Mehmet Emin Özmen - Doğruhaber - Araştırma

Okullarda okutulan İnkılap Tarihi derslerinde büyük bir zafer, hatta yedi düvele meydan okuma olarak öğretilen Lozan Antlaşması, vatan savunmasında bulunan birçok komutanın nezdinde, ülkenin masada kaybedilmesidir.

Bilindiği üzere Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşından mağlup olarak ayrılmış ve savaş sonrası bu durumu Anadolu halkları bir türlü hazmedememişti. Birçok yerde halk örgütlenip, devletin içine düştüğü zor durum nedeniyle kendiliğinden vatan müdafaasına başlamıştı.

Padişah Vahdettin durumun nezaketi karşısında, Avrupalılarla yaptığı anlaşmalar nedeniyle resmi bir mücadele yapamasa da, Mustafa Kemal`i para ve yetki ile Samsun`a göndermiş ve kendisinden gayr-i resmi bir mücadele başlatmasını istemişti. Mustafa Kemal, Anadolu`da oluşan müdafaa teşkilatlarını birleştirip, Kurtuluş Savaşını başlatmıştı. Anadolu halklarının din, iman, namus, vatan, ezan gibi kavramlar için verdiği savaş, Lozan Antlaşması ile sona ermiş ve ülke hiç de beklenmeyen bir noktaya gelip dayanmıştı. Çünkü cephede savaşanlar, bu güne kadar savaştıkları İngiliz, Fransız, İtalyan, velhasıl Batı medeniyetinin birer ferdi oluvermişlerdi.

Anadolu halkları hiçbir zaman bu sonucu kabullenmediler. Sonuçtan kastımız Lozan`dır. Çünkü bu anlaşma ile maddi kayıplarımız olduğu gibi, en önemlisi manevi kayıplarımız da oldu. Şimdi bu kayıplarımızı bir bir gözden geçirelim.

MANEVİ KAYIPLAR:

Her şeyden evvel Hilafet Makamı kaldırıldı. Bu da Resulullah`ın vefatından bu yana kurumsal olarak varlığını devam ettiren, Müslümanları bir arada tutan kurumun temsilciliğinin lağvı anlamına geliyordu.

Ayrıca bizler artık Batı`nın kuklası olmuştuk. Çünkü bütün kanunlarımızı onlardan kes, kopyala, yapıştır şeklinde alıyorduk. Şer`i mahkemeler kaldırıldı. Medeni Kanun İsveç`ten, Türk Ticaret Kanunu İtalya`dan, Hukuk Muhakemeleri Usul Kanunu İsviçre`den, Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu Almanya`dan alındı. Kısacası bizler İslam Medeniyetinden ayrılıp, Batı medeniyetinin bir parçası olduk. Hala da bu yöndeki politikalar devam ediyor.

Bütün bu söylediklerimin Lozan ile ne alakası var diye soranların, aslen Manisalı olan Yahudi Hahambaşı Haim Nahum`un Lozan`daki faaliyetlerine bakmalarını salık veririm. Bu adamın Türkiye`nin nasıl İslam ile bağlarını kopartacağı hususunda, İngilizlere altın tepside bir armağan sunduğunu görecekler. Zaten bu şahıs Lozan`da İsmet İnönü`nün danışmanıdır.

Feridun Kandemir`in hatıralarını aktardığı, “Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay” adlı eserinde konu ile ilgili şunları yazıyor: “İsmet Paşa, anlaşıldığına göre, Lozan`da İngilizlerle bir çeşit gizli arabuluculuk rolü oynayan İstanbul Yahudi Hahambaşı Haim Nahum Efendi`nin telkinleriyle, hilafetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye`de devamına müsaade edilmeyip, derhal kaldırılması fikrini tamamıyla benimsemiş bulunuyordu. Peki, ya dört-beş ay önceki hilafete bağlılık, hatta hilafetin kuvvetlendirilmesi düşünce ve kanaati ve bu yoldaki kat`i ifadeler ve İslam âlemine bunun duyurulması hususundaki telaş ve heyecan ne olmuştu?”

MADDİ KAYIPLAR:

Musul Sorunu: Bilindiği üzere Musul Misak-ı Milli sınırları içerisindeydi. Türkiye orayı bir vilayeti gibi görmekteydi. Tabi en önemli özelliği zengin petrol yataklarına sahip olmasıydı. Zaten Lozan`a Misak-ı Milli`nin gerçekleşmesi için gidilmişti.

Lozan`da Türkiye`yi İsmet İnönü temsil etti. Bilindiği üzere İnönü bir askerdi ve İngilizleri temsil eden Lord Curzon`a nazaran yetersizdi. Çünkü İngiliz temsilci her türlü siyasi oyun ve blöfü yapıyordu. Musul üzerinde bir türlü anlaşma sağlanamıyordu. Türk tarafı ısrarla burayı bırakmak istemiyordu. Ancak İngiltere`nin de vermeye niyeti yoktu. Çünkü müthiş petrol kaynakları bir batılı açısından terkedilecek cinsten değildi.

