Abdulkuddus Yalçın

İbni Ömer radiyallahu anhümâ`dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah`tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed`in Allah`ın resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak.” (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî)

Sosyal dayanışmayı hemen hemen her sistem kabul ve teşvik eder. İslâm dini ise, onu bir “hak” olarak kabul eden ve mutlaka yerine getirilmesi gerekli bir farz hükmüne yükselten yegâne dindir. Bu sebeple hadisimizde de görüldüğü gibi zekât, İslâm`ın beş temel esasından sayılmıştır.

İslâm`ın bütün esasları gibi zekât ilkesi de Kitap ve Sünnet ile sabit ve İslâm tarihinin başlangıcından (hicretin ikinci yılından) beri ümmet-i Muhammed içinde yaşayagelmiş dinî bir emirdir.

Zekât, kelime olarak temizlik ve artma anlamlarına gelir. Dinimizde ise, üzerinden bir sene geçmiş olan nisap miktarı malın yüzde iki buçuğunu (%2,5) veya kırkta birini bir fakire vermektir. Diğer bir ifade ile:

Zekât, belli şartlar altında belirli bir miktar malı lâyık olan kimselere vermek demektir.

Böylesi bir malî ibadete “zekât” denilmesi, zekâtı verilen malın artmasından ve âhirette sevaba vesile olmasından ötürüdür ya da veren kişiyi günahlardan temizler. Bir görüşe göre de Allah nezdinde veren kişinin ecri ve sevabı artar. (İmam Nevevi. Müslim şerhi)

Zekât, mevcut malın kırkta bir ölçüsünde eksilmesi gibi görünse de, başkalarının hakkından arındırılmış bir malın artacağına dair ilâhî garanti verilmiştir. “Allah rızâsı için her ne harcarsanız, muhakkak Allah onun karşılığını verir” (Sebe` sûresi: 39) Toplumda görülen gerçek de budur. Zekâtını verenlerin malları bir şekilde artmakta, cimrilik edip zekât vermeyenlerin servetleri ise, eninde sonunda eriyip gitmektedir.

“Zenginlerin mallarında isteyen fakirin de, iffetinden dolayı istemeyen fakirin de hakkı vardır” (Zâriyât /19)

Bu âyetle belirlenmiş olan hakkını zenginden alan fakirlerin duyacağı gönül ferahlığının o malın artışında etkisi olacağı gibi, bu hakkı teslim etmeyenlerin malının bereketsizliğinde hatta bir şekilde eriyip gitmesinde de aç gözlerin eritici tesiri olsa gerektir.

“Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin.” (Tevbe / 103)

Zekâta “sadaka” da denir. Zira sahibinin imanının sahih ve doğru olduğuna şahitlik eder. Nitekim bu âyetteki sadaka kelimesi, farz olan zekât anlamındadır. Âyetin, mal-mülk kaygısıyla cihaddan geri kalan birkaç Müslüman hakkında indiği bilinmektedir. Tövbelerinin kabul edilmesi üzerine bu Müslümanlar, mallarını sadaka olarak vermek istemişler, Hz. Peygamber de “Mallarınızı almakla emrolunmadım” buyurmuştu. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti göndererek, o Müslümanların hem mânevî açıdan temizlenmelerini, hem de mallarının kendilerine yaptığı olumsuz etkiden kurtulmalarını sağlamış olmaktadır. Zira zenginin servetindeki fukara hakkı o servet için sanki bir leke gibidir. Aynı zamanda zenginin duygu dünyası açgözlülük ve cimrilik gibi düşük huylarla kirlenmiş olabilir. Zekât işte bu iki türlü kirliliği birden temizleyen malî bir ibadettir. Böylece zekâtın asıl faydasının onu alana değil, verene ait olduğu anlatılmış olmaktadır.

Zekât farzının yerine getirilmesini açıkça emreden âyet-i kerîme, aslında Ehl-i kitap ile ilgili âyetler arasında yer almaktadır. Bu da geçmiş şeriatlarda da zekât farzının bulunduğunu göstermektedir.

