MOSKOVA - Washington ile Moskova`nın Suriye konusunda özellikle son bir yıldır yoğun bir şekilde yürüttükleri müzakerelerde varılan 12 Eylül tarihli son ateşkesin de suya düşmesi Suriye`yi de aşan bir krizin ayak seslerinin duyulmasına yol açtı. Ateşkesin başlamasının hemen akabinde öncelikle Deyr ez-Zur`da Esed ordusunun ABD tarafından “yanlışlıkla” vurulması ve sonrasında Halep`e giden insani yardım konvoyunun hedef alınmasıyla Suriye konusunda küresel aktörler düzeyindeki ikili siyasi müzakereler son bulmakla kalmadı, Washington ile Moskova arasındaki ilişkiler de Soğuk Savaş sonrası yeni dip seviyesini görmüş oldu.
ABD, Suriye hava sahasında Amerikan ve Rus uçaklarının karşı karşıya gelmemesi için açık bıraktığı doğrudan askeri kanallar hariç Moskova`yla Suriye`deki siyasi temaslarını tamamen durdurduğunu açıkladı. Suriye krizi dolayısıyla Rusya`ya ilk defa yeni yaptırımların da konuşulduğu böylesi bir ortamda krize yönelik askeri “çözüm” seçenekleri de daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Rusya da bu duruma tepki olarak bir yandan ABD`yle nükleer alandaki anlaşmalar da dahil olmak üzere ilişkilerini baştan sona gözden geçirme kararı alırken, Suriye`den Doğu Akdeniz-Baltık hattına stratejik askeri varlığını artırma kararı aldı. İlişkilerde dip noktasının ne zaman aşılacağı hususunda tartışmalar süredursun, Suriye krizinde önümüzdeki günlerde daha karmaşık bir denklemle karşı karşıya kalınacağı ve askeri “çözüm” yollarının daha etkin bir şekilde devreye sokulacağı görülüyor.
ABD'nin yeni stratejisi
Her şeyden önce Washington`ın muhtemel strateji değişikliğini Başkan Obama`nın yeni Suriye politikası şeklinde okumaktan ziyade ABD`de işbaşına gelecek yeni yönetimin Suriye krizine yönelik Rusya`yla müzakerelerinde temel parametreleri belirlemek ve buna uygun zemin hazırlama hedefi şeklinde değerlendirmek yerinde olacaktır. Bu açıdan, ABD`nin Suriye`deki strateji değişikliğinin Obama yönetimi ve diplomasiyi önceleyen Dışişleri ekibinden ziyade Pentagon-CIA ikilisiyle gerçekleştirildiğinin altını çizmek gerekiyor.
Krizi belli bir seviyede “tırmandırarak” (escalate), tarafları (Rusya ve Esed rejimini) yeni bir ateşkese zorlama olarak ifade edebileceğimiz söz konusu yeni stratejinin ana unsurunu ise Suriye`deki muhalif gruplara BMG-71 Tow tanksavar füzeleri ve omuzda taşınabilen ve alçak irtifadaki uçak ve helikopterleri hedef alabilen Stinger füze sistemleri (MANPADS) de dahil olmak üzere ağır silahların tedarik edilmesi oluşturuyor. Yeni silahlarla muhalefetin sahada dengeleri bir ölçüde kendi lehlerine değiştirebilecekleri öngörülüyor. Esed ordusunun öncelikle kritik olmayan askeri altyapısının ve hava üslerinin ABD güçlerince vurulmasıyla rejime ABD`nin kararlı olduğu mesajının verilmesi de yeni stratejinin temel unsurlarından. Halep`in kuzeyi ve doğusu başta olmak üzere muhalif grupların kontrolü altındaki “güvenli bölgelerin” sayısının artırılması da halihazırda ABD`nin üzerinde çalıştığı planın bir parçası.
