28 Şubat cuntasının hukuk tanımaz uygulamaları ile Almanya tarafından Türkiye'ye iade edilen ve halen cezaevinde bulunan Metin Kaplan`ın oğlu Fatih Kaplan, babasına yapılan hukuksuzluklar hakkında İLKHA`ya açıklamalarda bulundu.
Babasının suçlu olduğuna dair hiçbir delilin olmadığını ifade eden oğul Kaplan, babasının başında bulunduğu hareketin `Silahlı Terör Örgütü` gibi lanse edilmek için kumpas kurulduğunu belirtti.
Dedesi Cemaleddin Kaplan tarafından kurulan İslami Cemaatler Birliği‘nin 12 Eylül cuntası tarafından ‘Kara ses, Kan kusan` şeklinde lanse edildiğini aktaran Kaplan, “Tebliğ ve davet eksenli kurulan bu kuruluşun bugüne kadar karışmış bulunduğu bir terörist eylemi söz konusu değildir. Türkiye'deki resmi kurumların Alman makamları üzerinde oluşturduğu siyasi baskılar sonucu yasalara göre kurulmuş bulunan bu kuruluş, 11 Eylül sonrası yasa dışı ilan edilmiş ve yasaklanmıştır. Bu cemiyetin silahlı bir örgüt olarak tavsifi mümkün değildir.” dedi.
Hareketin `Silahlı Terör Örgütü` gibi lanse edilmesi için babasına kumpas kurulduğunu söyleyen Kaplan, sözde babasının emriyle 29 Ekim 1998'de Anıtkabir`e saldırı ve Fatih Cami`sinin işgal edilip cemaatin rehin alınması yalanının uydurulduğunu belirtti.
“Kumpas devreye girerek böyle bir oyun tezgâhlandı”
Bu meselesinin kendileriyle hiçbir ilgisinin olmadığını söyleyen Kaplan, bunun emniyet ve jandarma içindeki yapıların ortaklaşa tanzim edip, planlayıp bir proje kapsamında uygulanıldığını vurguladı.
Kaplan, "Bu gibi hareketleri asla tasvip etmiyoruz. 28 Şubat darbesinin yardakçıları basın, emniyet ve yargıçları tarafından; silahlı ve silahsız hiçbir eylemi söz konusu olmamasına, 1998´deki operasyonda tek bir silah dahi bulunmamasına rağmen yasalara göre kurulan ‘İslami Cemaatler Birliği` hareketi, sözde Anıtkabir´e kamikaze saldırısı ve Fatih Cami´ni işgal etme şeklindeki tamamen asılsız, gülünç ve sansasyonel bir şekilde 'Silahlı Terör Örgütü' kapsamına alınmıştır.” ifadelerini kullandı.
Babasının skandal bir şekilde yerel mahkemenin kararıyla 12 Ekim 2004´de Almanya`dan Türkiye`ye teslim edilmek üzere sınır dışı edildiğini dile getiren Kaplan, babasının Türkiye`deki yargılama sürecinde medya tarafından linçe tabii tutulduğunu söyledi.
Ergenekon ve Paralel Yapı hâkimleri tarafından somut deliller örtbas edilerek babası hakkında 'Anayasal Düzeni Silahla Değiştirmeye Teşebbüs' suçlamasıyla 2 sefer ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının verildiğini belirten Kaplan, "Davanın Yargıtay`dan dönmesi sonucunda 2 Temmuz 2010`da ‘Silahlı Terör Örgütü Kurmak ve Yönetmek` suçundan 17,5 sene cezaya çarptırıldı. Ortada herhangi bir örgüt ve silahlı eylem olmamasına rağmen bu ceza verildi. Tıpkı Tahşiye ve benzeri davalarda olduğu gibi." şeklinde konuştu.
“İşkence raporlarla kanıtlandığı ve tespit edildiği halde, mahkeme tarafından kabul edilmemiştir”
Babasının işkence gördüğünü de söyleyen Kaplan, "2004 ile 2010 tarihleri arasındaki İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkeme`sindeki yargılanma adil olmamıştır. İşkence altında alınan ifadeler mesnet kullanılmıştır. Adli Tıp tarafından işkence raporlarla kanıtlanmış ve tespit edildiği halde, mahkeme tarafından kabul edilmemiştir. İşkence ve kötü muamele ile ifadeleri alınan şahitlerin dinlenmesi yönündeki teklifimiz mahkemede her defasında reddedilmiştir. Hoca efendiye ek savunma süresi verilmemiş, avukatların yaptığı Redd-i Hâkim talepleri önemsenmemiştir. Adil yargılanmaya halellik gelmiş, o zamanki hâkim daha sonraki Ergenekon avukatlarından Metin Çetinbaş, davaya hukuki açıdan değil, siyasi açıdan bakmış ve adeta Hoca Efendi`nin şahsına karşı bir öç alma hissiyle yargılama yapmıştır. Salih Mirzabeyoğlu ve birçok kişide olduğu gibi.” diye konuştu.
