurdu terk edip, annesinden, babasından uzak mağdurlar var. Bunları da eklersek bu sayı daha da artar.” dedi.
“İnfaz sisteminin revize edilmesi gerekir”
“Peki, bunlar ne yapmışlardı?” diye soran Sadak, sözlerine şöyle devam etti: “Bunlar Cumhurbaşkanının ifadesiyle ‘Eski Türkiye`ye karşı çıkmışlardı.` Adil düzen istiyorlardı ama kendilerine bu reva görüldü. Bunlar yargılandıklarında kendilerine farklı hukuk uygulandı. Mesela Hizbullah dosyalarında 10 bin kişi imzasız öz geçmiş raporlarından dolayı cezalandırıldı. Bu öz geçmiş raporlarını sanıklar kabul etmedi ve ceza aldı. Bunu örgüte üyelik olarak saydılar. Hizb-ut Tahrir davalarında mahkeme Hizb-ut Tahrir`i şeriat istemesinden dolayı silahlı örgüte tabi tutarak ceza verdi… Devletten af beklemiyoruz, adaletin yerini bulmasın istiyoruz. Yeniden yargılama yaşanan mağduriyetleri giderecek bir mekanizma olamaz. Yeniden yargılama olabilmesi için adil bir yargı sistemi kurulmalıdır. İşte böyle bir yargı sistemi hâlâ bulunamadı. Yeniden yargılama için dosyalar ele alındığında bu vakit alır ve mağduriyet ikiye katlanır. Bu nedenle infaz sisteminin revize edilmesi gerekir.”
“28 Şubat birçok hayatı çaldı”
Gazeteci Arzu Erdoğral ise 28 Şubat ve FETÖ yargısının neden olduğu mağduriyetlerin bir an evvel giderilmesi gerektiğini söyleyerek, “Geciken adalet adaletli olmasa da bir an önce 28 Şubat ve FETÖ mağdurları için ‘adalet, adalet, adalet` demek için bir aradayız. 28 Şubat bin yıl sürecek dediler. 28 Şubat birçok hayatı çaldı. Bugün burada hepimiz geciken adaleti istiyoruz. Birçok Müslümanın hayatını mahvettiler, bununla birlikte hayatlarını çalarak, ailelerini de çeşitli zorluklarla baş başa bıraktılar.” dedi.
Çok sayıda 28 Şubat ve FETÖ yargısı mağdurunu dinlediğini söyleyen Erdoğral, FETÖ soruşturmalarından cezaevinde bulunan yargı mensuplarının kararlarının yok hükmünde sayılması gerektiğini belirtti.
Erdoğral`ın ardından konuşan Gazeteci Esra Elönü de yaşanan mağduriyetleri bildiğini ifade ederek, “Ben ilk Yasin Börü katledildiğinde naçizane bir canlı yayın yaptım. Orada Yasin Börü`nün annesi ‘Benim oğlum onlara ne yaptı` diye sordu. Öyle bir ahtı ki bu beni çok etkiledi. Yasin Börü`nün annesinin ahı o insanları buldu. Biliyorum ki 15 Temmuz`dan sonra mazlumların sesi daha yoğun olarak çıktı. Bundan sonra sürece bakacağız.” diye konuştu.
“Çocuklarımız cezaevi yollarında büyüdüler”
Hizbullah hükümlüsü Yasin Demir`in eşi Semiha Demir ise yaşadıkları mağduriyetleri şu sözlerle ifade etti:
“Benim eşim Müslüman kimliğiyle bilindiği için zalim FETÖ`nün zoruna gitti. Öbür kardeşlerine yaptıklarını ona da yaptılar. Gece 03.00 gibi zalim FETÖ`nün polisleri evime baskın düzenlediler. Onlarca polis yüzleri maskeli, kapılarımızı fünyeyle patlatıp evime girip eşimi gözaltına aldılar. Eşim bana ‘babamı ara seni alıp götürsün` dediğinde eşimi darp ediyordular. Eşimden 20 gün haber alamadık. Polisler evimde karakol kurdular. Evimde karakol kuran polislere ne olduğunu soran ev sahibimizi bile tutukladılar. Daha sonra serbest bıraktılar. Eşimin, 20 günlük gözaltından sonra Erzurum Cezaevine konulduğunu öğrendik. Bu Müslümanlara müebbet vermişlerse, ailelerine ağırlaştırılmış müebbet verdiler. Çocuklarımız cezaevi yollarında büyüdüler.”
“Bu zulüm değil de nedir?”
