Yeni bir eğitim ve öğretim yılını geride bırakıp tatile girerken her kesin kafasında farklı bir tatil geçirme hevesi ve planları vardır. Kimileri turistik bölge ve sahillerde gezinti ve vakit öldürmeyi düşünürken, kimileri de serin ve yaylalık yerleri seçerek kafa dinlemeyi planlamaktadır. Yine kimileri bunu umre ziyareti gibi hayırlı işlere, ibadete ayırırken kimileri de bunu yeni bir fırsata dönüştürmek için medreselere, Kur`an kurslarına giderek daha güzel ortamlar aramakta ve kendini dinen ikmal etmeye çalışmaktadır.

Kimi insanlar da "İslam`da tatil diye bir şey yoktur" deyip bütün bunları kökten reddetmektedir. Peki, İslam`da tatil diye bir şey var mı? Varsa Müslümanın nasıl bir tatil planı olmalı ve bunu nasıl uygulamalıdır? İşte bütün bu soruların cevabı aşağıdaki ayeti kerimelerde özetlenmiş halde bizlere takdim edilmektedir.

"Elbette her zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten her zorluğun yanında bir kolaylık daha vardır. Öyleyse boş kalınca hemen kalk, (başka bir) işe koyul. Ve yalnız Rabbine giden yola yönel." (İnşirah 5-8)

Dikkat edilirse ayeti kerimeler: "Öyleyse boş kalınca hemen kalk, (başka bir) işe koyul. Ve yalnız Rabbine giden yola yönel" diye emrederek Müslümanın zayi edecek bir zamanı olmadığının dersini veriyor. Bir Müslüman için, boş geçirilen her bir an, kaçırılan birer fırsattır. Giden zaman geri gelmez, yarınlar için ayrılmış başka işler vardır.

Elbette Müslümanların da dünyevi bazı işlerini belli bir süreliğine durdurabilme ve dinlenme hakları vardır. Ancak bu süre zarfında vaktini boş geçirmemesi, başka faydalı işlerle meşgul olması gerekir. Bizim tatilimiz, yeni ve faydalı işlerin yapıldığı, malın ve zamanın israf edilmediği bir zaman dilimidir. Dinlenmek ve ibret almak için gezmek, dolaşmak, eş, dost ve akraba ziyareti gibi hayırlı işler de bu kapsamda mütalaa edilebilir.

Ailemize ve toplumumuza karşı olan sorumluluklarımızda ve ibadetlerde tatil diye bir şey yoktur. Ama eğitim ve öğretimde, sosyal faaliyetlerde tatil olabilir. Bu anlamda tatili, bir iş değişikliği, bilgi ve görgüyü artırma ve yaşanan ortamı değiştirip farklı işler yaparak dinlenme şeklinde anlayabiliriz.

İslam`da merkezden yönetilen bir çalışma hayatı olmadığı için bugünkü anlamda tatili İslami kaynaklarda aramak mümkün değildir. Batıdaki sanayi devriminden sonra başlayan tatil anlayışı ise, İslami değildir. Bu anlayış, insanın tabiatını, duygularını, sosyal hayatını ve aile ilişkilerini ters yönde etkileyen çalışma hayatının zorunlu bir sonucudur.

Bu anlayışa göre zengin kesim için tatil, günah işleyebilmek için hazırlanmış ortamlarda doyasıya eğlenmek, malı ve zamanı bol bol israf etmektir. Çalışan kesim için ise, biriktirebildiği üç beş kuruşu israf ettiği bir zaman dilimidir. Bu sebeple batıdan gelen tatil anlayışı, ne sebepleri, ne uygulama biçimi ne de sonuçları itibariyle bize uymaz.

Yüce dinimiz, tamamen boş geçirilecek bir vakit tanımaz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem: "iki günü eşit geçen ziyandadır" buyurarak her gelecek günün bir öncekinden daha hayırlı, daha bereketli geçmesi gerektiğinin dersini vermektedir. Kur`an-ı Kerim, bize meşguliyetin değiştirilmesi suretiyle dinlenme elde edileceğine işaret etmektedir. Buna bir nevi çalışarak veya alan değişikliği yaparak dinlenme" diyebiliriz.

"İslam boş zaman kabul etmez." derken istirahati reddeder manası çıkarılmamalıdır. Kur`an-ı Kerim`de en iyi dinlenmenin kişinin kendi evinde uyku ile olacağı beyan edilmiştir.

"Size geceyi örtü, uykuyu dinlenme, gündüzü de çalışma zamanı yapan Allah`tır".(Furkan 25).

"Allah sizin için meskenlerinizi, huzur ve sükûnet yeri kıldı". (Nahl 16)

Bu anlamıyla tatil, kişinin devam etmekte olduğu bir işe, bir vazifeye ara vermek değil, bir müddet dinlenip daha hazırlıklı, daha donanımlı ve daha ağır bir hamleyle işe koyulmaktır. Zira İslam`ın tabiatı, durağanlığı değil, sürekliliği ve hareketliliği gerektirir. Meşhur bir Arap atasözünde şöyle denilmektedir: "aleyke bilhareketi min gayri sükûn=durmaksızın sürekli olarak hareket halinde ol."

