ABD destekli darbe girişimini İLKHA’ya değerlendiren 12 Eylül 1980 darbe mağduru Emin Arslan, darbe döneminde insan haklarının ayaklar alındığını söyledi. Darbe döneminde işkencelere maruz kalanların defalarca intihara kalkıştığını dile getiren Arslan, yeni neslin darbenin ne olduğunu bilmediğini dile getirdi.

12 Eylül darbesinde haksız gerekçelerle insanların gözaltına alınıp cezalandırıldığını ve yıllarca işkence gördüğünü söyleyen Emin Arslan, şimdiki Diyarbakır E Tipi Cezaevinde her gün mahkûmlara insan dışkısı ve fare yedirildiğini belirtti.

Darbeden sonra hiçbir suç delili olmamasına rağmen ‘hâkime rüşvet’ suçlaması ile gözaltına alındığını söyleyen Arslan, 3 ay Diyarbakır, Mardin ve Şanlıurfa illerinde gözaltında kaldığını ifade etti. Arslan, “Darbenin ilan edilmesinin ardından sosyal hayat durdu,  artık kimse sokaklara çıkıp gezemiyordu, hayat adına her şey darbe ile bitmişti. Bir gün bir grup asker gelip beni evden aldılar. Askerlere ‘buyurun suçum ne?’ diye sordum, bana ‘sen savcı ve hâkimlere rüşvet vermişsin’ dediler. Askerlere, ‘hangi hâkim, hangi savcı’ diye sorduğumda bana, ‘sen kendin söyle’ deyip cevap vermediler. Beni üç ay Diyarbakır, Şanlıurfa ve Mardin’de gözaltında tuttular.” dedi.

“Askerler öldürdükleri kişi sayısına göre rütbe alıyordu”

Gözaltında insan onurunu hiçe sayan işkenceler gördüğünü söyleyen Arslan, gördüğü işkenceleri şöyle anlattı:

“Ben gözaltında yaşadıklarımı anlatırsam bütün insanlar ağlar, üzülürler. Askerler bizi ayağımızdan tavana asarak ve çok affedersiniz ‘dışkınızı ve idrarınızı yapın’ diyordular. İdrarımızı yaptığımızda o idrarımız ağzımıza doğru geliyordu ve o idrarımızı bize zorla içiriyorlardı. Ardından bizi başka bir odaya götürüp tazyikli su döküyorlardı. Sonra bizi ıslak elbise ile odaya bırakıyorlardı. Mart ayıydı ve hava çok soğuktu. Üzerimizdeki elbiseler buz olup bize yapışıyordu. Gözaltında bulunanların makatına cop sokarlardı. Eğer tepki gösterilseydi, öldürmekten beter ediyorlardı. Gözaltında beni öldürmek istiyorlardı, çünkü askerler öldürdükleri kişi sayısına göre rütbe alıyordu. Eğer bir askerin rütbesi er ise onbaşı, onbaşı ise çavuş, çavuş ise mahkeme çavuşu oluyordu.”

“Hâkim bana ‘seni komutanın emriyle tutukluyorum’ dedi”

Gözaltı sürecinde yaşadıklarının hayatında büyük travmalara neden olduğunu belirten Arslan, “Gözaltından sonra bizi 7’inci Kolordu Komutanlığındaki toplama merkezine getirdiler. Bize bir hafta boyunca et ve yemek yedirdiler. Bunu kendimize gelelim diye yapıyorlardı. Bir hafta içerisinde gözaltına alınanları her gün savcıya götürüp getiriyorlardı. Sonunda savcı beni tutuklattı. Ben savcıya suçumu sorduğumda bana ‘ben seni komutanın emriyle tutukluyorum, suçun falan yok sadece komutanın emri var diye seni tutukluyorum’ dedi ve beni mahkemeye sevk etti. Üç gün beni hâkimin karşısına götürüp getirdiler, hâkim de savcı gibi beni tutuklamak istemiyordu, çünkü suçum yoktu. O da savcı gibi bana ‘seni komutanın emriyle tutukluyorum’ dedi ve bir yıl üç gün cezaevinde kaldım.” ifadelerini kullandı.

“Havalandırmada lağım kanalını açarak bize insan dışkısı, fare yedirir ve lağım suyu içirirlerdi”

Gözaltı sürecinden sonra cezaevine konulduğu ve burada da türlü türlü işkencelere maruz kaldığını belirten Arslan, “Gözaltı ayrı bir olaydı, cezaevi ayrı. Cezaevine ilk geldiğimizde bizi bir metrelik bir hücreye aldılar. Bu hücrede 18 kişi kalıyorduk. Burada kapımıza gelen köpeğe tekmil veriyorduk. Köpek ne zaman hücrenin önüne gelip havladığında hücrenin kapısına yakın olan biri, ‘18 kişi emir ve görüşlerinize hazırdır’ diye tekmil verirdi. Eğer bu tekmili köpeğe vermeseydik akıl almaz işkenceler görüyorduk. Bir süre hücrede kaldıktan sonra bizi koğuşa aldılar. Koğuşta iken bizi havalandırmaya alır lağım kanalını açarak bize; insan dışkısı, fare yedirir ve lağım suyu içirirlerdi. Kusmamıza da izin vermiyorlardı. Ferhat Cemiloğlu adında bir kişi midesi kaldıramadı ve kustu. O arkadaşımız kustuğu için ağaçla dişlerine vura vura hepsini kırdılar.” şeklinde konuştu.

