Tutumlarımızı Gelenekler Belirlememeli
Çocukları sevmek, Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selamın sünnetidir, emridir. Hz. Enes (radiyallahu anh), anlatıyor: “İyaline karşı Hz. Peygamber aleyhi`s-salatu ve`s-selamdan daha müşfik olan hiç kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim’in Medine’nin bir kenarında oturan bir sütannesi vardı. Sütannenin kocası bir demirci idi. Beraberinde biz de olduğumuz halde Hz. Peygamber aleyhi`s-salatu ve`s-selam, oraya giderdi. Varınca demircinin izhirle dumanlanmış evine girer. Çocuğu kucaklar, öper bir müddet sonra dönerdi.”
Usame b. Zeyd (radiyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam, beni bir dizine Hasan b. Ali’yi diğer dizine oturtur, sonra ikimizi birden bağrına basar ve ‘Ey Rabbim! Bunlara rahmet et, çünkü ben bunlara karşı merhametliyim.’ derdi"
Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i öperken gören Akra b. Habis; “Benim on çocuğum var, hiç birini öpmedim” diyerek yadırgar. Hz. Peygamber aleyhi`s-salatu ve`s-selam ona yönelip şu cevabı verir: “Şefkatli olmayana merhamet edilmez.” Başka bir rivayette ise “Halka merhamet ve şefkat göstermeyene Allah rahmet etmez.” Dediği belirtilmiştir.
Bedeviler, Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selama sorarlar: “Çocuklarınızı öper misiniz?” Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam; “Evet” cevabını verince onlar; “Fakat biz, Allah’a and olsun öpmeyiz.” Derler. Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam; “Allah, kalplerinizden merhameti çıkardıysa ben ne yapabilirim?” diyerek onları kınıyor.
Abdullah b. Cafer anlatıyor: “Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam bir seferden dönünce biz Onu karşılardık. Yanımda ya Hasan ya Hüseyin olurdu. O, birimizi önüne, birimizi arkasına alarak Medine’ye kadar getirirdi.”
“Bir adam Hz. Peygamber aleyhi`s-salatu ve`s-selamın yanında otururken oğlunun biri gelir. Adam, çocuğu öper ve dizinin üstüne oturtur. Az sonra kızı gelir. Adamcağız onu (öpmeksizin) önüne oturtur. Bunun üzerine Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam, aralarında eşit davranıyor musun?” diyerek onu kınar.
Hz. Ali (radiyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam, bizi ziyaret etmişti. Yanımızda geceledi. Hasan ve Hüseyin de uyuyorlardı. Bir ara Hasan su istedi. Derhal kalkan Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam, su kabından kadehle su aldı. Çocuğa vermek için getirmişti ki (o sırada uyanmış olan) Hüseyin (hemen bardağı) alıp su içmek istedi. Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selam, ona vermeyip önce Hasan’a verdi. Bunun üzerine Fatıma dayanamayarak; “Hasan’ı Hüseyin’den çok seviyor gibisin.” deyince “Hayır, fakat ilk önce o istedi.” cevabını verdi.”(İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, c 1)
Hz. Peygamber aleyhi`s-salatu ve`s-selamın tutumu bu. Rabbimiz, Ona itaati emretmiş. Ona itaat etmeye razı olmayanın İslam’da yeri yok. Ve O “Ben, ancak bir muallim olarak gönderildim.” (İbn-i Mace) buyuruyor.
O büyük muallimi takip etmek, Onun terbiyesiyle terbiyelenmek, yeni nesilleri onun terbiye ettiği gibi terbiye etmek, kurtuluşumuz için, çocuklarımızın saadeti için tek yoldur. Her Müslüman, buna inanır.
Ne var ki farkında olmadan, “Atalarımızdan böyle gördük” de demeden, gelenek ve göreneklerin yanlış uygulamalarına tabi oluruz. Cahiliye döneminden kalan her gelenek, bizimle Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selamın sünneti arasında bir perdedir. Her cahili gelenek, bizi Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selamdan uzaklaştırır, bizimle kurtuluş arasına ateş dolu hendekler koyar.
