Diyarbakır`da yaşayan 64 yaşındaki emekli öğretmen Hanifi Turan, 27 Mayıs 1960 ile 12 Eylül 1980 tarihlerindeki askeri darbelere ve 20 Mayıs 1969, 9 Mart 1971 ile 15 Temmuz 2016 tarihlerindeki darbe teşebbüslerine tanıklık eden isimlerden biri…
12 Eylül sürecinde akla ve hayale sığmayacak işkencelere maruz kalan Turan, darbelerin toplum üzerinde derin yaralar açtığına vurgu yaptı.
Daha çok dış güçlerden aldıkları destekle darbeye girişen askerlerin, halka yaptıkları zulümlerle akıllarda kaldığını belirten Turan, “1960 darbesini çocukken gördüm. Köyümüzde sadece bir radyo vardı ve büyüklerimin darbe haberini oradan dinlediklerini hatırlıyorum. 12 Mart 1970 yılında muhtıra verildi, onu da askeri darbe olarak görüyorum. Komandoların zulümleri ve baskılarını unutamıyoruz. Köylüleri okullara toplar, silah getirmeleri için işkence yaparlardı. Köylülerin inançlarına küfrediyorlardı. Darbenin en şiddetli yüzünün hep Kürtlere dayandığını da söyleyebilirim.” dedi.
Türkiye`de hiç kimsenin Kürt halkı kadar darbelerden çekmediğini belirten Turan, sadece bu nedenle bile olsa darbelere karşı olunması gerektiğini söyledi.
Turan, darbelerin insanlar üzerinde akıllardan silinmeyecek derin yaralar açtığını dile getirerek, “1980 yılında ordu yönetime el koydu. Yaşadığımız coğrafyada ne kadar okumuş gencimiz varsa büyük çoğunluğu ya Avrupa`ya kaçtı, ya cezaevine girdi ya da dağa çıktı. Darbe olduğunda darbe hukuku sona ermiyor. Toplumun üzerinde derin yaralar da açıyor. Ben çok fazla hapis yatmadım. Toplam hapis yatmışlığım 10 gün bile yoktur ama 94 gün gözaltında kaldım. Farklı farklı zamanlarda işkencelerden geçtim.” ifadelerini kullandı.
Askeri darbelerde yönetimin tamamen askerlerin eline geçtiğini ve keyfi uygulamaların had safhaya çıktığını dile getiren Turan, 12 Eylül darbesi sürecinde yaşadıklarını söyle anlattı:
“Çocuklarıma olmadık işkenceler yaptılar”
“1995 yılında yakalandım. Çeşit çeşit işkencelere şahit olduk. Filistin askını gördüm. Çırılçıplak soyup üzerime su döktüler ve elektrik verdiler. Bunlar insanlık dışı şeylerdir. Namahrem olduğu için diğer şeyleri söylemiyorum. Eşimi ve yaşları 8 ile 12 arasında değişen 5 çocuğumu da yanıma getirip işkence yapmaya başladılar. Çocuklarıma olmadık işkenceler yaptılar. Gözlerimin önünde çocuklarıma elektrik verdiler. Ellerini birbirlerine tutturup elektrik verdiklerinde hepsi birden bağırıp zıplamaya başlayınca, ‘Bak. Ne kadar güzel oynuyorlar.` diye gülüyorlardı. Benim yaşadığım hiçbir şeydir. Ben en azından çocuklarımı kaybetmedim. Öldürülenler, çocukları ölenler oldu.”
Aradan yıllar geçmesine rağmen çocuklarının hala işkencelerin etkisinden kurtulamadığına dikkat çeken Turan, avukatı aracılığıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`ne (AİHM) dava açtığını ve mahkeme sonucuna göre devletin, yapılan işkenceler nedeniyle ceza aldığını kaydetti.
“Darbeciler başa geçseydi sıkıyönetim ilan edeceklerdi”
Darbe sonrası oluşan askeri yönetimin adalet ve vicdandan uzak uygulamalar sergilediğini sözlerine ekleyen Turan, “Seyahat etme özgürlüğün olmaz. İstedikleri zaman istedikleri yolu kapatıyorlar. Askeri yönetimlerde sıkıyönetim mahkemeleri var. Darbeciler başa geçseydi sıkıyönetim ilan edeceklerdi. Buranın sıkıyönetim komutanı muhtemelen 7`nci Kolordu Komutanı olacaktı. Bunların verdikleri kararlar kesin kararlardır, itiraz etme durumu yok. Çok iyi bilinmelidir ki, burada ne adalet ne vicdan vardır. Her şey, bizi idare edecek olanların bakışlarıyla orantılı olacaktı. Askeri darbe yapılsaydı günde istedikleri kadar evlerimizi arayabilirlerdi.” şeklinde konuştu. (Hamza Adiyaman/Emrah Deniz-İLKHA)