ABD destekli 15 Temmuz darbe girişiminde Atatürk Havalimanı’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı karşılamaya giden Milat Gazetesi Muhabiri Enes Babacan, cuntacı askerlerin hedefi olmuş ve açılan ateş sonucu göğsünden aldığı mermiyle yaralanmıştı.O gece kendisiyle birlikte vurulan bir gencin şehadet şerbetini içtiğini söyleyen Gazeteci Babacan, cuntacıların halka yaşattıkları için idam edilmesi gerektiğini söyledi.

15 Temmuz’da gazeteden çıkıp bir konu hakkında ifade vermek için Bakırköy Savcılığı’na gittiğini dile getiren Babacan, savcılıktaki durgunluğun dikkatini çektiğini belirtti.

Ardından eve geldiğini söyleyen Babacan, TV kanallarında 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nün (Boğaziçi Köprüsü) askerler tarafından kapatıldığını gördüğünü ve daha sonra Ankara’daki haber kaynaklarıyla görüşmeye başladığını belirterek, “Bunun bir darbe olduğuna dair ilk olarak 19.00 sıralarında net duyumlar aldım. Hem devletin içinden, hem bazı yetkili isimlerden, hem de sivil toplum kuruluşları ve akil, hatırı sayılır insanlardan, darbe olduğu yönünde bilgiler geldi. Hemen sosyal medya hesabımdan bunun bir darbe olduğunu da yazdım. Hatta Ankara muhabirimizi ve tanıdığım gazeteci arkadaşları aradım. Bir darbe oluyor dedim. Sayın Başbakan’ın bir kalkışma olduğunu söylemesi, sonra da Sayın Cumhurbaşkanı’nın ‘Meydanlara çıkın’ açıklamasını yapana kadar da hâlâ televizyonların çoğunda ‘darbe’ denilmiyordu.” dedi.

Tüm bu yaşananlardan sonra tepkisini ortaya koymak ve yaşananları takip etmek için Atatürk Havalimanı’na gittiğini ifade eden Babacan, “Havalimanına gittim burada halk yürüyüş yapıyordu. Saat 21.30-22.00 arası ilk gidenlerdendik. Erdoğan’ın açıklamasını biz orada izledik. Cumhurbaşkanı’nın televizyonlara yaptığı açıklamadan sonra yoğunluk aşırı derecede arttı. İlk gittiğimizde 2-3 bin kişiydik ama o açıklama sonrasında yüzbinlerce insan geldi.”

“Rütbeliler ‘geri çekilin vururuz” diyorlardı”

Oraya gelen vatandaşlarla, askerleri ikna etmeye çalıştıklarını belirten Babacan, “Biz ilk gittiğimizde askere ‘darbe yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz bunlar bizim silahımız, siz bu memleketin, bu vatanın evlatlarısınız. Ülkemizi dünyaya kötü gösteriyorsunuz.’ diyorduk. Öne rütbesiz askerleri sürmüşler, onlar hiçbir tepki vermiyor sadece ‘yaklaşmayın vururuz’. Hep böyle bir tehditle, arkalarında ki o rütbeliler daha yüksek bir sesle ‘geri çekilin vururuz, geri çekilin’ hep bir tehdit, ama biz yılmadık hep üzerlerine üzerlerine gittik. Sayımız çoğaldıkça onlar korkmaya başladılar. Bu sefer Özel Hareket Polisleri vesaire de gelince, bir kısmı ön kapıdan Atatürk Havalimanı’nın Yenibosna girişinden kaçmaya başladılar. Kaçamayanlar da vardı. Havalimanının içinde askerlerin olduğu, uçakların iniş yaptığı iletişim kulelerinde kalanlar varmış. Onlar kaçtıktan sonra, biz dış hatlardan havalimanının içine doğru akın ettik. Oraya gittiğimizde turistler ağlıyordu. Bazı çocuklar vardı havalimanında yere yatmış, oradaki güvenlik görevlileri, kimisi yerde, kimisi dayak yemiş, kimisi darp edilmiş, böyle perişan haldelerdi.” diye konuştu.