Bizim karakterimizden geldiğini sandığımız pek çok tutum, geleneklerin şuur altına işlenmiş bir kalıntısından başka bir şey değildir ve belki insan hayatında geleneğin en çok kendisini gösterdiği yer, aile içi sorunlar ve çocuk eğitimidir.
Müslüman kitleler, aradan geçen yüzyıllara rağmen kendilerini çocuk eğitimi konusunda geleneğin olumsuz etkisinden kurtaramamışlar. Belki uyarılmamaktan belki de geleneğin şeytani bir dayanıklılığından; gelenek çocuk eğitimi konusunda yüzyıllardır Müslümanları esir almış, Müslümanların geleceğine, yeni nesilleri daha ileri bir düzeyde yetiştirme isteğine el koymuş; Müslümanların Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selamın yetiştirdiği nesle benzeyen nesiller yetiştirmelerini engellemiş, Müslümanların ufkunu karartmış.
Çocuklar, bütün toplumların geleneklerinden çok çektiler. İnsan, genel anlamda küfürden ne çektiyse çocuklar geleneklerin olumsuz yanlarından onu çektiler. Biz, hep İslam’dan önceki Arapların kız çocuklarını katlettiklerini biliyorduk. Oysa Çinliler, yakın bir döneme kadar bu geleneği sürdürüyormuş. Bugün bile Çin’in pek çok yöresinde, yaralı bir kız çocuğunu hastaneye götürmek olmayacak bir durummuş. Aynı ülkede cinsiyetinin kız olduğu anlaşılan pek çok çocuk (kız çocuğu sahibi olmak geleneklerde yadırgandığından) kürtajla öldürülüyor. İlahi dinlerin yeterince ulaşmadığı o toplumda ileride büyük dengesizliklerin meydana gelebileceği konuşuluyor.
Geleneksel Tutumlar Batıl İnanışlardan Kaynaklanabilir.
Allah’ın Resulü salallahu aleyhi ve sellemin şahitliğiyle her çocuk dünyaya İslam fıtratı üzerine gelir. Çocuk doğarken onun üzerinde bir günah yoktur.
İslam, dünyaya gözlerini açan çocuğa ne atası Hz. Âdem (Aleyhissalatu vesselam)in cennetten kovulma gerekçesinden bir suç yükler ne de başka bir suç… Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selamın üzerinden Müslümanlara ulaşan ilahi hükümlerde ne “şeytan ruhlu erkek çocuğu” ne “cadı olacak kız çocuğu” vardır.
Müslümanlar, Hıristiyanlara ve putperest toplumlara ait batıl iddialara inanmaz. Ama çocuk eğitimi konusunda Müslüman toplumların geleneklerden kendilerini arındırmamaları ve başka dinlere ait batıl inanışların geleneğin içinde kendisini kolayca saklaması bu tür inanışları çağrıştıran tutumların kendilerinde görülmesine yol açıyor.
Bu durum, bizim çocuklarımıza İslami bir terbiye vermemizin önündeki en önemli engellerdendir.
Çocuk eğitimi uzmanlarının tespitiyle, çocuklar hakkında yanlış bildiğimiz bazı durumlar ve onların hakikati;
1- Her çocuk, bebeklik çağında ağlar ama bazı çocuklar daha çok ağlar. Kimi sabırsız anne babalar, “Bu çocuk kötü ruhlu”, “Onun ağlamasında bir uğursuzluk var” der; çocuğu zorla susturma yoluna gider. (Haber izleyenlerimiz, kimi psikopat tiplerin bu konudaki ceza yöntemlerini ve bunun yol açtığı faciaları duymuşlardır.)
Oysa uzmanlar, ağlamanın çocuk için bir iletişim aracı olduğunu söylüyorlar. Çocuk ağlıyorsa ya açtır ya bir sağlık problemi vardır ya da ilgi istemektedir. İnsan, sosyal bir varlıktır; birlikte bulunma ve temas etme ihtiyacıyla birlikte doğar. İlgi isteyen çocuk, odasında birinin bulunmasını, onu kucaklayıp öpmesini ister ve bu istek bebekten bebeğe daha çok veya daha az olabilir.