Bununla beraber, Suriye`de etkin İran destekli Hizbullah güçlerinin de muhalefete verilen bu silahlarla direncinin nispeten kırılması hedefleniyor. Öte yandan, bahsi geçen ağır silahların devreye girmesiyle kayıplarının artması beklenen Rusya`ya karşı başta Suriye`ye silah ihraç eden Rus şirketlerine yönelik olmak üzere ekonomik yaptırımların da artırılması gündemde. ABD`nin hem askeri hem de ekonomik araçlarla yürürlüğe sokmayı planladığı, krizi tırmandırarak tarafları ateşkese zorlama stratejisinin önünde ise pek çok zorluklar ve riskler bulunuyor.
Rusya'nın cevabı
ABD`nin Suriye`de yeni askeri önlemleri gündemine almasının Rusya`yı da bir cevap vermeye ittiği veya en azından bu konuda Kremlin`in “önleyici stratejiye” başvurma ihtimalinin arttığı bir gerçek. Bu cevabın mahiyetinin ne olacağı sorusu ise Rus siyasi otoritelerin son günlerde aldıkları kararlarla netliğe kavuşmaya başladı.
ABD`nin Suriye müzakerelerini durdurduğu gün Kremlin, nükleer silah yapımında kullanılabilecek zenginleştirilmiş fazla plütonyumun imhasına yönelik 2000 tarihli anlaşmayı askıya aldığını açıkladı. Mevcut ABD yönetiminden ziyade yeni gelecek yönetime de doğrudan mesaj niteliği taşıyan bu adımın atılmasında sadece teknik gerekçelerin rol oynadığını söylemek ise pek mümkün değil. Rusya`nın öne sürdüğü teknik nedenler arasında ABD`nin plütonyumu imha edecek nükleer santralleri henüz inşa etmemesinin yanı sıra Washington`ın imha için öngördüğü mekanizmada plütonyumun yeniden nükleer silah yapımında geri döndürülemez bir şekilde dönüştürülmesi konusundaki belirsizlikler de bulunuyor.
Ancak Rusya Devlet Başkanı Putin`in imzaladığı kararnameye bakıldığında, plütonyum anlaşmasının, uygulanamayan teknik boyutundan ziyade siyasi nedenlerle rafa kaldırıldığı açık. Bu kararla Kremlin`in gerek Sovyetler Birliği döneminde gerekse de Soğuk Savaş sonrası ABD`yle stratejik güvenlik dengesi gözeten nükleer alandaki müzakereleri/anlaşmaları, ilişkilerde rekabetin su yüzüne çıktığı başka alanlardaki gerginliklere bağlamama politikasını artık terk ettiği görülüyor. NATO`nun Orta ve Doğu Avrupa`daki varlığını azaltmasından ABD`nin Rusya karşıtı yaptırımlarını kaldırmasına ve yaptırımlar dolayısıyla Rus ekonomisinin gördüğü zararın tazmin edilmesine kadar Kremlin`in öne sürdüğü şartlar, anlaşmanın kısa vadede yenilenmesinin mümkün olmadığına işaret etmekle beraber ABD`de iş başına gelecek yeni yönetime de gerek Suriye`de gerekse de başka “netameli” konularda yürütülecek müzakerelerdeki kırmızı çizgilerinin nerede başladığını gösterme hedefi güdüyor.
Moskova'nın artan askeri varlığı
ABD`yle Suriye`de girilen çıkmaz ve Washington`ın yeni dönemde “escalate” stratejisini gündemine alma olasılığı Moskova`nın sahada daha somut askeri önlemlere başvurmasını da beraberinde getiriyor. İkili arasındaki bu askeri gerginliğin artışı ise tarafların krizi karşılıklı olarak "tırmandırmasıyla" sonuçlanacak gibi duruyor.
Bu bağlamda Suriye`de geçen yıl Hmeymim üssüne yerleştirdiği S-400 hava savunma sistemlerine ek olarak geçtiğimiz hafta Rusya, bu sefer de Tartus üssüne S-300VM gelişmiş füze savunma sistemlerini sevk etti. ABD`nin Suriye rejimi ordusunu vurmayı gündemine aldığı kanaatinde olan Moskova, yeni model S-300VM`lerle Esed güçlerini korumayı amaçlıyor. Hipersonik füzelerle donatılmış S-300VM`lerin füzesavarlar haricinde uçaksavarlara karşı da mücadele kapasitesine sahip olması, Rusya`nın bu sistemlerle muhaliflerden ziyade ABD saldırılarına karşı Esed ordusuna kalkan oluşturmayı hedeflediği görülüyor.
