FADIL ŞANİ
İnsanlar düşünebilen akıllı varlıklardır. İyi ve kötüyü; helal ve haramı; güzel ile çirkini… Her şeyi düşünür, düşünebilir. Bazen istemediği, düşünmekten kendisinin bile nefret ettiği şeyler bile düşüncesine gelebilir; zihnini ve hayal âlemini bulandırabilir.
Evet, insanlar düşünmekten kendilerini alıkoyamayabilirler. Bunun, her ne kadar manevi- ruhi iç âlemlerine zarar verebilme tehlikesi büyükse de zahirde bir sorumluluk ve vebal gerektirmez.
Ne zaman sorumluluk ve vebal gerektirir?
Ne zaman ki, kişi düşündüğünü söylese ya da daha ilerisi fiiliyata geçirse… İşte o zaman suç ve ceza kapsamına girer.
Evet, insanlar düşündükleri her şeyi söylememelidirler. Düşündüklerinin bir kısmını içinde hapsedebilmelidirler. İçinde hapsetme kabiliyetlerini geliştirmeye çalışmalıdırlar.
Hazreti Ali (k.v.); “Söz sende olduğu sürece o senin esirindir. Ne zaman ki, söz senden çıktı, artık sen onun (söylediğinin) esiri olursun…” demiştir.
İnsanlar düşündüklerinin hesabını vermeyebilirler; ancak boğazlarından dışarıya çıkmalarına izin verdikler sözlerinin hesabını vermek zorundadırlar. Ya saatlerce yanlış anlaşıldığını ispatlamak için dil dökecek, ya da kendini temize çıkaramayıp söylediğinin hesabını verecek.
İnsanlar sadece düşünebilen varlıklar değil, düşünebilen akıllı varlıklardır. Madem insan akıllı bir varlıktır; o zaman düşüncelerini söylemeden önce akıl süzgecinden geçirmeli, sonra boğazın geri dönüşü olmayan tüneline göndermelidir ki; söz güvenle ve akıllıca dışarı çıksın.
Evet, işte düşünen akıllı varlıklar ile düşünemeyen akılsız varlıkların farkı budur.
Keşkul
Hz.Ali ve tövbe:
Bir gün bedevilerden biri mescidi nebeviye geldi ve: “Estağfurullah ve etûbu ileyk” (Allah`ım, beni bağışlamanı dilerim ve Sana tevbe ve istiğfar ediyorum) diyerek, namaz kılmaya başladı. Bunu gören Hazreti Ali, adam namazını bitirince ona: “Yalnızca dil ile çabuk çabuk geçiştirerek tevbe etme. Doğru bir şekilde tevbe et. Acele tevbe dürüstlükten nasibi olmayanların tevbesidir. Senin tevben, tevbeye muhtaçtır.” dedi. Bunun üzerine o adam: “Ey Müminlerin emiri, o halde nasıl tevbe edeyim? Tevbe nedir?” diye sordu. Bunun üzerine Hazreti Ali (ra) şöyle buyurdu:
“Tevbe, şu altı şey ile mümkün olur;
1-Geçmişte işlenmiş olan günahlardan pişman olmak ve yerine getirilmemiş farzları kaza etmek,
2- Başkalarına haksızlık ve eziyet etmeyi bırakmak,
3- Husumet ve düşmanlığı terk etmek,
4- Günah ve kabahatler içerisinde büyüyen nefsi, Allah`a itaat içerisinde küçültüp ona hiçliğini kabul ettirmek,
5- İtaatsizlik ve günah işlemenin sözde tadını çıkaran nefse, itaat edip günahlardan uzak durmanın acılığını da tattırmak,
6- Gülüşlerinden her birine bedel olmak üzere, ağlamaktır.” (Tefsirül Kadı Beyzavî, c. 3, s. 515)
FETVALAR
✒SORU: Doğacak çocuğun cinsiyetini belirlemek caiz midir?
