Üstad Bediüzzaman`ın kardeşi
Allah (cc) Ona dünyada Sofi Mirza gibi salih bir baba, Nuriye hanım gibi saliha bir anne ve Üstad Bediüzzaman gibi zamanının eşsizi olan bir ağabey nasip etmiş, o da bukıymetli zatları Allah’ın bir lutfü bilip istifade etmekten geri kalmamıştı
M. Ali Erdoğan
1884 yılında Bitlis’in Hizan ilçesinin İsparit nahiyesine bağlı Nurs köyünde dünyaya gelen Molla Abdulmecid Efendi, ebeveyninden iyi bir İslami terbiye alarak yetişti.
İlk eğitimini Nurs köyünde aldıktan sonra Bahçesaray (Müks)’a bağlı Arvas köyünde bir süre eğitim aldı ve 1900 yılında Van’a giderek Horhor Medresesinde ağabeyi Üstad Bediüzzaman’ın rahle-i tedrisinde 15 yıl eğitim gördü. Bunu Mesnevî-i Nuriye’nin başına yazdığı itizar’da kendisi de belirtmektedir.
Molla Abdulmecid’in ilmi anlamda yetiştiğini gören Üstad Bediüzzaman, ona bir sayfa kâğıt üzerine yazdığı ilim icazetini vermiştir.
RUS SALDIRISI VE HİCRET
Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte Bitlis ve çevresi Ruslar tarafından işgal edilmiş, Abdulmecid Efendi ve Üstad’ın diğer talebeleri Üstad Bediüzzaman’ın idaresinde savaşa katılmıştır.
Bu savaşta Üstad Bediüzzaman yaralı olarak Ruslara esir düşmüş, yeğeni Ubeyd şehid olmuş, Van Rusların eline geçmiştir. Molla Abdulmecid ise Rus istilasından kurtulan bazı akrabalarıyla birlikte Şam’a hicret etmiştir. 1917 senesinde Şam’dan Diyarbakır’a gelen Abdulmecid Efendi burada Askeri Rüşdiye’de (Lise) Arapça dersleri verdi. Kısa bir süre sonra bu okulun kapanmasıyla 1920’de tekrar Van’a dönerek muallimliğe burada da yedi yıl devam edebildi. O sırada Şeyh Said hadisesi vuku bulunca Üstad’ın sürgün hayatı başladı. Molla Abdulmecid de muallimlik görevinden atılınca Ergani’ye yerleşti. Burada bir manifatura dükkânı açarak maişetini temin ederken diğer yandan camide vaazlar verirdi. 1936 yılında Malatya’ya göç etti. Burada kaldığı dört yıllık süre zarfında manifatura mesleğine devam etti. Malatya‘da ticaretle meşgul olduğu sırada hiçbir komşusunu incitmemesi, komşuları siftah yapmadığında kendi dükkânına gelen müşterileri onlara yönlendirmesi, her fırsatta etrafındaki insanlara iman hakikatlerinden bahsetmesi etrafında kendisine karşı sevgi ve güven oluşturdu.
SIKINTILI YILLAR GEÇİRDİ
1940 yılında Ürgüp’e müftü olarak atanan Molla Abdulmecid Efendi’yi Allah (cc) birçok musibete müptela etti. Çok sevdiği oğlu Fuad ve yeğeni Abdurrahman vefat etti. Yıllarca (kırk yıl) Üstad Bediüzzaman’la görüşmedi. Defalarca görevinden atıldı. Bu durumlar Molla Abdulmecid’in halet-i ruhiyesinde büyük izler bıraktı. Daha sonraları Üstad’ın gönderdiği birkaç mektupla bu durumdan kurtuldu. Mektubat’ta Üstad bu meseleye değinmiştir. (Mektubat, syf: 342)
On iki yıl burada müftülük yaptıktan sonra görevden atılmış, Ürgüp’ten ayrılmak istemiş fakat talebeleri ve oradaki halkın ısrarları sonucu üç yıl daha Ürgüp’te kalmış, burada kaldığı süre zarfında birçok talebe yetiştirmiş, Mantık, Halebî Sağir ve Kaside-i Bürde şerhlerini kaleme almış, daha sonra Konya’ya göç etmiş ve vefatına kadar burada kalmıştır.
ÜSTAD’I ZİYARETİ
Molla Abdulmecid Efendi Konya’ya geldikten sonra ağabeyi, 15 yıl ders aldığı, kırk yıl görüşmediği Üstad’ı ile görüşmek için Isparta’ya gider ve hasret giderir. Üstad Bediüzzaman bu vuslat’a son derece sevinir.