“Bir gecede bize 36 askeri marş ezberlettiler”

İşkence ve psikolojik baskılardan dolayı her gün ölmek istediklerinin altını çizen Arslan, darbe günlerinde cezaevinde gördükleri insanlık dışı muameleyi anlatmaya devam etti. Arslan, “Bizim bütün paramızı bizden alıyor, koğuşun duvarlarını marşlarla dolduruyorlardı. Belki inanamayacaksınız ama bize bir gecede İstiklal Marşı’nın on kıtası dâhil, tam 36 askeri marş ezberlettirdiler. Asker, koğuşa gelirdi bize ‘ben yarın geleceğim erkek olan yarın sorduğumda marşları ezberlememiş olsun’ derdi ve biz o gece sabaha kadar o marşları mecburen ezberlerdik. Saat 06.00’dan saat 18.00’a kadar bize hep marş söyletiyorlardı. Yemek geliyordu, içine tükürmeden yemeği bize vermiyordular. Yemek yemememize izin de vermiyordular. Mecburen o tükürülen yemeği yiyorduk. Kahvaltıda bir yumurta getiriyordular ve ‘sekiz kişi bunu yiyecek’ diyordular. ‘Ben yemiyorum’ dediğinde, ‘hayır yiyeceksin’ diyor zorla yediriyordular. Tek amaçları zulüm etmekti. Sene de bir defa karpuz getirirlerdi. Karpuz getirdiklerinde de yere vurup kırıp ardından ayakla ezerek karpuzu yememizi istiyorlardı. Yemek istemeyenler tehdit ediliyordu ve mecburi yiyorduk. Her gün bütün koğuş dayak yerdi, dayak yemeyen yoktu. Yediğimizi dayağın ardından ellerimiz şişerdi. Ellerimiz şişmesin diye tuzluyorduk. O kadar dayak atarlardı ki inanın biz yemek kaşığını tutamazdık. Yemek kaşığını üç parmağımızın arasına koyup öyle içerdik çorbayı bir de çorbanın adı çorbaydı ama çorbaya hiç benzemezdi. Koğuşumuzun içeri görülecek şekilde delikler vardı. Bizi oradan kontrol ediyordular, asker deliği açtığı an bir kişi oturmuş olsaydı vay onun haline.” diyerek akıl almaz işkenceleri anlattı.

“Bu işkenceler altında bizi Allah öldürmedi”

Annesi cezaevine görüşe geldiğinde Kürtçe konuşması nedeniyle dayak yediğini aktaran Arslan, sözlerine şöyle devam etti: “Sürekli ‘Allah yok Peygamber de izine çıkmış’ diyorlardı. Bunu bir ağacın üstüne yazmışlardı ve o ağaçla bizi dövüyorlardı. Annem cezaevine görüşe geldiğinde Türkçe bilmiyordu, Kürtçe konuşunca da ben dayak yiyordum. Görüş kabinine bizi köpek getirip götürüyordu. Köpekler bütün elbiselerimizi yırtıyordu, bütün vücudumuz köpeğin dişlerinin izleriyle doluydu. Her gün kuru kuru tıraş oluyorduk. Sabah içtimada tıraş olmayan varsa o adamı ağaçların arasında eziyor, görülmemiş işkenceler yapıyordular. Beni hastaneye götürdüler orada hastaların üzerine askerler idrarını yapıyor ve dayak atıyordular. Hastanedeki baştabip, doktorlar ve hemşireler bunu biliyorlardı ama onlar da bir şey yapamıyordular. Çünkü doktorları da vuruyordular. Doktorlar bizi muayeneye gelemiyordular. Bu işkenceler altında bizi Allah öldürmedi. Arkadaşlarımız kendilerini öldürmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bizim üç arkadaşımız ranzanın ucundaki ağaçları koparıp damarlarına batırarak ellerini bidon içerisine koyarak intihar ettiler. Biz ölmek için bütün çabayı harcıyorduk ama ölemiyorduk. Kafamızı duvarlara vuruyorduk bayılıyorduk, üç saat sonra kendimize geliyorduk.”

“Arkadaşlarım lağım suyu, idrar içirilmesi ve dışkı yedirilmesinden dolayı Hepatit C hastası oldular”

Cezaevinde gördüğü işkenceleri ilerlemiş yaşına rağmen hâlâ unutamadığını söyleyen Arslan, “Ben hâlâ da uykudan sıçrayarak uyanıyorum ve kendimi cezaevinde sanıyorum. Dünya da ne İsrail, Filistinlilere yapmış ne de Amerika diğer başka Müslüman ülkelere bu işkenceleri yapmıştır. Hiç kimse böyle bir zulüm yapmamış ve yapmaz da. Ben böbrek hastasıydım babam Avrupa’dan ilaçlarımı getiriyordu ama onlar bana vermiyordular, içirmiyordular ve böbreğim vücudumu reddetti. Ben cezaevinden çıktıktan sonra ikinci böbrek nakli oldum. Oradaki bütün arkadaşlarım lağım suyu, idrar içirilmesinden ve dışkı yedirilmesinden dolayı Hepatit C hastalığına tutuldular.” ifadelerini kullandı.

“Gençler darbenin ne olduğunu bilmiyor, bunu bilseydiler sokaklarda olurdular”

15 Temmuz ABD destekli darbe girişimini değerlendiren Arslan, son olarak şunları söyledi:

“Yeni nesil darbenin ne olduğunu bilmiyor. O dönemde çok kötü günler yaşandı. Yıllarca sıkıyönetim vardı. Şu anda yeni nesil darbe girişimine karşı sessiz kalıyor. Bu gençler darbenin ne olduğunu bilmiyor. Bunu bilseydiler sokaklarda olurdular. Allah-u Teâlâ bu ülkeye bir daha darbe yaşatmasın, bir daha sıkıyönetim gelmesin, bir daha olağan üstü hal gelmesin.” (M. Hüseyin Temel – İLKHA)