“Hepimiz kalbimizden vurulmaya çalışılmışız”

Cuntacı askerlerin hedef gözetmeden halka ateş açtığına dikkat çeken Babacan, “Apronlara (uçakların park, yükleme, yakıt ikmali yaptığı yer) kadar çıktık. Ben görevli gittim oraya Sayın Cumhurbaşkanı’nın ilk gelişini karşılayayım, gazeteme haber yetiştireyim, fotoğraf çekeyim diye. Uçağın iniş yapacağı yere kadar gittik. İlk apronda ateş edildi. Askerler hepimizin üstüne rastgele kurşun yağdırdılar. Hepimizin ortak bir noktası varmış, onu sonradan fark ettik. Hepimiz kalbimizden vurulmaya çalışılmışız. Orada ilk vurulma anı, bizim vurulduğumuz andı.” dedi.

“Vuruldum… Şehadet parmağımı kaldırdım… Kelime-i şehadet ve tekbir getirdim”

Babacan o dehşetli geceyi anlatmaya şöyle devam etti:  “B Kapısı tarafından, Jandarma transitiyle askerler geldi. İlk 2-3 el ateş duyduk. Ben de 150-200 metre yakınındaydım. Önümde de 40-50 kişi daha var. Halk dağılmış vaziyette askerlerin üzerine hücum etti. Onlar da bu sefer halka, üzerimize direk hedef gözeterek, ateş etmeye başladılar. Ben vurulan üç kişi gördüm. Bana yakın olan bir genç vuruldu yere düştü, ikinci defa vuruldu. Yanına yaklaştım kaldırayım diye, eğildiğimde bende göğsümden vuruldum. Hayatımda ilk kez silahla vuruldum. O an önce kolumun koptuğunu düşündüm. Kolum bir anda düştü, bir anda yere yığıldım. Sonra göğsümde de bir acı başladı. Öleceğimi düşündüm ama seviniyordum da… Üzülmüyordum… Korkmuyordum ölümden. Şehadet parmağımı kaldırdım. Kelime-i şehadet getirdim. Sonra tekbir getirdim. 15-20 dakika sonra kurtarmaya geldi arkadaşlar. Sivil vatandaşlar alıp revire götürdüler. Bizi sedyeyle falan kaldırmıyorlar, elleriyle tutuyorlardı. Çok acı hissetmeme rağmen, o acıyı tekbir ve kelime-i şehadete sığınarak atlatmaya çalışıyordum. Öleceğimi de düşünüyordum bir taraftan.”

“Amerika’nın suyuyla abdest alanların…”

Babacan, “Kelime-i şehadet getirip, ‘buraya kadarmış’ dedim. Kurşun direk gitse yada farklı bir noktaya gitse ölmüştüm. Ama o sol omzumdan parçalayarak çıkmış, G3 mermisi bu. Ben Doğu ve Güneydoğuda görev yapan askerlerden duymuştum; ‘Biz G3 mermisini kolay kolay PKK terör örgütüne bile kullanmıyoruz.’ Çünkü ‘lanet bir silahtır’ dedi. Ama bunlar terör örgütüne gösteremedikleri lanetliklerini, kendi milletlerine gösterebilecek kadar, kin ve öfke dolmuşlar. Sözde Müslümanlar, bu nasıl bir iman, bu nasıl bir Müslümanlık. Amerika’nın suyuyla abdest alanların, Müslümanlığı bu kadar olur.”

“Cumhurbaşkanımız yaşıyor mu?”

Yaralandıktan sonra vatandaşlar tarafından hastaneye kaldırıldığını söyleyen Babacan, uyandığında doktorlara ilk olarak ‘Cumhurbaşkanımız yaşıyor mu?’ diye sorduğunu ve  ‘Evet yaşıyor’ cevabı karşısında rahat bir nefes aldığını, darbe girişiminin de püskürtüldüğünü öğrenince sevinçten tekbir getirmeye başladığını ifade etti.

