Emrah Tel / İstanbul
Özgür Kudüs Platformu’nun peryodik olarak düzenlediği “İslam Dünyasında Uyanış ve Filistin’e Etkileri” panelinin ikincisi Pendik AKM’de gerçekleştirildi. Panelde Gazeteci yazar Hasan Sabaz ve Turan Kışlakçı İslam dünyasında son aylarda yaşanan halk ayaklanmalarının arka planını ve Filistin direnişinin bu ayaklanmalardaki rolünü anlattı. Moderatörlüğünü gazeteci Mehmet Özcan’ın yaptığı panele ayaklanmalar sonrasında Batı’nın bu gelişmelerden ne kadar etkilendiği konuşuldu.
ARAP COĞRAFYASINI BÖLÜK PÖRÇÜK ETTİLER
Molla Nizamettin Yalçın’ın Kur’an tilaviteyle başlayan Panelde ilk sunumu Turan Kışlakçı yaptı. Günümüz Arap coğrafyasının nasıl şekillendiğini anlatan Kışlakçı, Birinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan tabloyu şöyle aktardı: “Yıllardır İslam dünyasını parçala böl taktiğiyle hep böldüler. Bizi birbirimize kırdırdılar. Örnek vermek gerekirse; 1921’de birinci Kahire konferansında İngiliz Çörçil, o zamanlar İngiltere’nin sömürge valisidir kendisi, kırk harami denilen, kırk uzmanla bölgeye ajanlar sokuyor ve bölgeyi tanımaya çalışıyor. 10-15 yıl boyunca Arap bölgesinde bilgi toplayıp, araştırmalar yapmışlar ve öyle ki bu bölgenin hemen her şeyini öğrenmişler. Çörçil, Kahire konferansını toplar ve batılılara; ‘gelin bakın artık Osmanlı çökmek üzere, bu coğrafyayı bölelim’ der. Başlıyor Basra, Bağdat, Erbil ve Kerkük’ü kapsayan bölgeye bir yuvarlak çiziyor. Ve diyor ki, ‘buranın ismi Irak olsun.
Diyorlar neden Irak? Çörçil de diyor ki; ‘Irak Sümerce de güneşin doğduğu yer demektir. O halde tamam diyorlar. Bir yer daha çiziyor. Halep, Dimeşk bölgesini genişçe çiziyor. Buranın ismi ne olsun diyor. ‘Burası da güneşin parlak olarak durduğu yer anlamına gelen ve Aramice olan Sriye olsun’ diyor. Tamam buranın adı da Sriye olsun diyorlar. Peki, Beyrut, Trablus bu bölgeye de bir isim ver diyorlar. Burası da Fenikelilerin dilinde Lübnan ismi var. Beyaz Kanlar Ülkesi demek. ‘Buranın adı Lübnan olsun’ diyor. Mesela Libya Romalı ismidir. Ama ne yapıyorlar Trablus bölgesine Libya ismini koyuyorlar. Daha sonra birisi, ‘dışarıda Şerif Hüseyin ve oğlu Abdullah duruyor, onlara bir ülke verelim’ diyor. ‘Bize katkıları olmuş. Neresi olsun’ diyorlar? Çörçıl diyor ki, ‘benim aklıma bir ülke geliyor. Şöyle yapalım; biraz Suudi Arabistan topraklarından biraz da Batı Şeria bölgesini içine alan bir yuvarlak çiziyor. Burada da iki nehir geçiyormuş. Tevratta da öyle geçiyor.’ Ve bu bölgeye de Ürdün ismini koyuyorlar.
ÖNCE SÖMÜRGECİLER SONRA DİKTATÖRLER
Ortaya çıkan bölüştürmenin halklar tarafından kabul edilmediğini vurgulayan Kışlakçı, ancak ortaya çıkan diktatörler neticesinde tablonun değişmeye başladığını belirtti. Kışlakçı, “İslam tarihine bakın Irak, Ürdün, Suriye, Lübnan, Libya yoktur. Birinci Dünya Savaşından önce böyle isimler yok. Bir Arab’a sorsanız derki ‘Ene Minel Trablus veya Ene Minel Beyrut’ derdi. Fakat zamanla geldi deli gömlekleri giydirip, bölgeleri böldüler. Ve bu bölgelere deli isimleri giydirdiler. İkinci Dünya Savaşına kadar Araplar bu isimleri benimsemediler. Demiyorlar biz Iraklıyız, Suriyeliyiz. Bu kelimeleri kabul etmiyorlar. Ancak İkinci Dünya Savaşından sonra darbelerle başa geçen iktidarlar için halk, bizim adamlarımız geldi, batılılar topraklarımızdan çıktı ve bu coğrafya bize kaldı diyorlar, bunlara destek veriyorlar. Ancak zamanla iktidara gelen kişilerin diktatör olduğunu anlıyorlar. Halklarına zulmetmeye başladılar. O gün de ne kadar İslami hareket, ne kadar solcu, liberal, muhalif ne kadar insan varsa hepsini katlediyorlar” dedi.