Babasına yönelik suçlamaların çelişkili olduğuna dikkat çeken Kaplan, suçlamalardaki çelişkileri şöyle sıraladı:
1. 1998 yılındaki Anıtkabir'e ve Fatih Cami'ne saldırı ile ilgili savcılığın hazırlamış olduğu İddianamede, gerçekleştirilmek istenildiği iddia edilen saldırıları kendisini bile ‘muhal` diye yorumluyordu. Yani uçakla saldırı iddialarını, polis tarafından hazırlanan tutanakları, alınan ifadeleri savcı bile ‘gerçek dışı` görüyor. Fakat buna rağmen ağır cezalar veriliyor.
2. Fatih Cami`ne gömüldüğü söylenen silahlar ortada yok. İmha edildi ise tutanaklar nerede? Bu silahlar daha önce başka amaçla kullanılmış diye mi balistik incelemesi yok. 28 Ekim 1998`de tutuklananlar evde silah olmadığını söylüyorlar, o amaçla da bir araya gelmemişler. Bir kısmının Sivas`tan sivil polisler tarafından yönlendirildiği ve o silahların da polis tarafından yerleştirildiği şeklinde ifadeler var.
3. Bursa`da `ŞAFAK AİR` isimle bir uçuş şirketi yok. 2013`de kurulmuş fakat mahkeme bunu inceleme gereği bile duymuyor.
4. Hoca Efendi`nin Türkiye`ye iade dosyalarında bazı taahhütler var, örneğin adil yargılanacak, işkenceyle alınan ifadeler aleyhte kullanılmayacak diye. Bilhassa işkence altında alınan ifadelerin TCK'nin ilgili maddelerince hiçbir şekilde bir karara delil arz edemeyeceğine rağmen cezalar verilmiştir.
6. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün bir yazısında AFİD'in 'terör örgütü' olduğu, bir diğer yazısında da 'silahlı bir terör örgütü' olduğu sonucuna varılmaktadır! Emniyet Müdürlüğü´nün iki değişik yöndeki raporu, yazısı çelişki oluşturuyor. Yazının birinde AFİD örgütünden `Terör örgütü` diye bahsedilirken, bir başka yazı da aynı örgüt hakkında `Silahlı terör örgütü` olduğu ifadesi geçmektedir. Bunun da dikkate alınması icap ediyordu, fakat mahkeme heyeti bu çelişkiyi görmezden gelmiştir.”
“Verilen bu ağır ve siyasi karar, intikam alma hissiyle verilmiştir”
28 Şubat döneminin generallerinin talimatları ile babasının yargılandığına vurgu yapan Kaplan, “20 Haziran 2005`de Metin Kaplan Hoca‘ya verilen ‘Ağırlaştırılmış ömür boyu hapis` cezası veren mahkeme, hukuka aykırı davranışlarda bulunmuştur. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi`nin Metin Hoca hakkındaki müebbet kararında ‘Atatürk diyor ki!‘ şeklinde Mustafa Kemal'in laiklikle ilgili sözlerinin yer alması, verilen kararın hukuki hiç bir boyutu olmadığının aksine, siyasi bir karar olduğunun açıkça belirtisidir. Bir mahkeme kararında bu cümlelerin yer alması manidardır. Metin Kaplan Hoca`ya verilen bu ağır ve siyasi karar, intikam alma hissiyle verilmiştir. Verilen bu karar, açıkça Metin Kaplan Hoca Efendi`nin 28 Şubat mağduru olduğunu göstermektedir.” diye konuştu.
“Müslüman hiç bir zaman terörist olmaz ve olamaz”
Babasının İslami bir davadan dolayı bu zulme maruz kaldığını sözlerine ekleyen Kaplan, "Metin Hocanın düşüncelerini ve savundukları değerleri beğenmeyebilirler, kabul etmeyebilirler, ama sadece bu düşüncelerinden dolayı kendisini kamuoyuna terörist ve vatan haini olarak göstermeye kimsenin hakkı yoktur. Biliyorsunuz hocamız, 28 Şubat'tan da ziyade o dönemin, önce basını tarafından linç edilip, sonra yargısı tarafından mahkûm edilse de, Hoca Efendi İslami bir davadan dolayı, İslami kişiliğinden dolayı bu zulme maruz kalmıştır.” dedi.