FETÖ`nün 15 Temmuz darbe girişimi ile gerçek yüzünün ortaya çıktığını söyleyen Demir, “Herkes bunların nasıl insanlar olduğunu anladı. Bunlar bize zulmettiler. Şu anda cezaevlerine düştüler. Bunlar ceza verdikleri Yusufilerin yanına, cezaevine girdiler. Şimdi bunların neden bıraktıkları izlere dokunulmuyor. Bu zulüm değil de nedir?” ifadelerini kullandı.
“Sesimiz bugüne kadar duyulmadı ya da sesimiz duyulmak istenmiyor”
Eşinin cezaevinde hastalandığını ve hastalığının ağırlaştığını söyleyen Demir, sözlerine şöyle devam etti:
“Bu Müslüman kardeşleriniz sağlam olarak zindana atıldılar, bu zindanın verdiği eziyet yetmiyormuş gibi hastalandılar. Bunlardan biri de benim eşimdir. Eşim kronik hepatit hastası. Erzurum Numune Hastanesi eşimin cezaevinde kalmasının uygun olmadığına dair rapor veriyor. Ankara Numune Hastanesi bu raporun tersinde rapor veriyor. Şimdi bizim suçumuz neydi? Bu kardeşlerimizin suçları İslami hizmetleriydi. Bunları dışarı çıkarsalar toplumu ıslah ederler. Ne seydalar ne âlimler şimdi cezaevindedir. Sesimiz bugüne kadar duyulmadı ya da sesimiz duyulmak istenmiyor. Bu haykırışlarımıza rağmen sesimiz duyulmuyorsa biz diyor ki; ‘Hasbiallah ve nimel vekil` İnşallah bizler eşlerimizin cezaevinden çıkışını göreceğiz. Maalesef bazı anneler ve babalar çocuklarını göremedi.”
Panelin birinci oturumunun ardından 28 Şubat ve FETÖ yargısı mağdurlarının fotoğraflarının yer aldığı bir sergi açıldı.
2. OTURUM
Moderatörlüğünü Serkan Ramanlı'nın yaptığı oturumda İmkân-Der Genel Başkan Yardımcısı Nuray Canan Bezirgan, Gazeteci Yakup Köse, Avukat Kaya Kartal, Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Büro Başkanı Mahmut Kar, Gazeteci Nevzat Çiçek ve Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya birer sunum yaptı.
28 Şubat süreci ve FETÖ mağdurlarını konu alan sinevizyon gösteriminin ardından konuşmalara geçildi.
İmkân-Der Genel Başkan Yardımcısı Bezirgan, 15 Temmuz ABD destekli darbe girişimiyle FETÖ'nün gerçek yüzünün ortaya çıktığını söyledi.
Bezirgan, “15 Temmuz'dan sonra artık Türkiye'de haksız yargılanmalar ve neticesinde oluşmuş mağduriyetlerle ilgili bir FETÖ örgütünden bahsedebiliyoruz. FETÖ elebaşı Fethullah Gülen'in talimatları ile hareket eden, adeta vicdanını, aklını, hürriyetini bir şekilde ona kiralamış bir güruhtan bahsediyoruz. Bu güruhun Türkiye'nin en derin hücrelerinde ciddi ciddi örgütlenen, Türkiye'yi ele geçirme planlarının bir parçası olduğunu artık herkes kabul ediyor. Bizler bunu 1998-1999'lu yıllarda yaşadık. Maalesef o günden bugüne söylediklerimiz çok fazla değer bulmadı. Aslında her dönem ve şartlarda kendilerine yer edinen bu örgüt münasebetiyle mağduriyetler o yıllardan bu yıllara kadar uzanmış. 20 yıldır, 15 yıldır mağdur olmuş insanların acı dolu hayat hikayelerini dinliyoruz.” dedi.
Gazeteci Yakup Köse ise 28 Şubat ve FETÖ mağdurlarına hukuksuz bir şekilde ceza veren yargı mensuplarının şu an cezaevinde olduğunu hatırlattı.
“15 Temmuzlardan hesap sormak istiyorsak zindan kapılarını kırıp kardeşlerimizi almamız lazım”
Mağdurların cezaevinden çıkması için ellerinden geleni yaptıklarını söyleyen Köse, “Şu an bizim kardeşlerimizi içeride tutmaya sebep olan hâkimler aynı cezaevinde. Bürokrasiden siyasete, siyasetten yargıya herkes ile konuştuk. Elimizden geleni yapıyoruz. 28 Şubat ile tam manasıyla hesaplaşmamanın ortaya çıkardığı şey 17 ve 25 Aralık'tır. 17 ve 25 Aralık ile hesaplaşmamanın neticesi de 15 Temmuz'du. Eğer 15 Temmuz ile de hesaplaşmasak onun bedeli ne olur kestiremiyoruz. 15 Temmuzlardan, 17-25 Aralıklardan, 28 Şubatlardan hesap sormak istiyorsak, zindan kapılarını kırıp içeri girip, kardeşlerimizi almamız lazım. Cesur olmak lazım. Siyaset, bürokrasi, yargı da cesur olacak. Bazı çalışmalar var. Bu çalışmalarda sona doğru gelindi. İnşallah netice alacağız. Müslüman umutsuz olmaz, Allah'ın izniyle Yusufları oradan çıkarmak nasip olacak.” ifadelerini kullandı.