KONYA İMAM HATİP MUALLİMLİĞİ
Tekrar Konya’ya gelen Abdulmecid Efendi, burada İmam Hatip’te Arapça muallimliği ve Kur’an kurslarının yapımlarına öncülük etti. Etrafındaki talebelere, muallimlere ve halka davranışlarıyla bir numune oldu. 74 yaşında olmasına rağmen okula yürüyerek gelip gider, kendisi için araba tutmak teklif edildiğinde kabul etmezdi. Okulda derslerini ayakta verir, öğrencilerin oturarak ders vermelerini rica etmeleri üzerine “Bu helaket ve felaket asrında iman, Kur’an dersi almaya gelen, malumat-ı diniyeyi öğrenmeye koşan sizin gibi gençlerin karşısında oturarak ders vermekten utanıyorum ve bu hareketimle huzur duymaktayım. Ben vücudumun değil, ruhumun rahat etmesini temine çalışıyorum” der. Kısa bir süre sonra sebepsiz yere Konya’daki muallimlik görevinden atılır. Abdulmecid Efendinin Üstad’la bir başka görüşmesi vefat etmeden önce Urfa’ya giderken Üstad Konya’ya uğramış, arabasından inmeden Molla Abdulmecid’in evinin önünde onunla vedalaşmış ve Urfa’ya gitmiştir.
ARAPÇA RİSALELER TERCÜME EDİLİYOR
Molla Abdulmecid Efendi Isparta’ya Üstadı ziyarete gittiğinde arapça’ya ve icazı Kur’an’a çok iyi vukufiyetinden dolayı Üstad ondan Mesnevî-i Nuriye ve İşarat’ul İcaz’ı tercüme etmesini istemiş, iki defa kabul etmemiş üçüncüsünde kabul etmiş ve kısa sürede bu tercümeleri bitirmiştir. Mesnevî-i Nuriye’nin başına yazdığı itizar’da “Evet, bir tavuk kendi uçuşuyla, şahin’in veya kartalın uçuşlarını taklit ve tercüme edemez. Bu, hakikaten aslına uygun ve layık bir tercüme değildir” diyerek risalelerin değerini bizlere bir kez daha izhar etmiştir.
BEDİÜZZAMAN’IN NAAŞI KAÇIRILIYOR
Abdulmecid Efendi’yi hayatında etkileyen en önemli olayların başında Üstad’ın naaşının kaçırılması gelir. O zamanın zorbaları Bediüzzaman’ın naaşının taşınmasına dair yazdıkları dilekçeyi Abdulmecid Efendi’nin defalarca “Ne olur hiç olmazsa kabrinde rahat etsin” demesine rağmen zorla imzalattılar. Üstadın mezarını açarken de Abdulmecid Efendi’yi oraya götürmüşler. Defnedilişinin üzerinden altı ay geçmesine rağmen Üstad’ın vücuduna ellediğinde pamuk gibi yumuşak olduğunu Abdulmecid Efendi belirtmiştir. Daha sonra Üstadın naaşı Abdulmecid Efendi’nin gözleri bağlı olduğu halde uçakla bilinmeyen bir yere götürülmüştür.
VEFATI
Rivayet edilir ki Bediüzzaman onunla yaptığı son görüşmesinde kendi vefatından yedi sene sonra Allah’ın izniyle vefat edeceğini kardeşine bildirmiş, Molla Abdulmecid de Üstad’a çok itimad ettiği için 1967 senesi geldiğinde herkesle vedalaşmaya başlamış, nitekim kısa bir süre sonra 11 Haziran 1967 senesinde Konya’da vefat etmiştir. Mevlana türbesinin yanındaki kabristana defnedilmiştir.
BEDİÜZZAMAN’LA İLGİLİ NOTLARI
Abdulmecid Efendi’nin notları içerisinde Üstad’la ilgili birtakım tespit ve hatıra notları yer almaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır.
* Üstad, bir gün Sirkeci’de akşamüzeri gezerken ecnebi bir adam elinden tuttu. ‘Dininizde heykel niçin yasaktır?’ diye sordu. O da cevaben dedi ki: “İnsan, Allah’ın sikkesi (mührü)’dir. Padişah ve kralların sikkelerinin taklidine kanun müsaade etmediği gibi Allah’ın da sikkesini taklide şeriatın cevazı yoktur.” Yabancı bravo deyip elini sıktı ve gitti.
* Bediüzzaman Kur’an-ı Kerimi bir ay zarfında ezberlemiş, Kamus-ül Muhit’ten (Lügat içerikli büyükçe bir kitap) altmış satırlık bir sayfayı bir defa okur ezberine alırdı.
* Şeytanın harekete geçirdiği şehvet, galeyana gelip kendisine galebe edecek derecede değildi. Kendisine sorulan: “Hocam niçin evlenmiyorsun, iktidarın yok mudur?” sorusuna cevaben derdi ki: “İktidarım yok değildir, ben de sizler gibi delikanlı bir gencim fakat evli bir adam yatağa girip yatarken, eğer fikri ve aklı başka şeyle meşgul olup mahut fiili düşünmezse, fıtri şehveti galeyana gelemez. Binaenaleyh gece, gündüz her zaman bir dakika olsun fikrim boş kalmıyor ki o ciheti düşüneyim. Bunun için şehvetim faaliyet görmediğinden azalmakta olup, galeyana gelmekte bana galebe edemez.”