Hüseyin Sağlam / Araştırma - Analiz
Türkiye, 15 Temmuz`la birlikte çok farklı bir mecraya girmiş durumda. İç politikadan dış politikaya kadar her alanda alışılanın aksine bir süreç yaşanıyor.
FETO`ya yönelen operasyonlarda her gün yeni bilgiler, yeni bulgular; insanı hayretler içerisinde bırakan kumpas türleri ve bu türler etrafında yazılamayan, ancak fısıltılar şeklinde dolaşan çok enteresan anekdotlar dile getirilmektedir.
Gazetemizi takip edenler bilir: 1990`lı yıllarda dönemin derin odaklarının Kürt illerinde yürüttükleri karanlık uygulamalar uzun süre yayınlanmış, ancak yüzde yüz gerçek olan o ifşaatlar maalesef karar mekânizmaları nezdinde hiçbir karşılık görmemişti.
Değişen konjonktüre göre kumpasçılar belki kimlik değiştirir, belki yöntem geliştirir, ancak huylu huyundan vazgeçmez misali, asla kumpasçı alışkanlıklarını değiştirmezler. 1990`lı yıllarda “JİTEM” etiketi altında girişilen kumpaslar, son döneme damga vuran FETO ifşaatlarına bakılırsa bitmemiş, sadece kılık değiştirerek bir tür etiket mutasyonuyla günümüze kadar gelmişlerdir. Dün kullanışlı olan “Jitem etiketi” iken, bugün kullanışlı bir hal alan “FETO etiketiyle” aynı icraatlarına kaldıkları yerden devam etmişlerdir.
Geçen günlerde BB Yardımcısı Numan KURTULMUŞ, kumpasların olmazsa olmazı olan FETO ahlaksızlığına vurgu yaparken bir bayan milletvekilinin yaşadıklarını isim vermeden zikretmiş, o vekilin banyo yaparken çekilen görüntülerinin nasıl bir şantaj aracına dönüştürüldüğünü açıklamıştı. Kumpasçı odakların; kimilerinin giriştiği gayrı meşru ilişkiler üzerinden ne denli şantaja yöneldiklerini az çok duymuş, belki de gayri meşruluklarından dolayı oh bile çekmişizdir. Oysa FETO kumpaslarında kişi veya ailelerin mahremine girilerek elde edilen şantaj materyalleri öne çıkmaktadır ki, bu husus etrafında kulaktan kulağa yayılan ve özellikle siyaset ve bürokrasiyi hedef alan şantaj fısıltılarını herhalde duymayanımız kalmamıştır.
Hani bazen bazı şeyleri duyunca “Yahu şu kocaman adamlar nasıl oluyor da bu şebekeye bu denli bağlanmış” diye mırıldanıyoruz ya, tabii ki bu “bağlanmanın” farklı sebeplerinin olması yanında “Gönüllü bağlanma” da azımsanacak ölçüde değildir.
Ama öyle “bağlanmalar” vardır ki, hayatın olağan akışı içerisinde asla bunu bir yere oturtmak bir türlü mümkün olmuyor.
Lafı fazla dolandırmadan yakın zamanda “sağlam kaynaktan” duyduğum/dinlediğim bir “fısıltıyı” paylaşmak istiyorum.
Bir ilimizde bulunan ve “kalbur üstü” diye tabir edeceğimiz bir grup esnaf ve iş adamı, yapılan bir organizasyonla Antalya`ya götürülüyor. Amaç, gezmek, görmek, “Hizmet`in” engin ufuklarına yelken açmak…
Antalya`ya gidilir. Bu arada “Hizmet`e özel” bir otel konaklama mekânı olarak seçilir. Akşam olunca “misafirler” otele gelirler. Bu arada bir otel yetkilisi misafirlere “Alufte” teklifinde bulunur. Kaç kişi bu teklifi kabul ediyor bilemem, ama kabul edenler de çıkar. Derken gecenin bir saatinde danışıklı bir polis baskını yaşanır. Baskın, kameralar, çekimler derken rezalet diz boyuna çıkar. Senaryo tıkır tıkır işlemeye devam eder. Araya giren “Hizmet`in kudretli eli” duruma hâkim olur, görüntülere el konulduğu garantisi verilir ve “misafirler” bir kez daha “Hizmet`e” minnettar bırakılır!
