Tohumun en uygun ve en kaliteli olanından seçilip usulüne uygun olarak atılması biçilecek hasadın da kaliteli ve değerli oluşunu beraberinde getirecektir. Kalitesiz tohum atmanın boş başakla karşılaşması nasıl olağansa, kalitesiz karpuz çekirdeğini toprağa saçanın da kel karpuz elde etmekten başka bir semeresi olmayacaktır. Bu durum aynı zamanda tohumun zamansız ekimi için de geçerlidir. Zira yazın atılması gereken bir tohumun –kaliteli olsa bile – kışın atılmasıyla ondan faydalı bir netice elde etmek mümkün olmayacaktır. Sünnetullah’ın bir gereği olan bu durum aslında hayat serüveninde gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerimiz için de söz konusudur. Tıpkı kitap vb. okumalarımız için geçerli bir husus olması gibi…

Hani hep “çok okumamız lazım”, “Okumak güzeldir.”, “Zaten okumadığımız için bu haldeyiz”, “okuma konusunda çok gerilerdeyiz.” diye biten bir takım yakınma cümlelerini sıralarız ya, aslında bunların tümü doğru ve yerinde cümleler iken aynı zamanda bir problemin de tespiti konumundadırlar. Ancak burada göz ardı etmememiz gereken önemli bir gerçek ve tespit daha var ki, o da neyi, ne zaman, niçin okumamız gerektiğidir. Şu bilinen bir hakikattir ki kişinin kapasitesine uymayan, öncelikli ihtiyacı sayılmayan, zaman gerçekleriyle uyuşmayan okumaların sağlıklı bir netice vermesi, faydalı bir ilim-amel ortaya çıkarması mümkün değildir. Olsa olsa ortaya kel karpuz misali çiğ, sloganik birkaç cümle kümesi çıkarır ki, o da pazardaki müşteriyi kandırmaktan ve uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Bir kez olsun bile Kur`an-ı Kerimin mealini ve tefsirini baştan sona okumayanlarımızın diyalektik materyalizmden varoluşçuluk felsefesine, determinist metafizikten ekonomi doktrinlerine varan kitaplar okuduğu ve okumakta olduğu bir gerçektir. Peki, anladık mı veya anlıyor muyuz? Öyle görünüyor ki cevap kocaman bir “HAYIR”. Ama ihlâsın, iyi niyetin ve saf düşüncenin bereketi olsa gerek anladığımızı zannettik ve de zannediyoruz. Oysa bu durum hakikatte kışın zemheririnde toprağa tohum atmak, yürümeden önce koşmaya çalışmak ve yazın sıcağında kalın kürk giymekten başka bir şey değildir. Hâlbuki yapılması gereken şey en mühim olanına öncelik vermek olmalıydı ve olmalıdır da. İşte bu bağlamda önümüze çıkan en önemli okuma Kur`an-ı Kerimi anlamıyla birlikte düşünerek okumadır. Zira o bizim için bir hidayet rehberi ve hayat düsturudur ve önüne bir şeyin geçmesi de söz konusu olamaz.

Belki her birimiz onlarca hatta yüzlerce kez Kur`an-ı Kerimi Arapçasından okuyup hatmetmişiz. Kendi kendimize soralım – bütün bu okumalarımıza rağmen – acaba azılı Mekke müşriklerinin secdeye kapanmasına sebep olan i’cazın hazzını duyabildik mi? Lebid gibi döneminin en ünlü şairine; “Bundan sonra şiir yazılmaz” dedirten sırrın hakikatini biliyor muyuz veya o yüceliği anlayabildik mi? Acaba neye karşılık “Elhamdülillah” diyerek Kur`an’a başlıyoruz? Rabbimiz, işittikleri, konuştukları ve gördükleri halde kimleri “sağırdırlar, dilsizdirler ve kördürler”(Bakara: 8) diye vasıflandırıyor. İman etmeyeceklerini söylemesinin sebebi nedir? “Onların fısıldaşmalarının çoğunda hayır yoktur.” (Nisa: 14) diye buyuran Allahu Teâlâ’nın kastettiği fısıldaşmaların kapsamına neler girmektedir acaba? Kur`an-ı Kerimde “(Bedevilerden bir kısmı) iman ettik dediler. De ki: (siz aslında gerçekten) iman etmediniz, fakat ‘teslim olduk!’ deyin” (Hucurat: 4) diye bir ayeti kerime geçiyor. Yoksa iman ile İslam ayrı şeyler midir? Ayrıysa farkları ne peki? Rum suresinin Ayet-i kerimelerinde Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: “Rumlar pek yakın bir yerde mağlup oldu. Fakat onlar bu mağlubiyetlerinden sonra birkaç sene içinde galip geleceklerdir. Önünde de sonunda da emir Allah’ındır. O gün Müminler de Allah’ın yardımıyla sevinecektir” denilmektedir. Sahi Rumların galip gelmesiyle Müslümanların sevinmesi arasında nasıl bir ilişki olabilir ki? Pratikte bir yansıması söz konusu mu? “Artık vay o namaz kılanların haline! Ki onlar, namazlarından gaflet edenlerdir.” (Maun 5–6) Hem namaz kılmak hem de Allah (cc)’ın “… Vay o namaz kılanların haline…” hitabına muhatap olmak ne demektir, kim bunlar? Allah (cc)’ın Kur`an-ı Kerim’i insan, şeytan ve cinlerden bahsederek sonlandırmasının Kur`an’ın bütünüyle ilişkisi nedir? Hamdle başlatıp insan ve cinlerden vesvese verenlerden sakındırmakla bitirmenin bir anlamı ve sırrı var mı?

