■ Hüseyin Sağlam / Analiz
Hep şu hususa dikkat çekiliyor;
Amerika, Ortadoğu`da yeni bir dizayn peşinde!
Şu anda Ortadoğu`yu ateş sarmalına alan küresel politikaların ana temeli, şüphesiz ki “Yeni dizayn politikalarıyla” ilgili bir durumdur.
Görünürde ateş sarmalıyla boğuşan her bir ülkenin içine düştüğü durum, kendi özel koşullarıyla açıklansa da, görünürdeki durum yine özel koşullarla bağlantılı gibi görünse de bu tür özel durumlar, dizayna ayarlı uygulanan küresel baskı politikalarından bağımsız değildir.
Her ülkenin çözmek zorunda kaldığı kendi özel sorunları şüphesiz ki vardır. Var olan sorunların çözülmemiş olması, gerektiğinde müdahale edebilen küresel aktörler için müdahale koşullarını hazırda tutan etkenlere dönüşmektedir. Şu anda bölgesel çapta yaşanan durum tam da budur. Küresel emperyalizm, bölge ülkelerinin çözülememiş sorunlarını kaşıyarak “Bölgesel dizayn politikalarını” yürürlüğe koymuş bulunmaktadırlar.
Bölge ülkelerinin çözülemeyen ve halen çözüm bekleyen kendi iç sorunları, elbette ki bugünün sorunları değildir. Kuruluşlarıyla beraber temelleri atılan sorunlardır. Belki de o günlerde kurulan ülkeleri bugünlere kadar sarkan sorunlarla baş başa bırakan irade, müdahale edecekleri bugünleri düşünerek hareket etmişlerdir. Dolayısıyla yüzyıllık politik hedefler planlamakla günü kurtarmaya dönük günübirlik politik basiretsizlikler arasındaki derin uçurum farklarını da burada görmek ve yüzleşmek daha da mümkün bir hal almaktadır.
Elbette her ülkenin kendi iç sorunlarının uzun geçmişleri bulunmaktadır. Oysa “Bölgesel dizayna” ayarlı sert müdahaleler yeni denilebilecek bir süreç içermektedir. Dolayısıyla “bölgesel müdahaleciliği” salt iç sorunlar bağlamında irdelemek pek de akıllıca durmamaktadır. İç sorunlar sadece müdahalecilik için birer aparat görevi icra etmektedir.
Denilebilir ki başını ABD`nin çektiği küresel emperyalizm, “Bölgesel dizayna” odaklı müdahalecilik yöntemine neden son süreçte başvurmayı gerekli gördü?
Kanaatimce bölge ülkeleriyle Washington`un ilişki biçimi, “İngiliz bakiyesi” düzenin tıkırında işlediği uzun yıllar boyunca hep şu minval üzere yürüdü:
Bölge ülkelerinin neredeyse tümünde ülkelerin sevk ve idaresi kendi başkentlerinden değil, hep Washington`dan yürütüldü. Washington bu anlamda bölge ülkelerinin iç politikasının, dış politikasının, ekonomi ve siyaset politikalarının tümünde son “Onay mercii” işlevini icra etti. Ancak son süreçte kimi başkentlerin artık kendi politikalarını kendilerinin belirlemesi yönünde aykırı sesler çıkarmaları ve bu aykırı seslerin giderek yerel düzlemde kabul görüp kısmi de olsa pratiğe dökülme sürecine girmedi, aynı zamanda “İngiliz bakiyesi” eski düzenin de çatırdamaya başladığı izlenimini açığa çıkardı.
Bu durum, tabii ki Washington nezdinde kabul edilebilecek bir durum değildi. Türkiye`de de yaşanan ve en son FETO darbe girişimine kadar varan tablo bu durumdan bağımsız değildi.
15 Temmuz darbe girişimi bu manada salt FETO`ya münhasır bir girişim değildi. Darbe girişiminde kullanılan tetikçi tabii ki FETO idi, ancak yaşanan menfur girişim, Türkiye`nin hala Washington`dan idare edilmesini isteyen okyanus ötesi politik arzuların ürünüydü.
Dolayısıyla 15 Temmuz darbe girişimi, kronik bir darbe hastalığı niteliğinden hayli uzaktı. Asıl mesele şuydu:
Türkiye, Ankara`dan mı idare edilmeli, yoksa kara düzen diye tabir edebileceğimiz şekliyle Washington`dan mı idare edilmeliydi?
Ak Parti iktidara geldiğinden beridir Türkiye ile ABD arasında Türkiye`nin nereden yönetilmesi gerektiği noktasında “Ankara-Washington ikilemi” üzerinden alttan alta başlayan tartışma, nihayet “Amerika`nın büyük operasyonu” şeklinde nitelenebilecek bir darbe girişimiyle daha kritik bir kavşağa girdi.
Vaziyet, FETO`nun da ötesinde temelde “Ankara – Washington ikilemine” dayanıyor iken, FETO`nun tetikçi rolünü oynadığı darbe girişimini Amerika`dan soyutlayarak salt tetikçi maharetine indirgemek, herhalde Amerika`ya kıyak geçmek anlamına gelecektir.
Kaldı ki darbenin tetikçisine “Acımak yok” kuralı uygulanırken, tetikçinin ardından sırıtan kocaman cüsseyi göz ardı etmek, bir yönüyle “güç dengeleri” bağlamında tolere etmek mümkün olsa da her daima sorgulanmayı da beraberinde getirmeyi sürdürecektir.
FETO ile ateşlenen sürecin gizemini burada aramalı.