2- 3–4 yaşındaki kimi çocuklar, mukaddesata küfreder ve ilk anda kötü bir tokat yer.
Anne-baba, “Bu çocuk şeytan, onun ruhu bozuk” der. Hâşâ neredeyse dayakla onun içindeki sözde var olan şeytanı çıkarmaya çalışır.
Oysa uzmanlara göre çocuklar, sözlerimizi tahlil ederek ve davranışlarımızı taklit ederek hayatı öğrenmek ister. Bunun için bizim neye ne kadar değer verdiğimizi anlamaya çalışır. Örneğin evde hangi eşya üzerine titriyorsak bir gözle bizim tepkimizi süzerken diğer yandan o eşyaya ulaşıp onunla oynamanın bir yolunu arar. Bu aynı zamanda onun bizi oyunun içine çekmek için bulduğu, bildiği en iyi yöntemdir.
Çocuk, mukaddesatla olan bağımızın farkındadır, ancak o bağın bizim için ne kadar önemli olduğunu anlamak ister. O küfürler, onun öğrenme merakının dışarıya yansımasından başka bir şey değildir. (Bu tür çocukların ileriki yaşlarda olgun birer mü`min olabildikleri bilinmektedir.)
Çocuk, masumdur, onun eğitiminden biz sorumluyuz. Böyle bir duruma da kaşlarımızı çatabilir, onun kulağını çekebiliriz. Ama bununla birlikte onun anlayabileceği bir dille ona izahat yapmak gerekir. Bu izahlar hem çocuğu rahatlatır, onun merakını giderir hem de bize çocuğa o merakının doruğa çıktığı anda mukaddesatla ilgili gerekli bilgileri vermemizi sağlar.
(Aynı durum, bize yönelik hakaretler için de geçerlidir. Çocuk, sadece, o sözlerin ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyor ve bunun için çocukça bir yol deniyor. Buna karşılık tepkisiz kalmak yanlıştır ama bunun için çocuğu hâşâ “şeytan ruhlu” olarak görmek de yanlış)
3- Kimi çocuklar, ayıp yerleri ile oynar. Anne-babalar, “bu çocuk sapık” der, elini yakmaya varan cezalar verir. Özellikle bu uygunsuz davranış kendilerine yönelikse cezayı ağırlaştırırlar.
Oysa uzmanlara göre çocuk, cinselliği, 11–12 yaşlarında hisseder. 5 yaşındaki bir çocuğun elinin kulağına varmasıyla ayıp yerlerine varması arasında hiçbir fark yoktur. Bunun yanlış olduğunu ona anlatmak gerekir. (Basit cezalar eğiticidir ama bu husustaki ağır cezaların çocukları olumsuz etkilediğine dair ciddi tezler vardır.)
Çocuğun, anne-babaya yönelik yanlış yaklaşımı onları tanıma (insan gerçeğini öğrenme), kendini çıplak edip karşılarına çıkması ise kendisini tanıtma ve farklı haller karşısında aldığı tepkiyi ölçerek hayatı öğrenme isteğinin bir neticesidir. O, “edepsiz ruhlu, hulkiyeti bozuk” değildir. Sadece henüz edepten yoksundur; onu edeple donatmak gerekir.
4- Özellikle kimi erkek çocukları, oyuncak silahını doğrultarak önüne gelene öldün, der ve onlar için “katil ruhlu, canavar, kötü adam” denir.
Oysa yapılan araştırmalarda çocukların ölümü bir tür uyku sandıkları tespit edilmiştir. Bu etkinlik, çocuk için sadece bir oyundur. Bu oyunu oynayan pek çok çocuk da oldukça kırılgandır.