CEVAP: Gebelikten önce uygulanan bazı yöntemlerle bebeğin cinsiyetinin belirlenmesi eskiden günümüze kadar konuşulan ve ilgi çeken konulardan biri olmuştur. Bundan dolayı her toplumda bu konu ile ilgili çeşitli yöntemler mevcuttur. Bu yöntemlerin bazıları tamamen söylentiden ibaretken, tıp desteğiyle gerçekleşen diğer bazı uygulamalar da bilfiil etkisini göstermiş, cinsiyet belirlemede etkili olmuştur. Günümüzde bebeğin cinsiyetini belirlemek için kullanılan en gelişmiş ve kesin tanı yöntemi PGD (Prekonsepsiyonel Genetik Tanı - PGT) yöntemidir. Laboratuvar ortamında uygulanan bu yöntemle tüp bebek işlemleri sırasında döllenmiş embriyodan bir hücre alınarak incelenir ve cinsiyetin yanı sıra kromozomal hastalıklar da araştırılır. Eğer hücre istenilen cinsiyette ise embriyo anne rahmine yerleştirilir.
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah`ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir. Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de kısır yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü yetendir. (Şurâ 49, 50)
Çocukların cinsiyet tayini hatta olup olmaması tamamen Allah`ın iradesiyle gerçekleşen bir durumdur. Evli çiftlerin mevcut yöntemleri uygulayarak ceninleri cinsiyetini tayin etmeleri yukarıda zikredilen ayeti münafi bir durum değildir. Böyle bir durum kadere müdahil olma ya da rahimde olanı bilme iddiası anlamında değildir. Bilakis esbaba başvurmaktır. Bir şeyi irade ederken sebeplere başvurmak Allah`ın izin verdiği bir durumdur. Sahabeler eşleri hamile kalmasın diye azil sebebine başvururlardı. Allah Resulü de buna sessiz kalırdı.
Aralarında Yusuf Kardavi, Mustafa Zerka, Abdullah Bessam, Abdullah Bin Beyyih, Ürdün Fetva Meclisi, Kuveyt Vakıflar Bakanlığına bağlı Fetva Komisyonu gibi asri âlim ve ilmi kuruluşlar cinsiyet belirlemenin caiz olduğu görüşüne gidenler arasındadır.
Bununla birlikte gerekli bir ihtiyaç olmaksızın bu yöntemlere başvurulmasını tavsiye etmiyoruz. Başta, içerisinde yaşadığımız bölge olmak üzere bazı ülkelerde erkek çocuklara ciddi rağbet vardır. Bu rağbetten dolayı erkek çocuk oluşumu için cinsiyet belirleme, gelecek nesiller için tehlike meydana getirebilir. Aynı şekilde bu uygulamalara fetva vermeyen asrî âlimleri de düşünürsek kalbi itmi`nan için bu yollara başvurmamak daha isabetli olacaktır.
SURELERİ TANIYALIM
MERYEM SURESİ:
Sure, ismini 16-40. ayetlere konu olan Hz. Meryem`in Hz. İsa`yı dünyaya getirişinin anlatıldığı kıssadan alır. Bu surede ağırlıklı olarak Hz. Meryem ve Oğlu Hz. İsa işlenmiştir.
Mekke döneminde nazil olmuştur. Bazı tefsir âlimlerine göre 58 ve 71. ayetler Medine döneminde inmiştir. 98 ayetten oluşmaktadır. Nüzul sıralamasında 44. Sure olup, Fâtır suresinden sonra, Ta-ha suresinden önce indiği rivayet edilmektedir.