Eskiden bizim doğu medreselerinde Seydalarımız, talebelerin şevkini artırmak ve gayretlerini kamçılamak için hep bu sözü hatırlatırlardı. Açıklamasını da şöyle yaparlardı:

İlmi olarak kaydedilen bir aşamadan hemen bir sonraki aşamaya geçmek, bitirilen bir kitaptan, bir lisanstan hemen bir üst lisansa veya bir başka branşa başlamak suretiyle sürekli ve kesintisiz bir eğitim halinde olmaktır. Hakeza seyr-u sülukta katedilen bir menzilden bir başka menzile, manevi bir merhaleden daha büyüğüne ve daha yükseğine geçiş yapmaktır. Aynı şekilde kazanılan veya öğrenilen bir meslekten bir başkasına veya bir üst basamağına geçmek suretiyle sürekli yakaladığı her yeni fırsatı yerinde ve zamanında değerlendirmesini ve kullanmasını bilmektir. 

İslam`a göre, gerek amellerde ve gerek adap ve ibadetlerde asıl olan devamlılıktır. "az da olsa amellerin en hayırlısı devamlı olanıdır" buyuran efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, bu gerçeğe parmak basmıştır.

Elbette Müslümanların da tatil yapmaya, dinlenmeye hakları vardır. İşi bağlayıcı olan ve hep içerde kalan insanlar için bazen bu bir zaruret halini alabilir. Ancak: bunun da bir kaide ve kuralı olmalı, israfa ve harama kaçmadan yapılmalıdır. İslam dini lüksü, israfı, aşırı tüketimi, gösterişi, şatafatı, saçıp savurmayı hoş görmez. Tatil yapmak, dinlenmek başka şey, hava atmak, caka satmak, gösteriş yapmak başka şeydir. Gösteriş bir hastalıktır, buna yakalanmış olanların tedavi edilmesi gerekir.

İyi bir tatil yapmak, güzelce dinlenmek için ille de lüks mekânlara, beş yıldızlı otellere gitmek, su gibi para harcamak gerekmez. İnsan zengin de olsa, bol kazancı ve parası da olsa lüks ve israf yine ayıptır, yine dinen ve ahlâken haramdır, yasaktır. İlla da bir yerlere harcama yapmak istiyorsa bunun meşru yerleri vardır.

Bugün Müslümanlar, biraz çevresine etrafına bakmalı, akıllarını başlarına toplamalılar. Hemen yanı başımızda milyonlarca sefalet içinde yaşam mücadelesi veren insanlar varken Müslüman neyin tatilini yapıyor, neyin zevkini tadıyor, sefasını sürdürüyor? İslam âleminin durumu gözler önünde, ümmetin hali perişan. Dünyada yarım milyardan fazla insan açlıkla pençeleşiyor. Yeryüzünde bunca sefalet varken Müslüman, bana ne diyemez, canının istediği gibi yaşayamaz.

İslam dini israfı, gösterişi, kibri, gururu, malıyla öğünüp caka satmayı haram kılmıştır. İsraf, gurur, kibir, gösteriş masum insanlara iftira etmek, haksız yere adam öldürmek gibi müzmin hastalıklardır, haramdır. Müslüman tatil yaparken, dinlenmeye giderken Kur`an ve Sünnetin hükümlerini, Şeriatın emir ve yasaklarını daima göz önünde bulundurmalıdır.

Şu halde lüksü bırakıp masraflarımızı kısmamız ve arttırdığımız para ile fakirlere, darda olanlara ve yetimlere yardım etmeliyiz. Bir Müslüman için hakikî ticaret budur. Bu fani, aldatıcı ve oyalayıcı dünyadan ebedi âleme götüreceğimiz servet ve mal ancak hayır hasenat için harcadıklarımızdır. Bir gün rabbimizin huzuruna gittiğimiz zaman onun gerçekten bize ait olduğunu orada bulacağız. Geride kalan ise varislerindir.

Şüphesiz her işin, her mesleğin bir sanatı, bir yöntemi vardır. Alış verişin, yeme-içmenin, giyinip kuşanmanın olduğu gibi, tatil yapmanın ve dinlenmenin de bir adabı ahlâkı vardır. Bunlar aynı zamanda bir medeniyetin dışa yansımasıdır. Biz Müslümanların medeniyeti İslam medeniyetidir. Bu medeniyetin haysiyetini korumamız için onun ölçülerine, sınırlarına, değerlerine dikkat etmemiz, onları aşmamamız gerekir.

Sonuç olarak bir Müslüman aile, çok zengin de olsa, parayı koyacak yer bulamayacak derecede bol gelirli de olsa, Nemrut gibi, Firavun gibi yaşayamaz, onlara benzeyemez. O halde, evlerimize dikkat edelim. Eğer hacı bey ile hacı hanımın evleri saray gibi; mutfak ve banyo dairesi Brezilya granitiyle kaplı, banyonun muslukları altın suyuna bandırılmış, buzdolabının, televizyonun, diğer cihazların en pahalısı, en lüksü arz-ı endam ediyor, ama bu evde İslami bir kütüphane yoksa burada bir sorun vardır. Bir bilinçsizlik ve geri kalmışlık vardır. Hep başkalarına özenirsek bir de bakarız ki, İslami hayatımızı bütünüyle tatil etmişiz.

Bu tatil döneminde en kazançlı işlerden biri de yaz Kur`an Kurslarına yönelmemiz, güzel zamanımızı oralarda harcamamızdır. İçimizden bilenlerin Kur`an dersini vererek, bilmeyenlerin de Kur`an dersini alarak ümmetin cehaletini giderme noktasında çaba sarf etmemizdir. Bunun dışında hayatın ne bir tadı ne de bereketi vardır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadisi şeriflerinde bu hususu şöyle aydınlatır: "ya Kur`an`ı öğrenen ya da öğreten ol, sakın ha üçüncüsü olma!" (Müslim)

Mehmet ŞENLİK / http://www.fetvakurulu.com/