Hepsi bu kadar mı? Değil!
Asıl mesele bundan sonra başlar. “Misafirler” memlekete döner, belli bir zaman geçer. Günlerden bir gün “Hizmet`e minnettar kalan” birinin işyerine yine “Hizmet`in bir mahdumu” teşrif eder: “Abilerin selamı var. Paraya acil ihtiyaç var. Abiler himmet talebinde bulunurlar!”
Mekân sahibi, ne kadar istendiğini sorunca aldığı cevap dudak uçuklatacak cinsten olur. Adam çılgına döner, bu kadar parayı nereden bulacağım der, kızar, bağırır, çağırır ve “Hizmet mahdumunu” bir daha mekâna uğramayacak şekilde kovar.
Aradan bir zaman dilimi geçer. “Hizmet mahdumu” tekrar “Abilerin selamıyla” mekâna dalar. İstenen meblağ yine aynı. Mekân sahibinin cinleri bir kez daha tepesine çıkar, ben sana bir daha gelmeyeceksin demedim mi, hatırlatmasında bulunur. Mahdumu kovmak üzereyken yumuşacık bir üslupla mekân sahibine şu hatırlatma yapılır: “Abiler selam söyledi. Ayrıca Antalya`yı bir kez daha düşünsün dediler!”
Adam koltuğuna yığılıverir, işlediği haltlar film şeridi gibi gözlerinde canlanmaya başlar. Bir taraftan ciddi bir meblağ, diğer taraftan karşı karşıya kaldığı şantaj! Nihayet kararını verir; Mahdumu bir kez daha kovmakla kalmaz, kendi usulünce “Abilere de” olmadık selamlar yollar.
Düşünür, taşınır, beraber oldukları Antalya kurbanı yol arkadaşlarından bazılarını yoklamaya başlar. Karşılaştığı manzara berbat! Tüm kurbanlar tıpış tıpış!
Kendisi ise “hizaya girmemeye” kararlıdır, ancak yaşadığı yerde artık barınamayacağının da farkındadır. İşini, işyerini tasfiye eder, izini kaybettirmek için başka diyarlara göç etmekte çareyi bulur. Ta ki FETO operasyonlarına kadar.
“FETO etiketli” bu hadiseyi dinlerken daha önce de gazetemizde yer alan 1990`lı yılların benzer bir hadisesi gözümde canlanıverdi.
O dönem “JİTEM etiketiyle” yapılan benzer bir kumpas hadisesi, Nusaybin-Van hattında cereyan etmişti. Kimi imamlar üzerinden bir grup İmam bir araya getirilir ve gezmek, görmek için Van`a bir seyahat yapma fikri ortaya çıkar. İmamlar grup halinde Van`a giderler. Gece bir otelde konaklarlarken gecenin geç saatlerinde organize edilen bir grup alufte imamlara musallat edilir. Eş zamanlı olarak gerçekleşen polis baskını, kameralar, çekimler derken imamlar neye uğradıklarını şaşırırlar. Yine araya “kudretli bir el” girer, görüntülere el konulur. Tabii ki bazı teklifler karşılığında.
1990`lı yıllarda Van!
2000`li yıllarda Antalya!
Mantık aynı, kumpas aynı, senaryo aynı. Büyük ihtimalle senaryoyu yazıp çizen, hatta uygulayan aktörler de aynı. Tek fark ise senaristin etiketi.
Bu durumda şunu sormadan geçemeyiz;
JİTEM mi FETO`laştı; FETO`mu JİTEM`leşti?!
Aslında uygulama, mantık, karakter gibi faktörler göz önüne alındığında değişen şey, kirli yapılanmanın kendisi değil, sadece ismidir.