Şimdi tekrar soralım kendimize, yüzeysel bir bakışla cevabını bulabileceğimiz bu soruların hakikatlerini oluşturan cevapları ilmi olarak gerçekten biliyor muyuz? Hiç okuduk mu? Çoğunluğumuzca verilecek ‘hayır’ cevabı aslında içinde bulunduğumuz gafletin de açık itirafı ve cevabı olacaktır.

İbn Ömer ile Cündüp (radiyallahu anhüma)’ün ayrı ayrı aynı anlamda söylediği şu sözler başka söze ihtiyaç bırakmadığı gibi ders olarak, ikaz olarak yeter de artar bile. Şöyle buyurmaktadırlar:

“Yeminle söylüyoruz, bizler uzun bir dönem geçirdik. Öyle zaman olurdu ki herhangi birimiz Kur`an inmeden imana girer, ardından Hz. Muhammed aleyhi`s-salatu ve`s-selama sure indirildi. Bunun üzerine o inanan kişi o surede yer alan helal ve haramları, emirleri ve yasakları, nerede durması gerektiğini öğrenirdi. Ama şimdi vallah billâh öyle adamlar görüyorum ki aralarından herhangi biri imandan önce Kur`an’ı ezberliyor, Kur`an’ı Fatiha’dan alıyor sonundan çıkıyor ama Kur`an’ın ne emirlerini ne yasaklarını biliyor ne de Kur`an’ın buyrukları karşısında kendi durumunun farkında. Çürük hurmaları savurduğu gibi ayetleri okuyup geçiyor. Hâlbuki Tevrat’ta şu ifade yer alır.

- Kulum! Benden utanmıyor musun? Yolda yürürken bir dostundan bir mektup alsan hemen kenara çekilir bir yere oturur o mektubu okumaya, kelime kelime düşünmeye başlarsın, tek kelimesini kaçırmazsın. Hâlbuki bu Benim sana indirdiğimi kitabımdır, bak bakalım bunun içinde sana ne kadar hükümler açıklamışım, enine-boyuna düşünesin diye emirleri kaç kez yinelemişim! Ama sen ondan yüz çeviriyorsun. Ben senin nazarında herhangi bir arkadaşından daha mı değersizim?
Kulum! Bir kardeşinle oturduğunda kendini tamamıyla ona verir, sözlerini can kulağıyla dinlersin. Onun sözlerini duymana engel olacak şekilde birisi söz söyleyecek veya seni meşgul edecek olursa kendisine susmasını işaret edersin. İşte Ben de sana yöneldim, sana konuşuyorum, ama sen gönlünü Bana vermiyor, kalbini benden çeviriyorsun. Yoksa senin yanında bir dostun kadar değerim yok mu?” (İhya-u Ulumuddin 1. Cild)

Sözün bitip amelin konuşacağı aşamadayız. Onun için ilk etapta 2–3 ciltlik Türkçe bir tefsir bulup okumaya başlamalıyız. Şimdiye kadar niye okumadığımıza hayıflanacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü okuyup anlamaya çalışacağımız Rabbimizin kitabıdır. Ve o, dünya ile ahiret saadetimizin de yegâne kaynağıdır. Rabbimizden duamız yapacağımız bu hayırlı amelde bizi muvaffak kılmasıdır.

Abdulgafur BATMAZ / İnzar Dergisi / Ocak 2012