“Onlara, ancak, dini Allah`ın emrettiği şekilde yaşayarak ve hanîfler olarak Allah`a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Doğru din de budur.” (Beyyine / 5)

Zekâtın İslam`daki Yeri

İslâm`ın beş temel şartından biri olan ve Hicretin ikinci yılı Ramazan ayından önce farz kılınan zekât, Malî ibadetlerin en başında yer alır. Önemi dolayısıyla Kur`ân-ı Kerîm`de seksenden fazla yerde ve ayrıca sünnette de birçok yerde namaz ile birlikte zikredilmiştir:

“Namaz kılın ve zekâtı verin” (Bakara: 43, 83, 110; Nisa: 77; Nur: 56; Müzzemmil: 20…)

İbn-i Abbas radiyallahu anhümâ`dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Muaz`ı Yemen`e (vali ve zekât görevlisi olarak) göndermiş ve ona şu talimatı vermiştir:

“Onları önce Allah`tan başka ilah olmadığına ve benim, Allah`ın elçisi olduğuma şehâdet getirmeye davet et. Eğer bunu itiraf ile sana itaat ederlerse, Allah`ın, onlara günde beş vakit namazı farz kıldığını açıkla. Buna da itaat ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan zekâtı Allah`ın farz kıldığını onlara bildir.” (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbni Mâce)

Bu hadîs-i şerîfte de İslâm tebliğinde takip edilmesi gerekli sırayı ve o sırada zekâtın yerini bulmaktayız: Kelime-i şehâdet-namaz-zekât.

Yemen`e vali, muallim ve zekât âmili olarak gönderilen Hz. Muâz`a Efendimiz`in verdiği bu tâlimât, zekâtın İslâm`ı benimseme ve yaşamada üçüncü sırada bir öneme haiz olduğunu göstermektedir. Hadiste ayrıca zekâtın, yöre halkının zenginlerinden alınıp yine o bölge fakirlerine dağıtılacağı da bildirilmektedir. Ancak bazı âlimler bu ifadeyi “Müslümanların fakirlerine” diye genel manada anlamışlar ve bir bölgeden toplanan zekâtların o bölge dışına çıkarılabileceğine hükmetmişlerdir.

Zekâtla ilgili bilmemiz gerekenler!

  1 - İslâm`ın beş esasından biri olarak zekât, şartlarını taşıyanlar için farz-ı ayn bir ibadettir.

  2 - Zekâtı inkâr eden kâfir olur.

  3 - Zekât, İslâm toplumlarında sosyo-ekonomik şartların ıslahını hedef alan bir malî ibadettir.

  4 - Zekât, ölçüleri ve harcama yerleri belirlenmiş dinî bir vergidir. Gayri meşru vergilerle karıştırılmamalıdır.

  5 - Hz. Peygamber İslâm hakkında bilgi almak isteyenlere cevap verirken zekâttan mutlaka bahsetmiştir. Bu da zekâtın İslâm için ne kadar önemli olduğunu gösterir.

  6 - İslâm`ın yaşanmasında zekât vazgeçilmez bir unsurdur.

  7 - Kâfirlere zekât verilmez. Zekât “Müslümanların muhtaçlarına” verilir.

  8 - Namaz ile zekâtın arası ayrılamaz.

  9 - Şehâdet-namaz-zekât üçlüsünü yerine getirenler, kısas ve had cezalarını gerektirecek bir suç işlemedikleri sürece mal ve can emniyetine sahiptirler.

10 - Zekât, âhiret mutluluğunu kazanmaya ve cennete girmeye vesile olan bir malî ibadettir.

11 - Namaz gibi zekât da Hz. Peygamber`e yerine getirilme sözü verilen çok önemli bir ibadettir,

12 - Zekâtı verilmeyen para ve mallar, âhirette sahipleri için azap vesilesi olacaktır.