İkinci Dünya Savaşında sonra Arap dünyasının bir araya gelemediğinin altını çizen Kışlakçı, Arap birliğinin 1992’den 2000 yılına kadar toplanamadığını söyledi. Bu toplanma gerekçelerinin de Filistin direnişi olduğunu ifade eden Kışlakçı, “1992 ile 2000 yılları arası Arap Birliği toplanamıyor. 2001’de toplantı kararı alıyorlar. O da İkinci İntifada başladıktan sonra. İkinci intifadayla beraber Arap dünyasında büyük ayaklanmalar başlıyor. Suudi Arabistan’da hiç gösteri olmazken 2001 yılından sonra gösteriler başlıyor. Bütün İslam dünyasında gösteriler oluyor.
Arap ülkeleri diyorlar ki, Arafat’a baskı yapalım Filistinli gençleri sustursun. Arafat ömrünün sonlarına doğru yaptığı belki en iyi işlerden bir tanesidir, kalktı Ve ‘vallahi ben bu gençlerin önünde durmayacağım’ dedi. Ne yaptılar? Arap Birliği toplandı ve derhal bu gençleri susturmamız gerekiyor. Yoksa bu Filistin davası ilerde büyürse bütün Arap gençleri bunlardan etkilenecek, dediler. Ve Arap ülkeleri Amerika ile israil’e dediler ki, Arafat’ı öldürebilirsiniz. Sonuçta Arafat’ı zehirleyerek öldürdüler” diye konuştu.
CİDDİ BİR DEĞİŞİM YAŞANIYOR
Filistin direnişiyle beraber halkların bilinçlendiğini, yıllardır maruz kaldıkları zulme artık başkaldırdıklarını dile getiren Kışlakçı, “Bugün halklar üzerlerindeki deli gömleklerini yırtıp atmaya başladılar ve biz Müslümanız demeye başladılar. Bir birlikteliğe doğru gidiyor. Bu birlikteliğin en büyük etkeni Filistin direnişidir. Filistin direnişi ve İntifada’nın oluşturduğu direniş ruhunun çok önemli bir etkisi var. Arap halkları Filistin direnişini örnek aldı ve ayaklandılar. İslam dünyasında ciddi bir değişim yaşanıyor” dedi.
FIRSAT İYİ DEĞERLENDİRİLMELİ
Müslümanların ellerine geçen fırsatı iyi değerlendirmeleri gerektiğini ifade eden Kışlakçı, “Evet ciddi bir değişim var. Peki, Batı buna razı olacak mı? Ben Batının razı olacağını sanmıyorum. Şu anda göz yummak zorunda kalıyor, çünkü ciddi bir ekonomik ve siyasi kriz yaşıyor. Ama Müslümanları birbirine kırdırtarak veya farklı yöntemler kullanarak araya nifak koyabilir. Bundan dolayı Müslümanların uyanık olması gerekiyor. Ve bu merhaleyi iyi bir şekilde değerlendirmeleri gerekiyor. Birbirlerine destek çıkması ve birbirlerine sahip çıkması gerekiyor” şeklinde konuştu.
AYAKLANMALARLA İLGİLİ YANLIŞ DÜŞÜNENLER VAR
Panelin ikinci sunumunu gazeteci Hasan Sabaz yaptı. Sabaz, ortaya çıkan ayaklanmalarla beraber birçok ikisinin içine düştüğü yanlış düşünceleri şöyle değerlendirdi: “Bugün bu olaylar için yapılan tanımlamaların önemli olduğunu düşünüyorum. Yapılan tanımlamalar özellikle Batı’nın belirlediği tanımlamalar. Eğer biz bu tanımlamalarla yola çıkarsak yanlış bir yere varırız. Bundan dolayı kendi tanımlamalarımızı yapmamız gerekiyor. Mesela diyoruz ki, biz Müslümanlardan bir şey olmaz. Olsa olsa birileri planlamıştır.
