HABER / ANALİZ

ABD`nin, arka bahçesi kabul edegeldiği Latin Amerika`da hükümetlerin doğrudan askeri müdahalelerle olmasa da uyduruk yolsuzluk iddialarıyla devrilmesini önceleyen politikalarından kolay kolay vazgeçmeyeceği anlaşılıyor.

Amerika Birleşik Devletleri`nin Latin Amerika`ya yönelik politikasını, bir Cumhuriyetçi olan Başkan James Monroe`nun adıyla anılan yaklaşık iki yüzyıllık doktrin oluşturuyor.

Bu doktrin ilk planda Washington`un, bağımsızlığını kazanan Latin Amerika ülkeleriyle birlikte Avrupalı sömürgecilere karşı dayanışma içine girmesi demekti. Bir başka Cumhuriyetçi Başkan Theodore Roosevelt 1904`te Kongre`de yaptığı konuşmayla, Monroe doktrinine resmen yayılmacı bir içerik kazandırmış oldu.

Roosevelt`in mimarı olduğu yeni Latin Amerika politikası bölgedeki ülkelere sopa gösterilerek Washington`un isteklerini sert güç kullanmaya gerek kalmadan yapmalarını sağlamaktan ibaretti. Ama uygulamada sopa göstermek yeterli olmadığından olsa gerek, ABD bazı bölge ülkelerine (Meksika, Haiti ve Nikaragua) askeri müdahalede de bulundu.

ABD`nin ideolojik savaştaki ilk müdahalesi, Fidel Castro`nun Küba devrimine karşı gerçekleşti. Demokrat Başkan John F. Kennedy döneminde, sürgündeki Kübalıların Domuzlar Körfezi`ne (Playa Giron) gerçekleştirdiği çıkarma ve işgal girişimine askeri destek verildi. Washington bundan sonraki dönemde de Latin Amerika ülkelerinde sadece devrimle (Nikaragua) değil, ayrıca seçimle (Şili) de iktidara gelen sol hükümetlere karşı, Moskova eksenine kaymalarını önlemek gerekçesiyle, CIA ve diğer gizli servisleriyle kanlı askeri darbeler düzenledi, faşist hükümetler ve diktatörlükler kurdurdu.

MONROE DOKTRİNİ BİTTİ Mİ?

Berlin duvarının yıkılmasıyla birlikte Sovyet bloğunun çökmesi, 90`lı yıllardan itibaren Washington`un bölge ülkelerine ideolojik gerekçelerle müdahalelerini azalttı belki ama hiçbir Amerikan siyasetçisi 18 Kasım 2013`e kadar Monroe doktrininin sona erdiğine ilişkin bir açıklama yapmadı. O tarihte ise Demokrat Dışişleri Bakanı John Kerry, Amerikan Devletleri Örgütü`nün (OEA) Washington`da yaptığı toplantıda açıkça “Monroe doktrini bitti” dedi ve bundan böyle hükümetinin bölgede ortak çıkarlara dayalı ikili ilişkiler geliştirmekten yana olduğunu vurguladı.

Amerikalı strateji uzmanı gazeteci Wayne Madsen, John Kerry`nin söz konusu açıklamasının gerçeği yansıtmadığını söylüyor. Madsen “Monroe doktrini Obama doktrini oldu” başlıklı yazısında özetle ABD`nin Obama ile Latin Amerika`ya müdahaleden vazgeçmediği, sadece yöntem değiştirdiği görüşünü savunuyor.

‘BEYAZ ELDİVENLİ DARBE`

ABD`nin Latin Amerika politikası hakkında Şili asıllı İspanyol Profesör Marcos Roitman Rosenmann`ın da benzer bir görüşü var. SSCB`nin yıkılmasıyla birlikte, Latin Amerika`da askeri darbelerin sona erdiği, nispi bir sükûnet döneminin yaşandığına işaret eden Profesör Roitman`a göre, ABD ile bağlantılı küresel güçler ya da çok uluslu şirketler, uluslararası banka ve kuruluşlardan oluşan Troika, Madsen`in söz ettiği yeni kuşak darbeleri çoktan başlatmış bulunuyor. Roitman, psikolojik savaş ve medya silahını kullanan bu darbelerin hedefinin, düşman ülkelerin siyasi ve ekonomik istikrarını bozmak olduğunu vurguluyor.

Profesör Roitman`a göre, beyaz eldivenli ilk darbe, Cumhuriyetçi Başkan George W. Bush döneminde, Venezuela`da Chávez rejimine karşı 2002`de sahneye konuluyor ama bilindiği gibi başarıya ulaşamıyor.

Bununla birlikte, yeni kuşak darbelerin diğer örneklerine Obama döneminde rastlandığı da bir gerçek. Bunlardan ilki Bayan Clinton`un Dışişleri Bakanlığı döneminde, Honduras Devlet Başkanı Manuel Zelaya`ya karşı 2009`da düzenlenen darbe. İkincisi Paraguay Devlet Başkanı Fernando Lugo`nun Kongre tarafından 2012`de görevden uzaklaştırılması ki Latin Amerika`da ilk “Meclis darbesi” olarak biliniyor. Üçüncüsü Brezilya Devlet Başkanı Bayan Dilma Rousseff`in, Kongre tarafından “azil” yöntemi işletilmek suretiyle görevden alınması. Bu son darbe, Kerry`nin Monroe doktrininin bittiğine ilişkin sözlerini tartışılır kılıyor kuşkusuz.

TRUMP NASIL BİR LATİN AMERİKA POLİTİKASI İZLER?

Donald Trump`ın Latin Amerika politikasında, genelde dış politikasında olduğu gibi, bazı belirsizlikler var. Yeni başkanın danışmanlarından Joe Schultz`un Latin Amerika politikasına ilişkin olarak verdiği ipucu şu cümleden ibaret: “Her ülkeyle ayrı ayrı ve saygı göstererek politika geliştirmek.” Bu aslında Trump`ın dünyaya bakışını özetleyen “America first” yaklaşımının Latin Amerika`ya yansımasından başka bir şey değil. Trump`ın ABD`yi mümkün olduğu ölçüde içe döndüreceği ve dünyada daha az müdahaleci olacağı beklenebilir. Ama bu içe dönüşün Monroe doktrininin yeni sürümlerini tümüyle askıya alıp almayacağını zaman gösterecek.