Orhan Özsoy / Doğruhaber

Eylül`ün hüzün vakti çöküvermişti Çengilli Köyüne… Bir şehidin öyküsü canlanıyordu yanık mı yanık… Gözlerin nuru Peygamber kucağını açmış bekliyordu toprağa can veren şehidleri…

Şehid Yusuf… Çengilli köyünde çobanlık yapardı genç yaşında. Camiye gelir, bir köşesi vardır şehidin. Arkadaşları hala o köşeye bakarken şehidi hatırlarlar. Gelir, cennet bahçesinin bir köşesinde oturur, Kur`an bülbüllerini dinlerdi. Ders alan çocuklara bakardı her daim. Bir arkadaşı: “Neden sen de ders almıyorsun?” diye sorunca; çobanlık yaptığını, derse gelemediğini söylemişti. Daha bahara vakit vardı. Arkadaşı isterse öğrenebileceğini söyledi.

Şehid Yusuf öğrenme konusunda çok azimliydi. Ders veren arkadaşı Şehidin çok kuvvetli bir hafızaya sahip olduğunu, aldığı dersleri ezberlediğini söylüyordu.
Eylül sonbahara açılan kapıydı. Hüznü yağdırmıştı Çengilli köyüne. Şehadet Yusuf`un ömrüne tac olmuş, yüreğimize kor olup damlamıştı. Yeryüzü matem karasına bürünürken, gökyüzünde melekler bayram ediyordu.

Şahadet çalmıştı Yusuf`un kapısını… Başının üstünde yeri vardı. Sağ kaşının üstüne oturmuştu bir kurşun. Alıp götürmüştü tertemiz bedenini. 9 Eylül 1993'te Çengilli köyüne gelen bir grup merhamet yoksunu, kara kalpli tarafından vuruldu Şehid Yusuf. Kanatlar ölümsüzlüğe çırpılıyordu bu mevsimde. Kuşlar uçuşuyordu sonsuzluk iklimine. Cennet şehidleri bekliyordu hasretle. Şehid Yusuf ukbaya yürüyordu kanlı elbiselerle…