“90'lardan itibaren başlayan dosyaların elden geçirilmesi gerekiyor”
Avukat Kaya Kartal, haksız yere cezaevinde bulunan mağdurların beklenti içerisinde olduklarına değinerek, “Bu işi 3-5 hâkimin vicdanına bırakmamamız gerekiyor. Tepeden bir yasal değişiklikle kapsayıcı bir şekilde 90'lardan itibaren başlayan 28 Şubat yargılanmaları, 2000 yılından sonra daha çok belirginleşen paralel yapı ekseninde bütün dosyaların elden geçirilmesi gerekiyor. Birtakım önemli dosyalarda sonuçlar alınabiliyor. İşte Metro Turizm başkanıyla alakalı benzeri karar verilebiliyor fakat gerçekten haksız yere hapsedilmiş diğer mahpuslar kaderlerinin sonucunu bekleyip duruyorlar.” şeklinde konuştu.
Kartal, sözlerini şöyle tamamladı: “Hasta mahkûmların cezaevinden çıkarılmasının tek yolu olarak bize gösterilen yer Adli Tıp Kurumudur. Geçen yıla kadar FETÖ kuşatması altındaydı. Bu hiç adil değil, karşı durmak geliyor. İşte, 15 Temmuz sonrası FETÖ yargılanıyor. Bu bize nasıl yansıdı? Tekirdağ Cezaevinde Müslümanlar üst üste konulmaya çalışıldı. Üç kişilik odalarda altı kişi kalmaya başladılar. Birçok cezaevinde şu an aile açık görüşü ayda birden, üç ayda bire düşürüldü. Darbeyi yapan belli, darbeye karşı çıkanlar belli ama bunun mağduriyetini yaşayanlar yine belli, yine biziz. Değişen bir şey yok esasında. “
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Büro Başkanı Mahmut Kar, sorunun temelinin rejim olduğunu belirtti.
“Hükümetin bu mağduriyetleri gidermesi gerekir”
Hükümetin somut adımlar atarak tüm mağduriyetleri gidermesi gerektiğini belirten Kar, “İçeride olanların orada olması bir kaderdir ama bize düşen bu konuda mağduriyetleri, mahkûmiyetleri dile getirmek, hükümeti sorumlu adımlar atmaya çağırmaktır. Bu şekilde sorumluluğumuzu yerine getirmiş olacağız. Bundan sonra sorumluluk hükümetindir. Hükümetin, somut adımlar atarak tüm davalarla alakalı mağduriyetleri gidermesi gerekir. Genel olarak İslam'a ve Müslümanlara karşı yürütülmüş tüm bu yargılamalardan dolayı da bir özür borcu olarak geçmişte kim yapmışsa bunu ‘Onlar size zulmettiler, mağdur ettiler' diyerek Müslümanlardan özür dilemelidir. Bu da hükümetin borcu ve sorumluluğudur.” ifadelerini kullandı.
Gazeteci Nevzat Çiçek ise “Temel meseleyi iki şekilde ele almak gerekir. Birincisi 28 Şubat'ın Müslümanlara bakış açısı. İkincisi ise FETÖ'nün Müslümanlara bakış açısı. Bu ikisinin yaptığı işbirliğinden yani birbirlerini zaman zaman beslemesinden bahsediyoruz. Birincisi yani resmi klasik bakış açısının özeti şuydu. Bu adamlar yani Müslümanları kast ederek söylüyor, İmam hatip okullarının yanı sıra kurdukları dershane, Kur'an kursu ve üniversiteler vasıtasıyla yaygın bir eğitim çalışması yürütüyorlar, irticai faaliyet yürütüyorlar, kendine özgü bir eğitim faaliyeti yürütüyor. Bilinçli olarak kamu alanlarında spesifik hedeflere yöneliyorlar, adam yetiştiriyorlar. Yurt ve pansiyonlar sayesinde barınma olanağı sağlıyorlar, öğrencilere yüklü miktarda burs veriyorlar. Harçlık, eğitim, araç ve gereçleri temin ediyorlar. Dolayısıyla bunların engellenmesi lazım. Bu birincisi resmi bakış açısı. İkincisi ise FETÖ'nün bakış açısı. Fethullah Gülen'e muhalif vakıf, dernek, her kim varsa bunlar bir şekilde pasifize edilecek. Nasıl edilecek? Her türlü kumpasın helal sayıldığı, her türlü çirkefliğin helal sayıldığı, her türlü yöntemin helal sayıldığı bir çalışma alanı. Peki, esas olarak sadece 28 Şubat sorunu mu? Aslında değil. Türkiye'de bunun bir sistem sorunu olduğunu hepimiz biliyoruz. Cumhuriyetin kuruluş dönemlerinden itibaren Esat Efendi'yi, Şeyh Said'i de koyabilirsiniz. Fakat 28 Şubat'ta yapılan muamelelerin orada kesildiğini söyleyemiyorsunuz. Mesele bundan ibaret.” şeklinde konuştu.
