Eğitim, insanlık tarihinin en eski ve en köklü geleneklerindendir. İnsanoğlunun eğitim tarihi henüz daha cennetteyken Allah`u Teâlâ`nın ona öğrettiği isimlerle başlar. Tüm toplumlarda eğitim en önemli mesele ve en üst sırada yer almıştır.
Eğitim, belli kazanımları başkalarına bir transfer ameliyesidir. Bunu gerçekleştirmek için günümüz dünyasında, eğitim çalışmalarının biçimlendirme, şekillendirme ve modellemeyle alakalı her toplumun kendine has metotları, modelleri ve müfredatları vardır.
Müslüman coğrafyada genç nüfusun yoğun olduğunu göz önünde bulundurursak çok önemli ve ciddi bir mesele ile karşı karşıya olduğumuzu göreceğiz. Bebek annesinden hiçbir şey bilmez olarak dünyaya gelir. Sadece ağlayarak içgüdüsel olarak ihtiyacını hissettirebilir. Ama çok kısa bir sürede ebeveynden aldığı eğitimle, sesler çıkarmaya, heceler ve kelimeler oluşturmaya başlar. Bir süre sonra da büyükler gibi konuşmayı öğrenir. Yaş ilerledikçe sorumluluklar ve yetkilerle tanışır.
İslam`da eğitim ve öğrenimin yaşı, çocuğun dünyaya gelmesiyle başlar ve mezara kadar devam eder. Daha doğrusu çocuk dünyaya gelir gelmez kulağına ezan okumakla başlar. Böylece çocuğun işiteceği ilk söz, beyninde yankılanan ilk ses Allah ve Muhammed sözcükleri olur. Onun beynine ilk kaydolan ve oturan ses, "Allah`u Ekber" sedası olur.
İnsan eğitiminin büyük bir kısmı çocukluk ve gençlik sürecinde verilir. Bu süreç daha çok bilgi merkezlidir. Olgunluk çağında ise daha çok tecrübe ve hatalardan arındırma eğitimi söz konusu olur. Çocuğa güzel bir isim koymak ve helal şeylerle beslemek, haramdan korumak, konuşmaya başlar başlamaz ona Rabbini ve peygamberini tanıtmak, söz anlayıp kavramaya başlayınca da Kuran`ı Kerim`i öğretmek, İslami edep ve terbiyeyle yetiştirmekle sürdürülür bu eğitim.
Eğitim, insanın bedenini (buna el, dil, gönül, beyin dâhildir) en verimli şekilde kullanması, çevresi ile en iyi şekilde uyumlu hale gelmesi ve gelecekle ilgili hazırlıkları öğrenme işlemidir. Örneğin okuma yazma eğitimi, dil öğrenmek, fen-matematik ve mesleki eğitim bu kapsam içinde mülahaza edilebilir. Eğitim insana kendini ve dünyayı tanıtır. Kendini geliştirmeye ve çevresiyle ilişkilerinde verimli olmaya imkân hazırlar.
Kur'an´ın eğitim metodunu konuşmadan önce Kur'an´ın insanı nasıl tanımladığını görmekte fayda vardır. Çünkü Kur'an, insana verdiği mana, ona kazandıracağı eğitimin de yolunu ve kapsamını belirler.
Kur'an`ın ilk inen ayetleri şöyledir:
Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alakadan/embriyodan yarattı. Oku! Rabbin en büyük kerem sahibidir. O ki, kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmedikleri şeyi öğretti. (Alak 1-5)
Görüldüğü gibi Kur´an, eğitim için indirilmiş bir kitaptır. Başta insana Rabbini tanıtır, kendisini tanıtır ve Rabbinin, kendisinin asıl eğitimcisi olduğunu hatırlatır. Sahip olduğu tüm imkânların onun bir bağışı ve keremi olduğunu bildirir. Kalemle öğrenilen bilgiye atıfta bulunarak asıl bilginin kaynağı ve sahibi olan yüce yaratıcıyı gösterir.
Allah (c.c), insanı kendi eseri olarak görüyor. Tamamen kendisine ait "mükemmel bir yaratık" olarak tanımlıyor. Allah´ın insanı yaratmasının belli bir gayesi vardır. Onu dünyaya göndermesinin bir hikmeti ve sırrı vardır. "Cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat: 56). "Ölümü ve hayatı, hanginizin daha iyi amel işleyeceğini bellemek için yaratan O`dur." (Mülk2)
Kur'anî eğitimde, modelleme çok önemli ve etkili bir yöntemdir. Çocukların öğrenmelerine dikkat ederseniz modellemenin en başta geldiğini görürsünüz. Çocuk adeta bir kamera gibi büyüklerinin yaptıklarını kopyalar. Anne, baba, ağabey, abla ve çevrelerinde iletişim içinde olduğu kim varsa - buna televizyon da dâhildir- onların yaptıkları gibi yapmaya çalışır.
Kur`ani modellemede "usve-i hasene=en güzel örnek" olarak gösterilen Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem gösterilir. Ona da atası Hz. İbrahim´i model alması istenir. Aslında Kur´an´da tüm Peygamber kıssaları ve Salihlerin örnekleri modelleme için birer kaynaktır. Hz. Yusuf´un hayat hikâyesi, Yusuf Suresi ve Ashabı Kehf kıssası özellikle gençler için en güzel eğitim modeli olarak gösterilir.
