TARİHTE BUGÜN / DOĞRUHABER / İSTANBUL / 29 MART

630: Mekke'nin fethinden sonra Müslümanlarla Hevazin müşrikleri arasında Huneyn Savaşı yapıldı. Huneyn Savaşı Mekke'nin fethinden sonra can çekişmeye başlayan Arabistan şirkine vurulan son darbelerden olmuştur.

1432: Osmanlı padişahlarından Fatih Sultan Mehmet doğdu.

1940: Türkiye- Suriye dostluk antlaşması imzalandı.

1973: Vietnam Savaşı: ABD'nin son birlikleri de Güney Vietnam'dan ayrıldı. Amerika 60'larda girdiği Vietnam'dan yenik ve zelil olarak ayrıldı. Vietnam topraklarından ayrıldığında 60 bine yakın askeri öldürülmüş binlerce askeri ormanlarda kaybolmuş ve Vietkonglara esir düşmüştü. Amerika, Vietnam yenilgisini film sektörü Hollywood filmleri ile zafermiş gibi göstermeye çalışmışsa ve Rambo gibi hayali kahramanlarla Vietnam'ın altını üstüne getirmiş algısı oluşturmuşsa da yakın tarih Amerika'nın Vietnam Savaşında yaşadığı zillet dolu yenilgiyi kaydetmiştir.

1979: Uganda'da İdi Amin rejimi askeri darbeyle devrildi. İsminin aslı Udey Emin'dir. Batılılar simini değiştirerek İdi Amin yapmışlardır. İdi Amin, Uganda'da müslümanları ezen ve zulmetmeyi resmi politika haline getiren Milton Obote'yi 25 Ocak 1971'de devirdi. Müslümanlara yapılan zulümlere son vererek Amerika ve Batı menfaatlerine gözetmeyen, halkını önceleyen bir politika yürüttü. Bunun üzerine Batı tarafından diktatör hatta yamyam olarak kara propagandası yapıldı. İsrail'e karşı aldığı tavır, müslüman coğrafyaya gösterdiği yakınlık maalesef olayları hep Batı söylemleri üzerinden değerlendiren çoğu müslüman tarafından dahi bilinemedi. İdi Amin'i İsrail, Amerika ve diğer Batılı ülkeler, diğer darbeci diktatörler gibi yansıttı. İdi Amin ayrıca çok renkli bir kişiliğe sahipti. Örneğin beyaz özellikle İngilizleri maaşa bağlar onlara taşıttığı bir tahtla gezerdi. Yine beyazlara kravat taktırır, ellerine yelpaze vererek kendisini serinletirdi. Böylelikle beyaz insanın siyah insanı kullanmaya alışkın olunan o fotoğraf karesinde renklerin yerini değiştirir, Batı dünyasına nükteli bir gönderme yapardı. İdi Amin'in yönetimi 1979'a kadar sürdü ve onun Tanzanya ordusunun yardımıyla gerçekleştirilen bir darbeyle düşürülmesinin ardından Yusuf  Lule cumhurbaşkanı oldu. Aynı yıl cumhurbaşkanı yeniden değişerek Yusuf Lule'nin yerine Binaisa geçti. 1980'de Binaisa'nın yerine tekrar eski cumhurbaşkanlarından Milton Obote geçti. Milton Obote'nin ikinci kez cumhurbaşkanlığını almasıyla Müslümanlar üzerinde baskı ve zulüm yeniden başladı. Çok sayıda Müslüman komşu ülkelere iltica etmek zorunda kaldı.

1980: Şiddetli yağışlar nedeniyle Sivas Develi'ye bağlı Ayvazhacı köyünde meydana gelen toprak kaymasında 57 kişi öldü, 100'den fazla kişi yaralandı.

1995: Cezayir'de ordu birliklerince düzenlenen son dört operasyonda 2500 kişi katledildi.