Avrupa Birliği uyum yasalarından sonra vakıf ve derneklerin gün yüzüne çıkmaya başladığını söyleyen Çiçek, “Şöyle söylüyorlardı: Biz sivil toplum alanında yapacağımız çalışmalarla daha çok insana ulaşabiliriz. Dolayısıyla bu alanı kullanarak, sivilleşme olgusunu da ön plana çıkararak daha fazla hizmette bulunabiliriz. FETÖ'nün esas İslami dernek ve vakıfları hedefine almasının nedenlerinden biri bu oldu. Çünkü Diyarbakır başta olmak üzere Türkiye'nin her yerinde ve özellikle Peygamber Sevdalıları Platformu'nun öncülüğünde etkinlikler yapmaya başladılar. Daha sonra da farklı yapılarla karşımıza çıkmaya başladılar. Birçok yerde birçok çalışmalar yaptıklarını gördü ve birçok insana ulaştıklarını gördük. Onlar sivilleşmeyi seçtikçe FETÖ onların sivilleşmemesi için ellerinden geleni yapıyordu. Gâh, bazı yerlere dinleme cihazı yerleştiriyordu, gâh bazı yerlerde dernek yöneticilerini kaçırıyordu. Gâh bazı yerlerde camları kırıyordu, çatışma alanları oluşturuyordu. Bu şekilde bu yapıların sivilleşmemesi için en büyük adımları atıyordu. İkincisi aslında bu sivilleşme sistemin de çok işine gelen bir sivilleşme değildi. Çünkü sivilleşme gerçekleştiği takdirde insanların sorgulama ve hesap sorma duyguları daha ön plana çıkıyordu. Bunun tipik örneğini verecek olursak ısrarla sivilleşmek isteyen ve önüne her türlü engel çıkarılan Peygamber Sevdalıları Platformu'ydu. Zaman zaman kendi aramızda ‘Yahu bu adamlar sivilleşmek istemelerine rağmen neden buna engel olunuyor?' diye konuşuyorduk.”
Panelin son konuşmacısı Özgür Der Genel Başkanı Kaya da 28 Şubat'ın ortaya çıkardığı mağduriyetlerin bir an önce giderilmesi gerektiğini söyledi.
“Bugüne kadar devam eden mağduriyetlerin giderilmesi adına herkes üzerine düşeni yapmalıdır”
“Çok önceden gerçekleşmiş olan, yoğun bir şekilde yaşanmış zulümler sırf uzak zamanda yaşandı diye önemsiz görülmemeli.” diyen Kaya, “Bizim basit bir talebimiz var. Kemalist sistemin kuruluşundan bu yana İslam'a olan düşmanlığı ayyuka çıktığı bir süreçti 28 Şubat. Bu sürecin haklılaştırılabilmesi için Müslümanların terörize edilmesi gerekiyordu. Suçlu olarak gösterilmesi gerekiyordu. Bunun yolunu açabilmek için de birtakım olaylar ya kurgulandı ya da yönlendirildi. Çok farklı kesimden Müslümanlar gerici, yobaz, çağ dışı gibi ithamlarla isimlendirildiler ve bu şekilde cezalandırıldılar. Bugün baktığımızda ise 28 Şubat'ı gerçekleştirenlerin bir kısmı yetersiz de olsa yargılanıyorlar. Şu anda 28 Şubat'ın bir darbe olduğu resmen kabul ediliyor. O zaman 28 Şubat'ın ortaya çıkardığı mağduriyetlerin de bir an önce giderilmesi gerekiyor. Bugüne kadar devam eden mağduriyetlerin giderilmesi adına herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Burada sorumluluk sadece hükümete yıkılmamalı, bizler de her çevreden ve camiadan Müslümanlar olarak sesimizi en gür şekilde yükseltmeliyiz.” dedi.
HÜDA PAR İstanbul İl Başkanlığı tarafından düzenlenen “28 Şubat ve FETÖ Yargısı Mağdurları” konulu panel, ikinci oturumunun ardından sona erdi. (M. Hüseyin Temel, Zeki Aras, Mahmut Aydibek – İLKHA)