Herkes her zaman her istediğine sahip olamaz. Bazen talep edilen şeyin ulaşılmaz olması, bazen maddi ya da manevi karşılığının, değerinin çok olması, bazen çok ucuz olsa bile elde edebilme kabiliyet ve yeteneğinin olmayışı mahrum bırakır insanı.
Büyük hedeflere küçük adımlarla da ulaşılabilir. Yeter ki, hedef ve gaye bilinebilsin. Hedef ve gaye bilindikten sonra iş kolaylaşır.
Hırs ve tamaha kaçmadan hedef gözetilmeli; kişi, aklını kullanıp az bir ücretle hedefe ulaşabilmeye çalışmalı, ulaşabileceğine inanmalıdır.
Akıllı insan, bir altınla bir uçak bileti alır, binlerce altın verip de yapılamayacak bir yolculuğu zahmetsizce yapabilir; bir jeton ücretiyle dünyayı ayaklarının altına alabilir.( Üstad Bediüzzaman r.a.)
Bir cennet mesabesindeki bir fuara cüz`i bir bilet ücretiyle girebilir, hepsi onunmuş gibi eğlenebilir.
Ya da yılların emeğiyle meydana getirilen bir bahçeye, bir bostana ücretsiz girebilir her şeyinden yine cüz`i bir ücretle, hepsi onunmuş gibi faydalanabilir.
Evet, cennet ucuz değil; satın alınamaz; fakat aklını kullanmasını bilen, cennetin ulaşılabilirliğine inanan, cennet gibi büyük hedeflere ulaşabilmek için küçük de olsa adım atmasını bilen, cennete girebilir.
Kuşlara bakıp ders almak gerekir; kuş, dünyayı ayakları altına alır, bir uçtan diğer uca tüm dünya kendisininmiş gibi uçar dolaşır; istediği yere konar, istediği şeyden faydalanır. Şimdi, kuşlar çıkıp dese ki; “bütün dünya bizimdir...” Kim karşı çıkabilir? Kim “hayır, senin değil!” diyebilir? Kimse diyemez tabi. Evet, dünyanın mülkiyeti belki kuşların üzerine değil; fakat dünyadan faydalanabilmelerine de bir mani yok. Mülk onun değilse de faydalanması sınırsızdır. O halde mülk onun olmasa ne çıkar? Önemli olan faydalanmak ve istifade etmek değil mi? Fadıl Şani
Keskul
İki Kuruşluk Altın:
Gaznelilerin adil hükümdarı Sultan Mahmud, Gaznin`den kalkıp Hintlilerle savaşa gitti. Hintlilerin kalabalık ordularını görünce, içi sıkıldı. Sultan o gün; “Eğer bu orduya karşı zafer kazanırsam, Burada elime geçen bütün ganimetleri dervişlere dağıtacağım.” diye adakta bulundu.
Nihayet Sultan zafer elde edince, sayısız ganimet ele geçti. Ganimetler akla hayale gelmeyecek kadar çok ve değerliydi. Düşman hezimete uğrayıp ganimet elde edilince, Sultan derhal adamlarından birini çağırdı ve; “Bu ganimetleri dervişlere ulaştır. Çünkü savaş öncesi adakta bulundum, şimdi ahde vefa etmem gerekir.” dedi.
Herkes; “Bunca mal, altın, bir avuç zavallıya nasıl verilir? Ya askerlere ver, çünkü kahramanlık gösterdiler; ya da emret hazineye götürsünler.” diye söylendiler.
Sultan Mahmud`un bu hususta kafası karıştı; bununla onun arasında şaşırıp kaldı.
Ebu`l-Hüseyn adında son derece zeki, fakat aşk ve irfan ehli bir adam vardı. Bu esnada askerlerin arasından geçiyordu. Sultan onu görünce: “Bu adamı yanıma çağırayım, ona sorayım. Ne derse onu yapayım. Çünkü o sultandan da, ordudan da azattır. Söyleyeceği sözü yerinde söyler.” dedi.
Sultan Mahmud Ebu`l-Hüseyn`i çağırdı, sonra da olayı ona anlattı. Ebu`l-Hüseyn dedi ki: “Hak teâlâ sana zafer ihsan etti, işini yoluna koydu, sana murad ettiğin şeyi nasip etti. Var sen iki kuruşluk altını düşünme, sana verilen zaferi düşün.”
Sultan Mahmud tüm ganimeti dağıttı. Sözünü tuttu. “Sultan Mahmud`un akıbeti hayrolsun” duasını kazandı
Feridüdin Attar
FETVALAR
✒SORU: sinir halindeki boşanma geçerli sayılır mı?