2001: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Fazilet Partisinin kapatılması istemiyle açtığı davanın esas hakkındaki mütalaasında başörtüsü hakkında ‘Öğrencilerin dinsel inançlarını açığa vurma biçimi olan türbanın, başka bir dine mensup ya da dinsizler üzerinde baskı olduğunu` iddia ederek ‘‘Yükseköğretim kurumlarında bilimsel yöntemlerle yetişerek birlikte çalışmalar yapan gençlerin, kardeşlikleri, arkadaşlıkları ve dayanışmaları yarınları için önemli iken onları dinsel gereklerle ayırıma bağlı tutarak kimin hangi inançtan olduğunu gösterecek biçimdeki başörtüsü ile dinsel inanç ve görüşleri nedeniyle çatışmalara sevk edebilecek ortamın yaratılmasında ülkelerin geleceği bakımından yarar bulunmamaktadır.``

Sabih Kanadoğlu, kendi şahsında laik bir kesimin zihniyetini dışa vurmuştur. Bu zihniyet, kendisinden başkasına yaşam hakkı tanımamaktır. Nasıl ki, yüzyıllar önce renginden dolayı insanlar aşağılanıyordu ve bu, kabul edilemez bir zihniyetti. Bugünde başörtü takmalarından dolayı insanların hak ve hukuklarının yok sayılması aynı şeydir. Eğer başörtüsü, diğer dinlerin müntesiplerini veya dinsizleri komplekse sokuyorsa, saçı olanlar kelleri, sağlık olanlar sakat olanları, arabası olanlar olmayanları, evi olanlar kiracıları komplekse sokması ihtimaline binaen yasaklar ihdas edilmelidir. Çok komik olabilir ama "367 Sabih" lakaplı Kanadoğlu'nun da gerekçesi o kadar komiktir. Yalnız bu komediye şimdi yüzümüzü ekşiterek yaklaşım gösteriyorsak da Kanadoğlu asırlar sonrasının nesilleri için iyi bir fıkra uydurmuş olacak..!

2002: İsrail, Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat`ı "düşman" ilan ederek tank ve zırhlı personel taşıyıcılarla sardığı Ramallah`taki karargahına hapsetti.

2004: Romanya, Bulgaristan, Slovenya, Slovakya, Litvanya, Estonya ve Letonya NATO'nun yeni üyeleri oldu. 7 ülkenin katılımıyla NATO'ya üye ülkelerin sayısı 26'ya yükseldi.

MERCEK

29 Mart 630: Mekke'nin fethinden sonra Müslümanlarla Hevazin müşrikleri arasında Huneyn Savaşı yapıldı. Huneyn Savaşı Mekke'nin fethinden sonra can çekişmeye başlayan Arabistan şirkine vurulan son darbelerden olmuştur.

Bu savaş, Evtâs gazası diye de isimlendirilmiştir. Huneyn ve Evtâs, Mekke île Tâif arasında iki bölgenin adıdır. Bu gaza, cereyan ettiği yere nis-betle bu adlarla anıldığı gibi Resulullah (s.a.v) ile savaşmak için gelen Hevâzin kabilesine nisbetle Hevâzin gazası diye de anılmaktadır.

Peygamber (sav) Mekke'yi fethedince, kendi üzerlerine yürüyeceği endişesine kapılan Hevâzin ve Sakîf kabilelerinin ileri gelenleri, birbirlerine gidip gelmeye başlamışlardı. "Mekke'den sonra sıra bizde" diye savaş kulisi bazı kayıtlara göre 1 yıl sürmüştü. "Şimdi (Muhammed) bizimle arasındaki engelleri kaldırdı. Artık üzerimize yürümesine hiç bir engel kalmadı. Ama isabetli görüş; O'ndan önce bizim onun üzerine yürümemizdir" diyerek asker toplamaya ve saldırgan tavırlar sergilemeye başladılar. Dediler ki: "Vallahi Muhammed, savaşmayı iyi bilmeyen bir kavimle karşılaştı. İşinizi sıkı tutunuz, halktan asker toplayarak o sizin üzerinize yürümeden önce, siz onun üzerine yürüyünüz!" bunun üzerine Hevâzin harekete geçti. Hevazinliler'e Sakifliler, Cüşemliler, Sad bin Bekr ve Beni Hilal'den de katılımlarla rivayetlere göre 40 bin kişilik bir ordu topladılar. Bazı rivayetler şirk ordusunu 20 bin olarak aktarır.

