Abdurrahman Durmaz / Araştırma
İslam ordularının Diyarbakır surları önüne geldikleri gün, tarihin en ak sayfalarından bir sayfadır. Diyarbakır, o sayfayla sahabeler şehri olmuş ve bir iman kalesi hâline gelmiştir. O sayfa, Mekke’nin fethi kadar temizdir. Ancak, halkımızın bilincine yerleşmiş İslam sevdasını söküp atamayanlar, Müslüman Kürt halkıyla İslam arasında yapay bir kan davası oluşturma gibi sinsice bir plan uygulamaya başlamışlar.
Her tür kanıttan yoksun, doğrudan iftira atmaya yönelik bu girişim ne yazık ki bazı gençlerimizin beyinlerini iğfal etmiş, onları İslam’a düşman hâle getirmiştir.
DİYARBAKIR’IN FETHİ BİR KURTULUŞTUR
Tarihimizde, emellerine hizmet edecek kara lekeler bulamayanlar, “Diyarbakır’ın Fethi, bir işgaldir, binlerce Kürdün öldürüldüğü bir katliamdır, bir esaretin başlangıcıdır, Kürtler zorla Müslüman olmuşlardır” demişler. Bu, hatalı bir bilgi değil, düpedüz yalandır; tarihi anlatmak değil; tarih oluşturmaya çalışmaktır. Çünkü,
1. İslam orduları, Diyarbakır önlerine geldiğinde Diyarbakır Bizans işgali altındadır. Dolayısıyla Diyarbakır’ın fethi bir işgal değil, Bizans işgalinden kurtuluştur. Şehirdeki esir halkın; küfrün karanlığından İslam’ın aydınlığına, zülümden, adalete kavuşmasıdır.
2. Diyarbakır önlerinde büyük bir savaş yaşanmamıştır. Bizans savunması, aşıldıktan sonra şehir halkı teslim olmuş ve kendileriyle Reha(Urfa) şartları üzerine anlaşma yapılmıştır. Tarih, buna şahittir.
Şevket Beysanoğlu, bizzat Diyarbakır Belediyesi tarafından basılan Diyarbakır Tarihi adlı eserinde, şehrin fethiyle ilgili şu bilgileri iktibas eder:
“Halife Hz. Ömer(ra), bu görevi İyâz b. Ganm’e verdi. İyâz, sekiz bin kişilik bir kuvvetle harekete geçti. Ordusunda bine yakın sahabe vardı.” “Kuşatma uzun sürdü. Bütün saldırışlar, şehri baştanbaşa kuşatan muhkem ve muhteşem surlar karşısında neticesiz kalıyordu. Araplar, beş ay kadar bu kale duvarları dibinde beklemeye katlandılar. Bu arada İyâz, Hakem b. Hişam’ı bir miktar kuvvetle Meyafarkin’e(Silvan) göndererek orayı fethetti.
Nihayet, Halid b. Velid sur dibine sık sık yaptığı keşiflerden birinde surun doğu(Dicle vadisine bakan) yönünde, şimdiki Adalet dairesinin(eski hükümet konağı) bahçeler cihetindeki sur duvarlarında gördüğü gizli bir su deliğini genişleterek oradan içeri girileceğini tespit etti.”
“Halid b. Velid, bir gece yüz kadar iyi savaşan ve çoğu sahabeden oluşan erleri alarak bu delikten içeri girdi. Bu yere yakın bulunan ve şehrin fethinden sonra Fetih Kapısı(İçkaleden hastanelere çıkan yol üzerindeki kapı) ismini alan kapıyı açarak Arap ordularının şehre girişini sağladılar. Kapıyı açmak için nöbetçilerle yapılan savaşta en az yirmi beş kişinin şehid olduğu anlaşılmaktadır. Bu şehidler, hâlen İçkale Camisi bitişiğindeki meşhedde Süleyman b. Halid(b. Velid) ile birlikte gömüldüler.”
İLK VALİMİZ HZ. SA’SAA(RA)
Diyarbakır’ı feth eden ordunun komutanı Hz. Iyaz b. Ganm(ra) tarafından Diyarbakır’a ilk vali olarak atanmıştır. Ancak fetih esnasında yaralandığından, altı ay sonra vefat etmiş ve kendisi için müstakil bir türbe yapılmıştır.
