HABER/ANALİZ

Tıpkı Brexit gibi, 2016 ABD başkanlık seçimi de, bahis ve istatistik sitelerini olduğu kadar neticeye dair tahminleri de altüst etti.

Ortaya çıkan sonuç, tahminlerin yanılma payı dahilinde olsa da, Trump`a oy veren bazı eyaletler Clinton`ın kazanacağı yerler olarak öngörülmüştü. Kuzeydoğu ve Kaliforniya`daki şehirlerden gelen oylar sayesinde Clinton genel halk desteğini neredeyse kesin bir şekilde kazandı, böylece Seçiciler Kurulu`nu kazanarak başkan olan kişi son 16 senede ikinci keredir halkın çoğunluğunun desteğini kazanamamış oluyor. Bu iki seçimde de Demokrat aday sistemin kurbanı oldu, fakat bu sonuç, [en azından] Trump destekçilerinin haddinden fazla kibirlenmesinin önüne geçse gerek.

Yapılan seçimin sonuç haritasında göz gezdiren bir kişi, bahsedilen bloğu net bir şekilde teşhis edebilir. Rocky Dağları`ndan güney ve güneydoğu eyaletlerine uzanan bir hat boyunca uzun bir eyalet dizisi istikrarlı bir şekilde Cumhuriyetçi Parti`ye oy veriyor.

Bu eyaletler aynı zamanda daha kırsal bir nüfustan oluşuyor. Kuzeydoğu ve batı sahili eyaletleri geleneksel olarak liberalizmin kaleleridir. İşte bu yüzden ‘gidip-gelen eyaletler` orta batı`da olma eğiliminde. Orta batı`nın sanayileşmiş eyaletleri, genelde daha şehirli, liberal fikirli ve emekçi bir nüfusa sahip olduğu için, Demokratlara oy verebiliyor, fakat orta batı`nın çalışan sınıfı son yıllarda Demokrat Parti`den kayıp gitmekte. Bu seçimlerde o orta batı eyaletlerinin çoğunu Trump kazandı.

Eldeki verilere göre ABD ekonomisi büyüyor olsa da orta batı seçmeni, seçimden önce tahminlerde bulunanlara, ya bu verilere inanmadıklarını ya da verilerin işaret ettiği iyileşmeyi yaşamadıklarını böylece belirtmiş oldular ve Trump da [kampanyası boyunca] ticaret meselesinin üstünde çok yoğun bir şekilde durdu. Ekonominin performansı, geleneksel olarak ABD başkanlık seçim sonuçlarının güvenilir bir tahmin unsurudur ve bu seçimde de ekonominin performans seviyesine dair algı gibi basit bir unsur, Clinton`ın birkaç önemli orta batı eyaletini kaybetmesinin sebebi olabilir.

Belgesel yapımcısı Michael Moore, birkaç ay evvel yazdığı ve içinde adeta kahince yaptığı öngörülerin tamamı doğru çıkan makalesinde, [ABD`nin mevcut] ticaret politikasının orta batı`nın sanayileşmiş eyaletlerini nasıl etkilediğine dair yaptığı analizlerle seçimi Trump`ın kazanacağını öngörmüştü. Moore, Trump`ın yapması gereken tek şeyin Pennsylvania, Ohio, Michigan ve Wisconsin eyaletlerinden oluşan ve bölgenin paslanan, terk edilmiş sanayi altyapısı dolayısıyla “Paslanma Kuşağı” olarak bilinen eyaletleri kazanmak olduğunu söylüyor makalesinde.

Türkiye`de bulunan bizler ise endişelenmeliyiz. Trump başkanlığındaki Türk-Amerikan ilişkileri, bir bakış açısıyla, belirli süre bir bilinmeyen olarak kalacaktır. Bunun temel sebebi de Trump`ın, dış politika konularında - kelimenin tam anlamıyla - ‘sıfır` tecrübeye sahip olması. Hatta Trump`ın hiçbir siyaset tecrübesi bulunmuyor, zira daha önce böyle bir kamu görevine bir kere bile seçilmemişti. Netice olarak Trump`ın, kampanyası boyunca dış politikayla ilgili yaptığı açıklamalar, politikasının gerçekte ne olacağıyla ilgili mutlak göstergeler olarak alınmamalı.

Trump`ın dış politika konusundaki başdanışmanı olan Walid Phares, geçtiğimiz günlerde bir Amerikan-Türk konseyinin toplantısında yaptığı konuşmada Trump`ın Fetullah Gülen kültüyle Clinton kampanyası arasındaki muhtemel bağları inceleyeceğini ve “Türkiye`yle daha yakın ilişkiler” kurmak istediğini söyleyerek Türk basınında bir heyecan oluşturdu.

Daha da huzur kaçırıcı diğer bir ihtimal ise bizzat şimdiki zamanı ilgilendiriyor. Trump Cumhuriyetçi aday olduğu fakat hiçbir dış politika tecrübesi bulunmadığı için, Washington D.C.`deki ‘yeni-muhafazakar` yani neo-con dış politika gruplarının, yeni yönetimde etkin konumlara gelme konusunda büyük istek göstermesini bekleyebiliriz.

American Enterprise Institute (AEI) ve the Heritage Foundation gibi neo-con düşünce kuruluşları, geçtiğimiz sekiz yıl süresince iktidar odağının koridorlarından uzak tutulmuştu. Buna rağmen güçlerinden bir şey kaybetmediler ve Cumhuriyetçi bir başkanın yönetiminde dış politika tartışmalarında yeniden nüfuz kazanacaklar. ABD seçimlerinin netlik kazanmasını takip eden saatlerde, Trump`ın neo-con dış politika gruplarından toplantı için randevular talep edeceğini öneren makaleler hemen birer birer sökün etti.

Trump`ın dışişleri bakanı tercihi de çok yakından irdelenecektir, çünkü dış politika konularındaki tecrübesizliği ve bilgisizliği kuvvetle muhtemel dışişleri bakanına siyasi kararlarla ilgili daha fazla nüfuz, hatta bağımsızlık kazandıracaktır. Son olarak, Trump ayrıca Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin`e hayranlığını ifade etmiş ve Trump kampanyası Rusya`yla bağlantılı olmakla itham edilmişti. Washington ve Moskova arasındaki ilişkiler muhakkak ki bir Hillary Clinton başkanlığına göre farklı şekillenecektir ve bunun da Doğu Akdeniz`de doğrudan etkileri olacaktır.