Necaşi tarafından Habeşistan`a hicret eden Müslümanlara Hz. İsa hakkında sorulunca, Cafer b. Ebi Talip söz ister ve Meryem suresinden okumaya başlar. Bunun üzerine Necaşi ağlamaya başlar ve bunun hak söz olduğunu tasdik eder…
Sure “Kâf Hâ Yâ Ayn Sâd.” Harfleri ile başlar. Ardından Zekeriya (as) ‘dan ve kendisine bahşedilen Yahya peygamberden övgüyle bahseder… Kendisine “Ey Yahya kitaba sımsıkı sarıl” denerek İlmin önemi vurgulanır…
Ardından Hz. Meryem devreye girer ve tertemiz oluşu, iffeti, hayası vurgulanır. Hz. İsa`nın doğumu müjdelenir… Bunun karşısında İsrail oğullarının takındığı çirkin tavır sergilenir… İsrail oğullarının güzide insan Hz. Meryem`le olan edepsiz diyalogları tane tane sunulur… Ve büyük mucize gerçekleşir, Hz. İsa beşikte konuşmaya başlar.
“Bebek şöyle konuştu: “Şüphesiz ben Allah`ın kuluyum. Bana kitabı (İncil`i) verdi ve beni bir peygamber yaptı. Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekatı emretti. Beni anama saygılı kıldı. Beni azgın bir zorba kılmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selâm (esenlik verilmiştir).” (Meryem -30,33)
Rabbimizin nasihatleri ile devam ederken Hz. İbrahim`den, Hz. Musa`dan bahseder…
Ve son olarak helak olan kavimlere atıfta bulunarak, “Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Onlardan hiçbirini hissediyor yahut onların bir fısıltısını olsun işitiyor musun?” ayetiyle nihayete eriyor…
EL-FETTAH
Allah`ın güzel isimlerinden olan el Fettah, her türlü sıkıntıları gideren, darlıktan kurtaran, en adil hükümleri veren, mümin kullarına zaferler ve fetihler yaşatan her türlü iyiliği ihsan eden anlamlarına gelmektedir.
Allah (cc) El-Fettah`tır. Fettah arapça f-t-h kökünden türemiş olup açan anlamına gelmektedir. Bu durumda El-Fettah hayır kapılarını müminlere açandır. Maddi ve manevi her türlü darlık ve sıkıntı esnasında selamet kapılarını sonuna kadar aralayandır.
El-Fettah isminin tecellisi olmasaydı dünyadaki bütün işler birbirine karışır, yaşam akamete uğrardı. Ancak bu ismin tecellisi iledir ki insanın “artık yeter” dediği yerde başka kapılar aralanır ve hayat bir şekilde devam eder. Aksi takdirde bir yakını ölen, ticaretinde iflas eden, kazada elini-kolunu kaybeden felç olan kişiler buna dayanamaz hayatlarına son verirlerdi. Fettah olan Allah onlara sabır ve dayanma gücü vermiş başka yaşam kapılarını açmıştır. Önemli olan kişinin Rabbine tevekkül edip, hayatın bir imtihan diyarı olduğunu unutmamasıdır.
El- Fettah ismi ile günahkârlara tövbe kapısı aralanır. Pişman olma, kendini yenileme imkânı verilir.
Bu isimle fetihler gerçekleştirilir. Peygamber (as)`ın Mekke`yi, Hz. Ömer`in İran`ı, Selahaddin`i Eyyubi`nin Kudüs`ü, Fatih Sultan Mehmet`in İstanbul`u fethetmesinin ardındaki sırdır bu isim…
Sadece toprak fetihleri değil kalp-gönül fetihleri de bu ismin tecellisiyledir. Bir İslam davetçisi bu ismin hürmetine insanların kalplerini İslam`a açabilir, gönüller fethedebilir. Yeter ki "El-Fettah" ismi ile hareket etsin…
Toprağın altındaki tohum “Ya Fettah” diyerek toprağı çatlatıp yeryüzüne çıkar…
Ağaçta ki meyve “Ya Fettah” der ve çiçek açmaya başlar…
Yumurtadaki kuş “Ya Fettah” der…
Kozalaktaki kelebek “Ya Fettah” der…
Güneş “Ya Fettah” der…
Bütün kainat “Ya Fettah” der ve yeni bir âleme geçiş yapar…
O halde Ey gafil insan! sen de “Ya Fettah” de ve her güne bereketle başla…