Müslümanlar böyle bir halk hareketlenmesi yapamaz. Kesin Amerika ve İsrail planlamıştır. Biz de bu oyunda rol alıyoruz, diyoruz. Bir başka yanlışımız, Batı’yı ve Amerika’yı gözümüzde çok büyütüyoruz. Haşa sanki bunlar Kadir-i Mutlakmış gibi düşünüyor ve böyle davranıyoruz. Bunlar her şeyi yapabilir, diyoruz. Açıkça konuşmak gerekirse bu durumun inancımızdaki zafiyetten kaynaklanmaktadır. Unutmamak gerekir ki Kadir-i Mutlak olan Allah’tır. Biz İslam tarihinin değişik dönemlerinde nasıl çok büyük güçlerin, süper güçlerin iman karşısında yenilgiye uğradıklarını biliyoruz. Ama yüzyıllık bir yenilgi psikolojisi bizi böyle yanlış bir anlayışa götürmüş. Yani neredeyse, açıkça söylemesek bile, onlar olmadan hiçbir şey olmaz, diye düşünüyoruz” dedi.
KENDİ POTANSİYELİMİZİN FARKINDA OLALIM
İslam dünyasının büyük insanlar yetiştirdiğini ve komplocu yaklaşımdan kurtulup kendi potansiyelimizi görmemiz gerektiğinin altını çizen Sabaz, “Şimdi diyoruz ki, Mısır’da bir ayaklanma oldu. Amerika buna ses çıkarmadı. Şimdi Amerika bir yerde menfaati zedelendi mi, ben ne kadarını kurtarırımın hesabını yapıyor. Veya sürece sonradan dahil olmuşsa, biz bu süreci ne kadar yönetebilirizin hesabını yapıyorlar. Biz de bu yönde yapılan açıklamaları, ayaklanmaları Amerika planlamıştır, şeklinde bir değerlendirme yaparak yanlışa düşüyoruz. Olayların arkasındaki büyük etkenleri görmüyoruz. Mesela Mısır topraklarında Hasan El Benna gibi bir âlim yaşamış. Tek başına neler yaptığını hepimiz az çok biliyoruz. Bir Seyyid Kutup, bir Abdulkadir Udeh yaşamış. Bir Libya bölgesinde Ömer Muhtar, Ömer Abdulkadir yaşamış. Yani bunların hiçbir etkisi yok mu? Neden kimse bu etkenleri görmüyor. Bu noktada kendi potansiyelimizin farkında olalım” dedi.
DÜŞÜNCE KURULUŞLARININ TEZLERİ ÇÖKMÜŞTÜR
İslam coğrafyasında başlayan halk ayaklanmalarının batılı düşünce kuruluşlarının bütün tezlerini çökerttiğini dile getiren Sabaz, “İşin siyasi boyutu bir yana, batıda düşünce kuruluşları var. Bunlar düşünceler üretir, tezler üretir, senaryolar üretirler. Falan adam kalırsa şöyle olur, filan adam kalırsa böyle olur, gibi tezleri var. Kendilerince son dönemlerdeki tezlerinde, bu halk hareketleri yer almıyordu. Soğuk savaş dönemindeki tezlerin bununla alakası yok. Bu düşünce kuruluşlarının ellerindeki tezler halk hareketlerinin ortaya çıkmasıyla beraber çöktü” diye konuştu.
AYAKLANMALAR BATIDAKİ KRİZİ ARTTIRACAK
Halk ayaklanmalarının Batı’daki ekonomik ve siyasi krizi derinleştireceğini vurgulayan Sabaz, “Bu halk hareketlerinin batıdaki ekonomik krizi derinleştireceğini düşünüyorum. Tabi burada ayaklanma olan ülkelerdeki kaynakların yüzde yüz halkların eline geçeceğini de söylemiyorum. Ancak kaynakların yarısı bile kesilse bu, Batı için büyük bir kriz sebebidir. Bu beraberinde şunu da getirebilir. Şehid Seyyid Kutup derki, batılı ülkelerin birbirleriyle anlaşıyorlar, sorunsuzlar gibi görünmesinin en büyük sebebi dışarıda başka ülkeleri sömürüyorlar olmalarındandır.
Ancak sömürgeler olmasa veya sömürgelerden bir şey gelmezse bu Batı’da iç çatışmaya sebep olacaktır. Mesela Amerika’nın Teksas eyaletinin Amerika’dan ayrılmak için referandum istediğini kaçımız biliyoruz. ‘Biz zenginiz neden bu zenginliğimizi diğer insanlarla paylaşalım’ diyorlar. Batıdaki ekonomik durum daha da kötüleştiği zaman kendi içlerinde birbirlerine düşecekler. Çünkü ilişkiler çıkar ilişkileri üzerine kurulu. Bakın mesela Amerika’daki “Wallstret’i işgal et” eylemleri boşuna başlamadı. Ayıca bu eylemlerin İslam dünyasındaki halk ayaklanmalarının ardından başlaması da ayrıca dikkat edilmesi gereken bir ayrıntı” şeklinde konuştu.
Panel, soru-cevap faslından sonra sona erdi.
Doğruhaber