Hüseyin Sağlam/Analiz
Ortadoğu`da, özellikle de Suriye`de yaşanan/yaşatılan kargaşanın baş aktörleri Batılılar olmasına rağmen bu kargaşanın oluşturduğu ayrışma/ayrıştırma, İslam dünyasının zihnine hatta iliklerine kadar sızmış durumdadır.
Batı`nın sahaya yansıyan işgal, yıkım ve katliam politikalarıyla beraber bu politikaları destekleyici/tamamlayıcı siyasal ve sosyal politikaları da önemli bir yer kaplamakta, bu da yıkım politikalarının belki de tam olarak başaramadığı zihinsel ayrıştırmaları tamamlayıcı unsurlar olmaktadır.
Batı/İsrail menşeli dış basını ve thing tank kuruluşlarının raporları birazcık “analiz ötesi” bir gözle değerlendirildiğinde bu durum çoğu zaman açığa çıkmaktadır.
Örneğin Batı ve israil`in tamamen siyasi, ekonomik veya jeo-stratejik maksatlarla müdahale ettiği Ortadoğu`da en fazla ağırlık verdiği konuların başında mezhepçilik körüklemesi ve yerine göre kısmen ırkçılık üzerinden ayrıştırma hamleleri gelmektedir. Bu durumda Batı, Müslüman toplulukların hala hassas olduğu mezhep veya ırk faktörünü körüklemekle hedeflediği siyasal maksatlarına ulaşmada elini daha fazla güçlendirme taktiği uygulamaktadır.
Batı, asıl politikalarını daha kolay uygulamak için mezhepçiliği/ırkçılığı birer aparat olarak kullanırken, Müslüman toplulukların bu politikalara aldanmaları, Batı`nın sinsi planlarını fark edememelerine, hatta bu durumda kendilerinin de Batı politikaları için birer sıçrama basamağına dönüştüklerini fark edemeyecek duruma düşmelerine sebep olmaktadır.
Batı basını ve thing tank kuruluşları, bu bağlamda iki ana damar üzerinden işgalin zihinsel/kültürel versiyonunu sürdürüp doğrudan bir etki sağlama yöntemi uygulamaktadırlar;
İki ana damardan biri olan ve daha çok Hristiyan/Muhafazakar/Liberal kesimin temsil ettiği akım, İslam dünyasında şu anda yaşanan mezhepçilik ayrışması noktasında “Sünnici” bir tavır takınmakta, iç kargaşalarda “mezhepçi” jargonu motivasyon aracı olarak kullanan kesimlerin fikriyatına adeta lojistik ikmal yapmaktadır.
İkinci damar ise daha ziyade Sol/Enternasyonal/Devrimci kavramlarla tarif edilen Batı güdümlü kurum ve kişilerin yürüttüğü dezenformasyon çabalarıyla karşımıza çıkmaktadır.
Bu damar, “Sünniciliği” önceleyen ilk damarın aksine “Şiici” bir jargon kullanmaktadır.
İlk damarın, “Sünnici” jargonunu Suudi`nin bölgesel politikalarına ve “üstün meziyetlerine” peşkeş çektiği gözlerden kaçmamaktadır.
İkinci damar ise, sarıldığı “Şiici” jargonla İran`ın bir numaralı takipçileri oldukları izlenimini uyandırmak istemektedirler.
Bu durumda körükledikleri mezhepsel ayrıştırma ve çatışmaları aynı zamanda teorik bilgilerle desteklemekte, mezhepsel/fikirsel çatışmaların derinlik kazanması için deyim yerindeyse mühimmat takviyesinde bulunmaktadırlar.
Ve ilginçtir ki “mühimmat takviyesinden” farksız olan bu işleyişi pek kimse sorgulamamakta, bir Katolik`in neden “Sünnici” izlenim bırakmaya çalıştığı ya da bir sosyalistin hangi saiklerle “Şiici” analizlere yöneldiği sorusu dahi sorulamamaktadır.
Bu durum, Batı`nın zaferi olarak müthiş etkiler bırakırken, aynı zamanda İslam dünyasının da ne denli bir sefalet yaşadığını ortaya koymaktadır.
Batı işgal etmekte, yıkıp yakmakta, katliamlardan geçirmekte, her türlü sofistike silahlarını test etmekte iken, Müslümanlar yapılan vahşetlerin ya aracısı olmakta ya da ağır faturanın hesabını asıl katillerden sormak yerine Batı`nın sağladığı ayrıştırma çizgisini gözeterek birbirlerinden sormaya kalkışmaktadırlar.
İşin kötü tarafı ise, buna alet olanlar bile teoride bu vahim durumu ikrar etmesini bilirlerken, pratikte Batı amaçlarının tıkır tıkır işlemesine işlerlik kazandırmaktan da geri durmamaktadırlar.
Bu çelişki ise, kâbus gibi Müslümanların beldelerine musallat olan bu kısır döngünün ne zaman bitebileceği konusunda olası öngörüleri karanlığa mahkûm etmeye yol açmaktadır.