Yeniden yargılama taleplerinin ret edildiğini belirten Kaplan, 28 Şubat mağdurlarına kamuoyunun kör kesildiğini aktardı.
“28 Şubat mağdurlarına kamuoyunun körlüğü, sağırlığı ve dilsizliği sürüyor”
“İspatlanmış işkencenin bir davayı esastan bozmaya yettiğini kabul etmeyen yok, ama söz konusu Metin Kaplan Hoca olunca hiç dikkate alınmıyor." Diyen Kaplan, "Ona ve onun gibi hâlâ 28 Şubat mağdurluğu sürenlere kamuoyunun körlüğü, sağırlığı ve dilsizliği sürüyor maalesef. 17,5 yıl hapisle cezalandırılan Metin Kaplan Hoca için avukatı, 1 Ağustos 2014`de infazın durdurulması ve yeniden yargılama talebinde bulunmuştu. Bu talep İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildi. Yargılanmanın yenilenmesi başvurusu ikinci kez Ekim 2015 tarihinde İstanbul 14. ve 15. Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından geri çevrildi. Biliyoruz ki, eşdeğer vakıalarda bu tip talepler kabul edilmiş ve tahliyeler sağlanmıştı. Bu bir ayrımcılık değil de ya nedir? Yeniden yargılama yönünde yapılan yasa değişiklikleri Ergenekon, Balyoz, KCK sanıklarına uygulanmış, ne yazık ki, bir 28 Şubat mağduru olan Metin Hoca Efendi`ye uygulanmamıştır.” diye konuştu.
Babasının kanser hastası olduğunu hatırlatan Kaplan, babasının tedavisinin bilinçli bir şekilde iki yıldır engellendiğini ileri sürdü.
“Metin Kaplan Hoca`nın cezaevinde ölmesi mi isteniyor?”
Babasının cezaevinde iken 2 defa kanser ameliyatı olduğunu söyleyen Kaplan, “Hastanede yattığı süre içerisinde hasta yatağında dahi psikolojik baskı ve kötü uygulamalara maruz kaldı. İki yıldır tedavi edilmesi gerekirken bilinçli bir şekilde engellenerek bugüne kadar tedavisi yapılmamıştır. İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi tarafından Mart 2014`de üçüncü bir ameliyat olması yönünde teşhis konulmuş ve raporlar sunulmuş olmasına rağmen yetkililerin umursamaz tavırlarıyla ameliyatı ciddiye alınmıyor. Acilen tedavi edilmesi gerekirken, iki senedir tedavi edilmemesi, diğer yandan yeniden yargılanması ve tahliye edilmesi yönündeki girişimlere olumsuz cevap alınması ‘Metin Kaplan Hoca`nın cezaevinde ölmesi mi isteniyor?` sorusunu akla getirmektedir. Tedavisinin yapılmaması ve engellenmesi açıkça `Ne tahliye, ne tedavi! Sen iyisi mi öl!` demek olmuyor mu? Bu konuda Adalet ve Sağlık Bakanlıklarına yaptığımız başvurularımız maalesef cevapsız kalmıştır.” ifadelerini kullandı.
“Sadece ‘Müslümanlara kumpaslar kuruluyor, mağdur ediliyor` demek yeterli değil!”
Yetkililerin 28 Şubat mağdurlarına yönelik bir düzenlemeye gitmesi gerektiğine vurgu yapan Kaplan, “Görüyoruz ki, eşdeğer davalarda insanların tahliyeleri gerçekleşiyor, davalar yenilenebiliyor. Başta Hoca Efendi olmak üzere ve diğer yüzlerce mustazaf Müslümanlar yasa değişikliklerinden maalesef yararlanamıyorlar. Bu da bu ülkede Müslümanlara karşı 28 Şubat ve öncesinin o baskıcı o despot zulmünün devam ettiğinin en bariz örneğidir. Bunu kamuoyu yakından biliyor, izliyor zaten. Yani sadece bir yandan ‘Müslümanlara kumpaslar kuruluyor, mağdur ediliyor` demek yeterli değil. Yetkililerin ellerini taşın altına koyarak mağduriyetlerin giderilmesi gerekiyor. DGM`ler kalktı, ama işkence altında alınan ifadelerle, siyasi saikelerle, kumpaslarla, iftiralarla mahkûm edilenler için hiçbir şey değişmedi. Onca kanun, yasa, reforma rağmen yüzlerce 28 Şubat mağduru gibi Metin Kaplan Hoca da DGM yargısı kurbanlarından… Bakalım, Hoca`mızın çilesi sona erip, hak yerini bulacak mı?” dedi. (M. Hüseyin Temel – İLKHA)