Soru çözme becerisi, bilgi ile pratiğin toplamından oluşur.
Bilginizin miktarı ve sağlamlığı, soru çözme becerinizi doğrudan etkiler.
Bir konuda soru çözemiyorsanız bakacağınız ilk yer, bilginizin yeterli olup o
lmadığıdır. Sizden istenen bir konudaki her bilgiyi öğrenmeniz değil, o konuyla ilgili çıkabilecek soruları çözebilecek kadar bilgi öğrenmenizdir.
Türkçe dersinde “Yapı Bilgisi” konusunda çalıştığınızı düşünelim. Bu konu hakkında “Etimoloji Sözlüğü” denen sözlükler bile hazırlanıyor; değil bir öğrencinin birkaç yıllık bir öğretmenin bile o konuya yüzde yüz hakim olması mümkün değil. Ancak bu konuyla ilgili sınav soruları, konuyu ana hatları ile bilen bir öğrencinin bilgi düzeyine yöneliktir. Siz, o bilgiyi edinmişseniz o konuyu öğrenmiş sayılırsınız.
Öte yandan soru çözmeyi sportif bir etkinliğe benzetebilirsiniz. Bedenin o etkinlikte üst bir yeteneğe ulaşması, sağlıklı olmasının yanında o etkinlikte yaptığı pratiğe (antrenmana, tekrara, deneyime) bağlıdır.
Soru çözmede, “beden”, “bilgi”dir; pratik ise test çözmektir. Bedenin sağlıklı olması sportif etkinlikte başarı için tek başına yeterli olmadığı gibi, bilginizin yeterli olması da sınavda başarı için tek başına yeterli değildir. Antrenman yapıldıkça bedenin sportif etkinlik başarısı artacağı gibi, soru çözdükçe bilginin işlerliği ve soru çözmeye yarama oranı artacaktır. Dolayısıyla soru çözme beceriniz, siz soru çözdükçe artacaktır. Bu aşamaları yaşamanız gerekiyor.
O halde soru çözmekte sorun yaşıyorsanız bakacağınız ikinci yer, pratiğinizin yeterli olup olmadığıdır. Soru çözmede, bilginiz ne düzeyde olursa olsun başlangıçta daha çok hata yapacaksınız. Soru tiplerine aşina oldukça her yeni soru, daha önce çözdüğünüz bir soruya benzedikçe hem çözme süreniz kısalacak hem başarı oranınız artacaktır. Bunu bir adrese ulaşmaya benzetebilirsiniz O adrese ilk kez gidiyorsanız elinizdeki adres pusulası yüzde yüz doğru olsa bile daha çok zaman harcayacaksınız ve adresi bulma olasılığınız da daha azdır. İkinci-üçüncü kez o adrese gittiğinizde artık pusulaya ihtiyacınız kalmayacak, adrese ulaşmak için tükettiğiniz zaman da kısalacaktır. Bulma oranı ve zamanın kısalması, bilgi ve pratiğiniz en üst kıvama ulaşıncaya kadar lehinizde değişmeye devam edecek; neticede sabit bir kazanıma, yanılma, yanlış yapma ihtimali olmayan bir bilgiye dönüşecektir. Hangimiz evinin yolunu şaşırır ki? Veya bir oyalanma, bekletilme söz konusu değilken evimize ulaşma süremiz ne kadar değişebilir ki? Hani gözümüzü kapatsak bile dikkatsizliğimizin bizi kendi evimiz yerine komşumuzun evine götürmesi, ömürde kaç kez yaşayacağımız bir olay ki?
Oysa adresini yüzde yüz öğrendiğimiz bir arkadaşımızın bırakın evini, sokağının yerine başka bir sokağa, özellikle paralel bir sokağa düştüğümüz ne de çok oluyor! Öyle değil mi?
Her seferinde “dikkatsizlik” der, geçeriz. Acaba sorun dikkatsizlik mi yoksa pratik (tekrar, deneyim, antrenman) eksikliğimizin bizden normalinden çok dikkat istemesi midir? Biraz mantık problemine döndü konumuz ama... Ne dersiniz?
Demek ki soru çözerken bizim “dikkatsizlik, dalgınlık” dediğimiz pek çok yerde başarısızlık sebebini yanlış teşhis etmişiz.
Teşhis yanlışsa tedavi doğru olmaz.
Dikkatsizlik ve dalgınlık, başarısızlık nedenleri arasında değil midir? Başarısızlık nedenleri arasındadır. Ama her başarısızlığın nedeni değildir, hep bu iki etkenin yakasına yapışmak veya kapısına sığınmak gerçekçi değildir.
Ve bu iki etkenin başarı üzerindeki olumsuz etkisini azaltmak bilgimizi sağlamlaştırmaya, pratiğimizi, çözdüğümüz soru sayısını artırmaya bağlıdır.
Allah (cc) yardımcınız olsun...