Çocukların 4 yaşın altında bile ölüm korkusunu yaşadığını iddia eden uzmanlar vardır. 5–6 yaşlarda ölüm gerçeğini kavramak, çocukların en önemli meraklarındandır. “Dedem niye öldü?” sorusuna karşılık “O ne zaman eve gelecek?” diye sormaya devam eden çocukların aldıkları olumsuz cevaplar ve ardından sordukları soruların neticesinde “Anne sakın yaşlanma yoksa öleceksin” dedikleri, yataklarında hüngür hüngür ağlamalarının nedeni sorulduğunda; “Büyüyeceğim, yaşlanacağım ve öleceğim; ben büyümek istemiyorum” diye bağırdıkları ailelerden alınan bilgiler arasındadır.
Bu korkunun çaresi, çocuğa sağlam bir ahiret inancı vermektir. Belli ölçüler içerisinde anlatılan bir ahiret hayatı çocuğu “yok olma” endişesinden kurtaracağından tedavi edicidir. Buna rağmen “zincirleme soru” hevesini bir yerde kesmeyi bilmek de gerekir.
Galiba bu örnekler, çocuğa karşı tutum konusunda yeteri kadar açıklayıcıdır. Çocuk psikolojisiyle ilgili kitaplarda emekleme çağındaki aşırı hareketlilik, kıskançlık, bencillik, yalan söyleme merakı gibi sorunlar için de benzeri açıklamalara yer verilmektedir.
Netice olarak
Çocuklarımızı, gelenek kaynaklı batıl inanışlarla “şeytan ruhlu, katil yapılı, hulkiyeti bozuk” gibi mesnetsiz etiketlerle etiketlemek yerine onların terbiyeye, eğitime ihtiyacının olduğunu ve bu işten sorumlu olanın biz olduğumuzu bilmek zorundayız. Müslüman, “Bırakın yapsınlar” duyarsızlığı içinde olamaz; soruna müdahale eder ve her konuda örnek olarak Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selamı ve Onun sünnetine hakkıyla uyan önderleri bilir. Sevgi Hz. Resulullah aleyhi`s-salatu ve`s-selamın çocuk eğitiminin esasıdır.
Sevgi üzerine oturmayan bir yaklaşım, bizimle çocuklar arasında nefret duvarları örer, çocukların bilinçaltına bize ve değerlerimize karşı nefret tohumları eker.
Geleceğimizi çocuklarımız üzerinde bina etmek durumundayız. Gelecekten emin olmak onları iyi eğitmekle mümkündür. İyi bir eğitim için de genel anlamda çocukları ve özelde kendi çocuğumuzu iyi tanımak zorundayız.
Ankara’da çalıştığım yıllarda beni tanıyan veya tanımayan “modern” görüşlü velilerin çocuk-genç eğitimine yönelik soru yağmuru beni hayrete düşürürdü. Eğitim kurumuna gelen bir veli, bir iş için uğradığım bir devlet dairesinin müdürü, gittiğim bir doktor, toplu taşıma aracında çoğu zaman olduğu gibi beni tashih yaparken gören bir yolcu, hatta ifademi alan polis memuru o kadar ciddiyetle bu konuda bilgi almaya çalışırlardı ki… Pek çok çocuğun-gencin manevi boşluğunun bu ilgiyle en azından maddi bir boşluğa, başarısızlığa düşmesinin engellendiğine bizzat tanığım. Onların ahireti gitse de dünyaları bu gayretle elde kalırdı. Allah (cc) Rahmandır, gayret gösterene dünyayı verir.)
Buna karşılık İstanbul’a gittikten sonra gerek İstanbul’da gerek konferans amacıyla gittiğim şehirlerde, Batı’daki bir şehir istisna, mütedeyyin insanların bu konuda neredeyse hiç soru sormamalarına şaşırdım. Diyebilirim ki üç yılda 10–15 soru almadım. Bunun geleneklerimizdeki “çocuğunun durumunu başkasına (hele dünya hususunda) arz etmenin ayıp sayılmasından kaynaklandığını düşünüyorum ve herhalde o üç yılda çok az husus, beni bunun kadar üzmüş ve kaygılandırmıştır."