Eğer Türk tarafı petrolü İngiltere`ye bırakmak kaydıyla toprağını isteseydi, zannımca önceliği petrol olan İngilizler, bu teklife sıcak bakacaklardı. Ancak anlaşma sağlanamayınca, Musul sorununu Cemiyet-i Akvam (Birleşmiş Milletler)`a bıraktılar. Zaten Birleşmiş Milletler, Batılılara hizmet amaçlı bir kurum olduğundan, Türk Meclisi Musul`un kaybedildiğinin farkına varmıştı.

Birinci Meclisin bu duruma onay vermesi imkânsızdı. Bunun için alelacele İkinci Meclis tertip edildi. Neticede Mustafa Kemal`e itiraz etmeyecek kişilerden oluşan İkinci Meclis, 23 Temmuz 1923`te İsviçre`nin Lozan kentinde imzalanan ve Musul petrollerinin %10`u karşılığında İngiltere`ye bırakılan Musul maddesini onayladı.

Ayrıca şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Türkiye, beceriksizliği ve teslimiyetçiliği ile verdiği Musul`un kaybediliş sebepleri arasında Şeyh Said Kıyamını göstermekle komik bir duruma düşmektedir.

Batı Trakya: İmza tarihinde nüfusunun büyük çoğunluğu Türk olan Batı Trakya maalesef Yunanistan`a bırakıldı. Burada Yunanistan`ın savaşın galibi olduğu zannedilecek bir sınır çizildi. Edirne Türkiye sınırları içinde kalmasına rağmen, buraya giden tren yolunun Karaağaç İstasyonu, Yunan sınırı içinde kalmıştı. Yani Edirne`ye gitmek için Yunanistan`ı şöyle bir dolaşmak gerekiyordu. Sonra bu istasyonu geri almak babından, Anadolu`da bin bir türlü zulüm ve yıkım gerçekleştiren Yunanistan`dan almamız gereken savaş tazminatından vazgeçildi. 

Hatay ve Halep: Yine Misak-ı Milli`de çizilen sınırlara göre Türkiye`nin güney sınırı Halep`in 40 km. güneyinden geçmesi gerekirdi. Ne yazık ki Halep`ten vazgeçildiği gibi Hatay da sınırlarımız dışında kaldı. Hatay daha sonra Türkiye`ye katıldı.

Adalar: Hani meşhur bir fıkra vardır. İsmet İnönü bir gün İzmir`e gitmiş. Kordon Boyunda yürürken, uzaklardan bir horoz sesi gelmiş. Etrafındakilere “Nereden geliyor bu horozun sesi?” diye sormuş. “Yunanistan`a bıraktığımız Sakız Adasından” diye cevap vermişler. İnönü şaşırmış: “Bu adalar İzmir`e bu kadar yakın mıydı?”

Ben fıkra diye okudum belki de gerçek. Aslında durum bu kadar vahimdir. Burnumuzun dibindeki 12 adalar İtalya`ya bırakıldı. II. Dünya Savaşından sonra Yunanistan`a verildi ve bundan dolayı Yunanlarla kıta sahanlığı problemi yaşanıyor.

Boğazlar: Antlaşmaya göre Boğazlar üzerinde hâkimiyetimiz yoktu. Burada Misak-ı Milli`yi esas zedeleyen olay, oluşturulan Uluslararası Komisyon ve yetkileridir. Boğazların her iki yanında en çok 20 km.ye kadar genişleyebilecek toprak şeridi ile Ege ve Marmara`daki bazı adalar askersizleştiriliyordu. Boğazlardaki uçuşlar da bu şarta bağlıydı. Boğazların daraldığı noktalarda 5 km.lik bir şerit üzerinden uçuş izni alınabiliyordu. Bütün bu yetkiler Boğazlar Komisyonunda idi. Ancak Komisyonun başkanı Türk olacaktı. Bu durum 9 Kasım 1936`da imzalanan Montreux Antlaşmasına kadar böyle devam etti.

Sonuç olarak anlatıldığı gibi Lozan bir zafer değildir. Aslında bu milletin cephelerde elde ettiği zafer ile kıyaslanamayacak bir antlaşmadır. Bilindiği üzere Kurtuluş Savaşı dediğimiz o mücadele halklarımızın müthiş fedakârlıkları sayesinde gerçekleştirilmiş, fakat varılan nokta cephedeki düşmana benzeyişimizdir.

Herhalde tarihin en büyük sosyal mühendislik olayı budur.