CEVAP: Bir kimse eşine üç defa ayrı ayrı “sen benden boşsun” veya “seni boşuyorum” derse eşi kendisinden boşanmış olur. Bu kadın başka bir erkekle evlenip onunla boşanıncaya kadar bir daha kendisine dönemez. Sinir halindeki boşanmayla ilgili ise üç durum vardır;
1-Adam çok sinirlidir, ne dediğini bilmiyordur. İslam âlimlerinin ittifakıyla bu kimsenin durumu mecnun veya aklı yerinde olmayan kimse gibidir ki talakı ve diğer tasarrufları geçerli sayılmaz. Çünkü Peygamber (sav) “Zorlama altında ne boşama olabilir, ne de (köle) âzad etmek” (İbnu Macce) diye buyurmuştur. Bazı âlimler sinir halindeki kimsenin de bir çeşit “zorlanma” durumunda olduğunu söylerler.
2-Sinir halindedir ama ne dediğini biliyordur. Bu kimsenin talakı geçerlidir. Eşi kendisinden boşanmış olur.
3-Sinir halindedir. Ne dediğini biliyordur. Fakat sinir hali geçtikten sonra pişman olmuştur ve yaptığının yanlış olduğu kanaatine varmıştır. Aralarında dört büyük mezhebin de bulunduğu âlimlerin çoğuna göre böyle bir kimsenin nikâhı bozulmuştur. İbnu Teymiyye ve öğrencisi İbnu Kayyim ise bu durumda olan kimsenin eşinden boşanmayacağı görüşüne gitti.
İbnu Teymiyye ve talebesi İbnu Kayyim (Allah kendilerinden razı olsun)`in bu konudaki fetvaları birçok asri âlimin kendilerine dayanarak fetva verdiği önemli meselelerden biri olmuştur. Hatta aile hukuku islami olan bazı Arap devletlerinin yazılı hukuk metinleri de bu fetva üzerinde bina edilmiştir. Abdülkerim Zeydan, Seyyid Sabık, Şeyh Cadd El-Hakk, bazı Ezher Şeyhleri gibi asri alimler de İbnu Teymiyye`nin görüşünü taklit edenler arasındadır. Aynı şekilde ülkelerden Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Birleşik Arap Kanunları Tasarısı, Mısır ve Suriye Ortak Kanunu ve Körfez ülkelerine ait aile hukukunda bu hükme yer verilmiştir.
Allah en doğrusunu bilendir…
o adama “sen Miktat`ın ribasını yedin.” Dedi. (Beyhaki) Bu hadisin senedinde zayıflık vardır. Aynı şekilde bu muamelede bulunan birisi İbnu Ömer`e danışınca kendisini bundan engelledi. 3
Sıhhat derecesi bakımından her iki hadis için de farklı rivayetler bulunmaktadır. Bu sebeple mevcut görüşler arasında bu muameleyi faiz olarak görmeyenlerin görüşü daha isabetli ve yaşadığımız asra daha uygundur.
Allah En Doğrusunu Bilendir…
SURELERİ TANIYALIM
ENBİYA SURESİ:
Sure, temel konu olarak peygamberlerden, onların tevhit davası uğrunda verdikleri mücadelelerden bahsettiği için “enbiya yani peygamberler” adıyla isimlendirilmiştir.
Mekke döneminde inmiştir. 112 ayetten oluşmaktadır. Hicrete yakın bir zaman diliminde müşriklerin baskılarının şiddetlenmesi üzerine vahyedilmiştir. Nüzul sıralamasında 73. Sure olup İbrahim suresinden sonra, Mümin suresinden önce indiği rivayet edilir. Kuran`da başka hiçbir surede bu yoğunlukta peygamber adı anılmaz.
Sure “İnsanların hesab (görme) zamanı yaklaştı. Onlar ise hâlâ gaflet içinde, yan çizip aldırmıyorlar.” ayetiyle bir ikazda bulunarak başlar. İnsan nefsinin eğlence ve rahatlığa meyilli olduğu hatırlatılır devamında. Akabinde Hz. Resulullah`tan başlayarak kısa kısa Peygamberlerden kesitler sunmaya başlar. Mekkeli müşriklerin katılaşan kalpleri ve Peygamber efendimizin onlara karşı takınması gereken tavır büyük bir edeb ile sunulur… Müşriklere, hürmet gösterdikleri İbrahim (as) anlatılır. Putları kırışı, insanları uyarışı ve aslında İbrahim (as)`a asıl tabi olanların kendileri değil de Müslümanlar olduğu onlara hatırlatılır… İshak, Yakup, Lut, Davut, Süleyman, Eyyüp, İsmail, Zülkifl, İdris, Yunus, Zekeriya aleyhisselam… bütün bu peygamberlerin hatırlanması ve tanınması istenir. Yecüc ve Mecücten kısaca bahsedilir ve tekrar nasihatler edilir… “ Şüphesiz bu Kur`ân`da kulluk eden kimseler için kâfi bir öğüt vardır.” ayeti Kuran`ın en can alıcı ayetlerin biri olarak takdim edilir.