Genel itibariyle Kur`an`i eğitim metodu, yine Kur'an'ın tabiriyle ve Muhammed aleyhissalatu vesselamın uygulaması olarak şöyle tarif edilir:
"Nitekim kendi içinizden size bir peygamber gönderdik ki, bu peygamber, ayetlerimizi size okuyor, sizi tezkiye ediyor, size Kitab`ı ve hikmeti öğretiyor ve bilmediklerinizi size öğretiyor." (Bakara 151)
"Andolsun ki, içlerinden, kendilerine Allah`ın ayetlerini okuyan, onları tezkiye eden, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler." (Ali İmran 164)
O (Allah) ki, Ümmiler arasından kendilerine Allah`ın ayetlerini okuyan, onları tezkiye eden, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermiştir: Hâlbuki onlar daha önceleri apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Cuma 2)
Yukarıda manalarını verdiğimiz her üç ayeti kerimeye de iyice dikkat edilir ve tetkik edilirse görülecektir ki, Allah (c.c), Hz. Peygamberin eğitim metoduyla alakalı 4 ana prensip dikkatlerimize arz etmektedir. Hem aynı silsile, aynı harfler ve aynı kelimelerle! Bunlar; tilavet, tezkiye, kitap ilmi ve hikmet. Şimdi bu dört kavramı birer birer irdelemeye çalışalım:
TİLAVET; "bu peygamber, onlara Allah`ın ayetlerini tilavet eder." İşte bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen Muhammed aleyhissalatu vesselamın, ümmetini talim-terbiye metodunun birinci prensibi! İlk başta Allah`ın adıyla Allah`ın ayetlerini onlara okumak! Bu, Kur`anî eğitim metodunun en temel prensibidir. İster manasını bilsin, ister bilmesin her Müslüman Kur'an-ı okumakla yükümlüdür. Bu, Allah`ın ilk emri ve Kur'an'ın indirilen ilk ayetleridir. Allah`ın peygamberi Muhammed aleyhissalatu vesselam, tebliğde hiçbir ayırım yapmaksızın Kur'an/ı her insana okumuş ve okutmasını emir buyurmuştur.
TEZKİYE: "Ve onları tezkiye eder" Yani "bu peygamber (Muhammed aleyhisselam), onlara Kur`an`ı öğrettikten sonra iman, güzel amel, ihlas ve takva ile onları küfürden, şirkten, nifaktan, kötü ahlaklardan ve cahiliye kirlerinden arındırıp tertemiz eder. Bu da ikinci prensiptir. Asılında bu, daha sonraki basamaklara geçip geçmemeyi belirleyen ve liyakat kazandıran bir sınavdır. İlim ve hikmet gibi kritik şeyler, tezkiye ile liyakat kazanmış kimselere ancak verilebilir. Zira bunlar birer emanettir, emanet ise, ancak ehline verilebilir. Tezkiye olunmamış insanlara bu emaneti vermek, ona yapılan en büyük bir ihanettir.
KİTABI ÖĞRETMEK: "Onlara kitabı öğretir". Yani "bu peygamber (Muhammed aleyhisselam), kendisine indirilen Kur'an-ı Mübin`in insanlardan ne istediğini, Allah`ın onlara emir ve yasaklarının neler olduğunu, hangi şeylerin faydalı ve hangi şeylerin de zararlı olduğunu bir bir açıklayıp beyan eder. ki Allah`ın şeriatını doğru tatbik edip dünya ve ahiret saadetine nail olsunlar."
İşte Kur`ani eğitim metodunda prensip olarak kitabı yani dini ilimleri öğretmenin sıralamadaki yeri! Bu prensip, tezkiye prensibinden sonra gelir. Bu prensibe göre cahili davranışlardan arınmayan ve kötü ahlaklardan kendini kurtaramayan birine ilim öğretilemez. Öğretenler suç işlemiş, ihanet etmiş olurlar. Çünkü ilim bir silahtır. Onu, sana karşı kullanıp kullanmamakta emin olmadığın birine teslim edemezsin. İlim bir liyakattir. Onu layık olmayanlara vermek suretiyle Müslümanların başına bela etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
HİKMET: "ve hikmeti öğretir." Yani "Kur`an ve Sünnet hikmeti. Sözde ve davranışta doğruya isabet etmenin hikmeti... Amel ve taatla alakalı hükümlerde gayeleri ve sırları çözmenin hikmeti. Hayatta Müslümanlarla ve gayri Müslimlerle muamele etmenin hikmeti, Dava ve Risalet mesajını yaymanın hikmeti." Görüldüğü gibi Kur'an`i eğitim metodunda kategorik olarak sıralamadaki en son halkası ve en zirvedeki prensibidir. "kime hikmet verilmişse ona büyük bir hayır verilmiştir."
İbnül Kayyim El Cevzi, İbni Haldun Ali Şeraiti gibi Müslüman alim ve sosyologlar, hikmeti, "siyasi bilinç" olarak tarif ederler. Bu ilim, kitap ilmini iyi derecede kavramış kimselere ancak verilir. Kitap ilmini, ilahi ilimleri öğrenmeyen birine bu ilim verilemez. Çünkü bu ilim, kitap ilminden daha etkili, daha sihirli bir alettir. Kitap ilmini düzene koyan, yerli yerinde kullanmasını sağlayan bir ilmidir. Aslında bu iki ilim, birbirini tamamlayan ve birbirinin lazımı ve melzumu gibidirler. Biri olmada diğeri eksik kalır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, ilimsiz siyaset azar, zulmeder. Siyasetten yoksun bir ilim de eksiktir, korumasızdır. Tezkiye olunmamış, arınmamış bir âlim ise, hiçbir işe yaramaz. Hata bazen Müslümanların başına bela ve musibet olur. Nitekim şu an ümmetin en büyük sıkıntısı budur. Siyasiler ilimden yoksun, âlimler de siyasetten mahrum ve arınmamış olunca, her şey hercümerç olmuş, ehliyetsiz kişilerin eline geçmiştir.
fetvakurulu.com / Mehmet Şenlik