Kurtarmaya gittiği genç şehit oldu

Kısa bir süre sonra hastanede feryat ve figan sesleri duymaya başladığını aktaran Babacan, o duygulu anları şöyle anlattı: “Yatağımdan kalkmaya hareket etmeye çalıştım, yanımda kimse de yok. Beni hastaneye getiren tanımadığım bir delikanlıymış, sonradan tanıştık. Dedim ki ‘Ne oluyor, bu ses kimin sesi?’ ‘Seninle birlikte vurulan genç bir delikanlı vardı, o şehit oldu’ dediler. Tabi yatağımda olduğum için göremedim kendisini, o kurtarmaya gittiğim çocuktu, iki yerden vurulmuştu. Hepimiz göğüs hizasından vurulurken o bir de ensesinden vurulmuştu. O kardeşim şehit oldu.”

“Amerika’nın çocukları Afganistan’da Müslümanlara acıyor mu ki”

“Şimdiye kadar Türkiye’de ki darbe geçmişlerine baktık, okuduk hiçbirisinde bu kadar halkı direk hedef alan, savaş uçaklarının kendi emniyetini, kendi meclisini, kendi Genelkurmay Başkanlığını vurabileceğini, tahmin edememiştik” diyen Babacan “Tahmin etmeliydik. Neden, Gazze vurulduğunda acımayanların, kendi vatandaşlarına da acımayacağını düşünmeliymişiz. Bunlar Amerika’nın çocuklarıydı. Amerika’nın çocukları Afganistan’da Müslümanlara acıyor mu? Irak’ta acıdı mı? Suriye’de şuan acıyor mu? Filistin’de acıyorlar mı? Lübnan da acıyorlar mı? Hayır. Niye Türkiye’de acısınlar, niye İstanbul’da, Ankara’da acısınlar. Bizim onlardan farkımız yok ki. Onlar da Müslüman, biz de Müslümanız. Hedef de zaten bu. Biz onların bir umudu olmuştuk. Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da Türkiye’ye bir bakış, bir umut var. Yeniden İslam’ın dirilişi, birleşmesi için… Onların amacı bu umudu yok etmek içindi, niye acısınlar?”

“Bu ihanetin bedeli kesinlikle idam olmalıdır”

Darbecileri idam edilmesi gerektiğine vurgu yapan Babacan, “Biz de acımamalıyız ve idamı getirmeliyiz. Ben net bir şekilde idamı istiyorum. Bir daha böyle bir şeyin olmaması için, çünkü darbe demek sadece mevcut hükümetin, iktidarın, cumhurbaşkanının görevden alınması değil, darbe halkın vurulmasıdır. Halkın kendi iradesiyle, kendi tankı, silahıyla, ekmeğini bölüştüğü insanlar tarafından vurulmasıdır. Bu ihanetin de bir bedeli olmalı, bu ihanetin bedeli de kesinlikle idam olmalıdır.” diye konuştu.

‘O çığlıklar kulağımdan çıkmıyor, uyuyamıyorum’

İdamın işlenen bu suçlar için yeterli olmayacağını da sözlerine ekleyen Babacan, “Çünkü orada 16-17 yaşında çırpınan çocuk gözümün önünde. O çığlıklar kulağımdan çıkmıyor, uyuyamıyorum. O çocuk, suçu günahı olduğu için mi katledildi. Hayır, sadece devletine sahip çıktığı için, devleti adına sözde maaş alan, milletin parasını, ekmeğini yiyenlerin, kurşunuyla çığlık çığlığa öldü. Bu çocuğun annesinin, babasının, dostlarının arkadaşlarının acısını nasıl hafifleteceğiz? 79 milyonun yüreğini nasıl hafifleteceğiz? Sayın Cumhurbaşkanı net bir şekilde söyledi: ‘Onlar getirirse, ben de onaylayacağım’ diye. Ben idamın kesinlikle geri getirilmesini istiyorum. Amerika ne der, NATO ne der, kim ne derse desin. İdam bunlar için biçilmiş kaftandır.” diyerek konuşmasına son verdi.  (Mehmet Tahir Özsoy, Muhsin Şenol- İLKHA)