Sure, son olarak “Ey Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet ve Rabbimiz O Rahmân`dır ki, isnad ettiğiniz (yalan) vasıflarınıza karşı yardımına sığınılacak olan ancak O`dur. “ ayetiyle müşriklere son bir ikaz ile nihayete erer…
Rabbimiz en doğrusunu söylemiştir…
EL-KÂBİD
Allah`ın güzel isimlerinden olan el Kâbıd, kabzeden, dilediğine rızkı daraltan, dilediğini sıkan, rızıkları belli ölçüde veren ve ruhları alan anlamlarına gelmektedir.
Allah (cc), insanoğlunu yeryüzüne imtihan için göndermiştir.
“ Muhakkak ki, ölüm tehlikesiyle, korku ve açlıkla, mal, can ve yiyecek, içecek gibi ürünlerin azaltılmasıyla sizi sınayacağız. Ama zorluklara karşı sabredip sebat ve dayanıklılık gösterenlere iyliklerin geleceğini müjdele.” (Bakara – 155)
İşte imtihan gereği ayeti kerimede zikredilen bu ve benzeri sıkıntılar El-Kabıd isminin tecellisidir…
Bundan anlıyoruz ki iflas eden, aile efradından birilerini kaybeden, borcunu ödeyemeyen, malını kaybeden, işten çıkartılan, maddi sıkıntılar içinde daralan kimselerde Allah`ın Kâbıd ismi tecelli etmektedir. Ona dünyanın geçici olduğunu hissettirmek için bu süreçten geçirdiği gibi, yaptığı bir yanlıştan geri adım atmasını istediği için de bunları yaşatıyor olabilir. Veyahut bollukta kendisine şükreden bir kulun derecelerini yükseltmek için darlıkta da imtihan eder… Bu tamamen Allah`ın istediği gibi işleyen bir süreç…
Kâbıd ismi maddi âlemde böyle tecelli ettiği gibi, bazen de manevi âlemde tecelli eder; kul bu tecelli ile koca dünyaya sığmaz bir hale gelir, içi sıkılır, kalbi daralır, ruhu sanki bir kafesteymiş gibi çırpınır.
Bu tecelli ile kul kendi fakrini aczini anlar, aczini hisseder yüce Rahman`ın kapısını dua ve niyaz ile çalar, Allah`a iltica eder, ona sığınır. Demek Kâbıd isminin tecellisi, dua ve niyaza bir davettir. Hakikaten darlık ve sıkıntı olmazsa insan Rabbini unutabilir, kendi göklere çıkarıp büyüklenebilir…
Günlük yaşantımızda El-Kabıd ismi şerifinin tecellisi ile o kadar karşılaşıyoruz ki… Mesela yağmurların yağmaması (kuraklık) da Kâbıd isminin bir tecellisidir. Bazen olur ki Allah Teala kimi yerlere yağmur yağdırmaz, kimi yerlere az yağdırır. Âdeta yağmuru tutar, kabzeder.
Veyahut daha sık rastlanan şekli ile sıkışan bir trafik, öğrenilmeye çalışılan bir meselenin anlaşılamaması ve kişiye zorlaştırılması, mahsullerin bir felaket ile helak olması, toprağın kuraklaşıp ekinlerin bitmemesi, işlerin yolunda gitmemesi ve daha birçok sıkıntı insana acziyetini göstermek için birer vesiledir. İşte bütün bunlar El-Kabıd isminin tecellisidir.
Bu isim dünyada böyle tecelli ettiği gibi, ruhun ölümünde de tecelli eder. Her ölen ve ruhu kabzedilen mahlûk, Allah`ın Kâbıd ismine ayna olmuştur. Aynı zamanda ölümün kardeşi olan uykuda da tecelli etmektedir. Uyku esnasında ruhlar tutulur. Eceli gelenlerin ruhu bırakılmazken, eceli gelmeyenlerin ruhları bedenlere iade edilir. Bunun ölümden tek farkı, ölümde ruhun tamamen çıkması, uykuda ise ruhun bedenle olan irtibatının tamamen kesilmemesidir. İşte uykudaki ruhların tutulması da Kâbıd isminin bir tecellisidir.