Nitekim Şam, Hama, Humus ve Halep gibi rejim için stratejik öneme sahip kentlerin S-300VM`lerin kapsama alanına girmesi Moskova`nın Esed`in arkasında daha uzun bir süre duracağı öngörüsünü doğrular nitelikte. Ayrıca, Tartus`a yerleştirilen bu sistemlerin, ABD`nin Doğu Akdeniz`den Suriye`deki hedeflere göndereceği füzeleri etkisiz hale getirme ihtimali de oldukça yüksek. Rus Savunma Bakanlığından yapılan son açıklamalar da bu sistemlerin kullanılması noktasında Moskova`nın ciddi bir çekincesinin olmadığını ima ediyor. Bütün bu adımlar ise ABD ile Rusya`nın Suriye`de artık birbirlerinin doğrudan destekledikleri grupları açıktan vurmaya hazırlandıklarını göstermekle beraber bölgede işlerin daha da kızışıp rayından çıkabileceğine işaret.
Öte yandan, Suriye`deki çatışmaların artma olasılığı Baltıklar`a da “Soğuk Hibrit Savaş” şeklinde yansıyor. Geçtiğimiz günlerde Polonya ve Litvanya arasında kalan ve Baltık çıkışı olan Kaliningrad şehrine Rusya`nın nükleer başlık taşıma kapasiteli İskender-M füzelerini yerleştirmiş olması psikolojik tehdit algılarındaki operasyonlarla bu hibrit savaşta Batı blokuna karşı “ön alma” stratejisinin bir unsuru olarak değerlendirilebilir. Bölgenin hemen yakınındaki St. Petersburg`da zaten mevcut bulunan bu tarz füze sistemlerine ek olarak Kaliningrad`a da benzer bataryaların sevk edilmesi Rusya`nın ABD`yle nükleer bir savaşı göze aldığını göstermekten ziyade olsa olsa özelde Suriye`de genelde de Batı`yla ilişkilerde halihazırdaki askeri-stratejik pozisyonunun sürdürüleceğinin güçlü bir işareti olarak yorumlanabilir.
Türkiye'nin önündeki ikilem
ABD ile Rusya arasındaki bu son gerginliğin bölgedeki diğer aktörlerle beraber Türkiye`nin de Suriye`deki pozisyonuna doğrudan ve dolaylı etkilerinin olacağı açık. Bununla beraber söz konusu gerginlikteki risklerin iyi hesap edilmesi sürecin yönetimi açısından hayati önem taşıyor. Özellikle ABD`nin muhalif gruplara bahsi geçen silah yardımını gündemine alması ve silah tedarikini çeşitlendirerek artırmasının Esed ordusunu bazı kritik bölgelerde daha fazla zorlayacağı net olmakla beraber bu durumun, Rusya`nın da bölgedeki hava saldırılarını yoğunlaştırmasıyla sonuçlanması büyük olasılık. Ayrıca ABD yönetimince muhalif gruplara verilmesi planlanan MANPADS gibi silahların DEAŞ`la mücadele başlığı altında PYD/YPG güçlerinin de eline geçme ihtimali oldukça yüksek. Bu durumun, Türkiye`nin Fırat Kalkanı operasyonunun ilerleyen aşamalarında sıkıntılarla karşılaşmasına yol açmasının yanı sıra PKK terörüyle mücadelesini de zaafa uğratabilme riski es geçilmemeli.