Ne gariptir ki İslam’ın ilk valisinin türbesi, Cumhuriyet’in ilk belediye başkanlarından Nazım Önen tarafından, yol çalışması bahanesiyle 1926’da yıkılmış ve etrafı parka çevrilmiştir.
Bu yıl, bu hazin durum, daha da aşırıya götürülerek Hz. Sa’aa’nın türbe yeri, Vakıflar Müdürlüğü tarafından kilise kalıntısının yeri diye tescillendi. Şükürler olsun ki şehirde faaliyet gösteren Sahabe-Der’in öncülük ettiği duyarlı Müslümanlar, bunu protesto ettiler de projeyi gizlice yürütmek isteyenler teşhir oldu.
DİYARBAKIR, KENDİ RIZASIYLA MÜSLÜMAN OLDU
“Halkın silahları toplatıldı. Kendilerine iyi muamele edildi. İslam dinine zorlanmadılar. Buna rağmen halkın büyük bir kısmı kendi rızasıyla hak dini kabul eylediler. İlk iş olarak şehrin ortasındaki Mar-Toma(Saint-Thoma) Kilisesinin bir kısmı(sonradan tamamı) camiye(bugünkü Ulu Cami) çevrilerek Müslümanların ibadetlerine ayrıldı.”
“Belâzuri’ye göre İyaz, “Amidi de Ruha(Urfa) şartlarına göre fethetti.” “Belâzuri, Ruha barış şartlarını da şöyle anlatır:
“Iyaz, heykeller ve onun etrafındaki nesneler, kendilerine ait olmak, mevcut kiliselerden başka kilise bina etmemek; düşmanlarına karşı Müslümanlara yardım etmek, bunlardan birine riayet etmedikleri takdirde Müslümanların himayesinden mahrum olmak şartıyla Ruha ahalisiyle uzlaştı.( Fütüh ül-Büldan, c. 1, sf. 238, 277)”
DİYARBAKIR, SAHABELER ŞEHRİ OLDU
Bu büyük fethi özetle verecek olursak… Hz. Ömer(Ra)’ın hilafet yılları… Hakla batılı ayıran adil halife, Diyarbakır’ın fethi için Iyaz bin Ganm’i görevlendirmiş. Iyaz, içinde Halid b. Velid’in de bulunduğu İslam ordusuyla şehrin önüne gelmiş. Halid b. Velid, bir su deliğinden şehre girmiş, 25–27 sahabenin şehit olduğu bir çatışmadan sonra Yüce Rabbimiz, 27 Mayıs 637’de Diyarbakır’ı İslam fethiyle şereflendirmiş ve o gün Nebilerin mirası Diyarbakır, sahabelere devrolunmuştur. Diyarbakır, adaletle tanışmış, Diyarbakır surları tekbirlerle, ezanlarla ihya olmuş. Diyarbakır halkı, iman şerefine ermiş, saadetin yolunu bulmuş. Rabbimize hamd olsun…
Şehrin fethi sırasındaki ilk çatışmalarda şehid olup Hz. Süleyman Camii haziresinde medfun olan 27 sahabe şunlardır: “Süleyman b. Hâlid b. Velid (ra),Rıdvan (r.a.), Mes’ûd (r.a.), Beşir (r.a.), Hamza (r.a.), Amr (r.a.), Şu’be (r.a.), Sâbit (r.a.), Zeyd (r.a.), Zeyd (r.a.), Halid (r.a.), Halid (r.a.), Nu’mân (r.a.), Muhammed (r.a.), Muhammed (r.a.), Abdullah (r.a.), Abdullah, Abdullah (r.a.), Hasan (r.a.), Hasan (r.a.), Ka’b-i Zişan (r.a.), Fudayl (r.a.), Mâlik (r.a.), Fahr (r.a.), Ebu’l-Hamd (r.a.), Ebu Nasr (r.a.), Muğire. (r.a.).
Kimi kaynaklara göre bu büyük şehidlerden sonra değişik tarihlerde vefat edenlerle birlikte Diyarbakır’da toplam 150 sahabe gömülüdür. Allah, hepsinden razı olsun ve onların yolundan gidenlere selam olsun.
Bizimle İslam Arasında Kan Davası Başlatmak İstiyorlarHiçbir kaynağa dayanmadan İslam orduların katliamla suçlayan sosyalistler, tarih uyduruyorlar. Neden mi?
1.Gençlerimizin sosyalistleşmesi dinden nefret etmesiyle mümkündür. Bunu başaramayan sosyalistler, İslam ordularının Kürtleri katlettiğini söyleyerek, Kürtlerle İslam arasında kan davası başlatmak istiyor, Kürt gençlerini dindarlardan uzaklaştırmak ve onlara karşı saldırgan bir kimliğe büründürmeye çalışıyorlar; İslam ordularını Kürt topraklarını işgal eden güç diye tanıtarak, memleketinizden İslam’ı çıkarın çağrısında bulunmuş oluyorlar, zorla Müslümanlaştırıldınız diyerek o hâlde size dayatılan bu dinden ayrılın ve aslınıza dönün çağrısı yapıyorlar. Bu, sinsice hazırlanmış planla akıllarınca bir taşla diledikleri kadar kuş vurmuş oluyorlar.
2. Müslümanlar, kendi tarihlerini bilmiyorlar. Sosyalistler, bundan cesaret alıyor; tarihle ilgili atacakları her iftiranın karşılıksız kalacağını düşünüyor, bu alanda atacakları çamurun mutlaka bir iz bırakacağını hesaplıyorlar. Bu, bir oyundur. Bu oyunu bozmanın yolu, tarihimizi öğrenmek ve öğretmektir.
Kürtlerle Müslümanlar arasında büyük savaşların yaşandığı iddiası, iki yönlü olarak yalandır:
1. Teorik Açıdan
2. Pratik Açıdan
Öncelikle İslam bir dindir. Bir dinin milletlerle savaşı söz konusu olamaz. Bir din, ancak başka dinlerle savaşır. İslam’ın ortak düşmanı cahiliyedir. Biz, Bedir ve Uhud’un Araplara karşı bir savaş olduğunu iddia edebilir miyiz ki Diyarbakır’ın fethinin Kürtlere karşı savaş olduğunu söyleyelim? Ne Hz. Peygamber, Araplığın temsilcisidir ne de Ebu Cehil ve Ebu Süfyan. Hz. Muhammed Mustafa(sav), İslam Peygamberidir. Adı geçen kişiler ise Mekke’deki cahiliye toplumunun temsilcileri.
İslam, olsa olsa, Kürtleri Allah’ın dininden alıkoyan cahiliyenin Kürtler içindeki damarlarıyla savaşmıştır. Kürtler, cahiliye mevzilerine oturmuş da kendilerini İslam nurundan uzak tutmak için savaşmışlarsa Müslümanların onlara karşı savaşma hakkı vardır. Nitekim İslam orduları, cahiliyenin Arapça konuşan temsilcilerinden binlercesini öldürmüş, Yahudilerden yüzlercesini, Hıristiyan Bizans ve Mecusi İranlılardan on binleri tarihten silmiştir. İslam tarihleri, bunu asla gizlememiş, aksine her savaşta öldürülen düşman askerlerinin sayısını, yaralı ve esirleriyle birlikte bir bir vermiştir.
Kürtlerle ilgili böyle bir kayıt kesinlikle söz konusu değildir. Geniş anlamda bir Kürt cephesi açılmamıştır. Çünkü o dönemde Kürtlerin bağımsız olmak bir yana, özerk bir yapıları bile yoktur. Dolayısıyla Kürtler öldürülmüşlerse Bizans ve Sasani orduları içinde bir Bizans ve Sasani askeri olarak öldürülmüşlerdir. Ki bu noktada da büyük bir kayıt yoktur. Aksine Kürtlerin yaşadığı coğrafyayla ilgili savaşlar, olabildiğince kısa geçilmektedir.
Bu durumda İslam tarihçileri yalan söylemişlerdir, denebilir. Ama yalanın da bir nedeni olmalı. İslam’ın ilk savaşlarındaki cahiliyenin kayıplarının, dahası mürtetlerle savaşlardaki cahiliyenin kayıplarını, İranlıların kayıplarını, Mısır ve Rum’un kayıplarını bir bir veren İslam tarihçileri neden Kürtlerin kayıplarını saklasın? Öteki coğrafyalardaki savaşlar üzerine destansı tarihi sayfalar yazan tarihçilerimiz hangi sebeple Kürtlerle ilgili savaşları geçiştirsin? Diyelim ki Müslüman Arap tarihçiler kasıtlı olarak sakladılar. İbn-i Esir gibi Kürt tarihçiler niye saklasın?