Suriye için ekonomik ve siyasi/askeri stratejik öneminin haricinde bölgede kriz öncesi inşası tasarlanan (Katar`dan Suudi Arabistan, Ürdün/Irak ve Suriye üzerinden Avrupa pazarına taşınacak gaz için) ve Rus gazına rakip bütün boru hatlarının güzergahında yer alması dolayısıyla Moskova, Halep`e özel bir anlam atfediyor. Bu durum halihazırda Halep`teki çatışmaların şiddetinde de görüldüğü üzere, Rusya`nın bu bölgeye silah sevkiyatını artırmasını ve operasyonlarını yoğunlaştırmasını beraberinde getiriyor ki bunun aksinin gerçekleşmesi için Moskova açısından pek bir gerekçe bulunmuyor. Bölgedeki stratejik çıkarlarının korunması noktasında Rusya, Halep`in büyük ölçüde rejim kontrolünde bir kent olması hedefiyle hareket ediyor. Bütün bu tablo ise Türkiye`nin Suriye`nin toprak bütünlüğünün korunması haricinde özellikle Halep konusunda Rusya`yla ortak bir zemin bulmasının gerekliliğini ortaya koyuyor.
Öte yandan, ABD ve Rusya`nın Suriye`de “escalate” stratejisini karşılıklı olarak yürürlüğe koymaları Suriye`de sınırları daha net çizilmiş, kendi içerisinde farklı grupların kontrolü altındaki bölgelerin oluşmasına/çoğalmasına ve de Suriye`deki mevcut durumun “soft partition” (yumuşak parçalanma) sürecine daha hızlı bir şekilde evrilmesine neden olabilir. Bu durum ise Suriye`nin toprak bütünlüğünün daha ziyade “de jure” kağıt üzerinde kalmasına yol açabilecekken, sahada çıkarları birbirine son derece zıt aktörlerin kendi hakimiyet alanlarını güçlendirmesine ve bu bölgelerin de zamanla “de facto” otonom/bağımsız entitelere dönüşmesine neden olabilir. Bölgede çatışmaların daha da yayılması riskini içerisinde barındıran bu opsiyonun ise ancak Ankara`nın hem Washington`la hem de Moskova`yla sahada ve diplomatik düzeydeki angajmanını artırmasıyla kısmi ölçüde engellenebileceği söylenebilir.
Doğrudan askeri çatışma ihtimali
Şurası çok açık ki, hem küresel hem de bölgesel düzeyde önümüzdeki birkaç ayda alınacak kararlar, Suriye`deki dengelerin hangi yöne evrileceği konusunda olduğu gibi Suriye`nin bütüncül bir devlet olarak daha ne kadar süre varlığını devam ettireceği noktasında da daha net bir tabloyu karşımıza çıkaracak. Sahada çatışmaların artma ihtimali yükselmekle beraber mevcut gerginliğin ABD ile Rusya arasında doğrudan bir askeri çatışmaya evrileceğini veya nükleer bir savaşa kapı aralayacağını söylemek -riskleri dikkate alındığında- oldukça naif bir yaklaşım olur. Ancak bu denklem, ABD`nin muhtemel bir “escalate” stratejisine karşılık Rusya`nın da krizi kontrollü bir şekilde “tırmandırma” şıkkını göz ardı edeceği anlamına gelmiyor.
Pek muhtemel ki ABD'nin, Suriye`de Rusya`nın stratejik önem atfettiği özellikle Halep gibi bölgelerin tamamen muhaliflerin kontrolü altına geçmesi noktasında krizi tırmandırma yoluna başvurması halinde Moskova`nın da buna tepkisi aynı doğrultuda olacaktır. Suriye`de çatışmaların şiddetlenmesi göçmen krizi dolayısıyla AB`yi Moskova karşısında etkisiz kılarken, bu tırmandırma stratejisinin uzun vadede sürdürülememesinin de ABD`yi -bir 6 ay veya 1 yıl kadar sonra- Rusya`yla yeniden müzakerelere zorlayabileceği gerçeği ihmal edilmemeli. Bu durum, Türkiye`nin bir süre sonra daha fazla parçalanmış bir Suriye`yle karşı karşıya kalma riskini artırabilir ki her halükarda Moskova`yla şimdilerde Suriye`de yürütülen hassas diyalogun devam ettirilmesindeki stratejik önemi gösteriyor.
AA / Dr. Kerim Has (Rusya Uzmanı, Moskova Devlet Üniversitesi Öğretim Görevlisi )