Farklı kabilelerden oluşan bu muazzam orduya Huneyn gününde otuz yaşında olan Mâlik bin Avf öncülük ediyordu ki, bu şahıs sonradan müslüman oldu. Mâlik, etrafında toplanan insanları Peygamberin (sallaHahu aleyhi vesdlem) üzerine yürütme kararı alınca, onlara emir verdi ve beraberlerine mallarını, kadınlarını ve çocuklarını da alarak hep birlikte yola çıktılar ve Evtâs`a kadar ilerlediler. Orada karargâh kurdular. Malik bin Avf, hayvanların, kadın ve çocukların savaş meydanına getirilip askerin arkasında bırakılmasına itiraz eden kabilesindeki bazı yaşlılara mealen "Askerin arkasına ailesini bırakınca daha bir şevke gelecek ve savaşacaktır. Arkasında ailesinin olduğunu hatırladıkça meydanı terk etmeye yanaşmayacaktır" şeklinde izah etmiştir. Her ne kadar kendisine bir yenilgi durumunda kadın ve çocukların esir, hayvanların ganimet edileceği söylenip ihtar edilmişse de o bunu dinlememiştir. Malik ordusundaki yaşı ve savaş tecrübesi çok olan Düreyd bin Sımme adındaki yaşlının tavsiyesiyle bir pusu birliği kurmuştu. Vadinin ortalarında ve dağ eteklerinde pusuya yatan bu birlikler Malik yenecek olsa kaçan ordunun karşısına çıkacak, böylelikle kaçanlar Malik ile pusu birlikleri arasında kıskaca alınacak ve yok edilecekti. Şayet Malik yenilmeye başlasa yine bu pusu birlikleri ortaya çıkacak ve düşmanı şaşırtıp durumu düzeltecekti.

Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Wessellem'e Hevazinlilerin toplandığı haberi gelince henüz fetihten sonra müslüman olmamış bazı müşriklerden geri vermek, zarar gelirse de tazmin etmek üzere ödünç savaş araç gereçleri aldı.

Resulullah (sav) Abdullah bin Ebi Hadred'i istihabarat toplamak üzere Hevazinlilerin arasına gönderdi. Hevazinlilerin kamplarına kadar sokulan Abdullah bin Ebi Hadred, 1 gece veya iki gün aralarında kaldı ve onların konumları, sayıları, hedefleri hakkında önemli bilgiler topladı.

Ensar'dan 4000, Cüheyne'den 1000, Müzeyne'den 1000, Eslem'den 1000, Ğıfâr'dan 1000, Eşca'dan 1000, Muhacirler ve diğerlerinden de 1000 kişi olmak üzere İslam ordusunun sayısını bazı kaynaklar 10 bin kişi olarak verir. 12 bin diyen de vardır. Ordu içerisinde Mekke Fethinden sonra müslüman olmuş olanlar, İslamı henüz özümsememiş kerhen müslüman olanlar, kalplerinde şüphe taşıyanlar da vardı ki, bir kısmı "Muhammed ganimet alacak. Bize de pay düşsün" diye yola çıkmışlardı. Kimi Megazicilerin kaydına bakılacak olunursa, İslam Ordusu içinde müslümanların hezimete uğramasını isteyenler dahi vardı.

İslâm ordusu muntazam bir yürüyüşle Huneyn civarına geldi. İslâm ordusunun böylesine büyük bir kuvvetle savaşa çıkması müslüman savaşçılar üzerinde son derece büyük bir etki uyandırmıştı. Hatta içlerinden bazıları böbürlenerek böyle büyük bir ordunun asla yenilemeyeceğini düşündüler. Bunu Resulullah'a açıkça söyleyenler bile oldu. Efendimiz aleyhisselam bu sözlerden hiç hoşlanmadı. Çünkü ordu ne kadar büyük ve kuvvetli olursa olsun, gurur ve ihmal yüzünden darmadağın olabilirdi. Müslümanları şimdiye kadar zafere ulaştıran sayıları ve kuvvetleri değil, Allah'a olan imanları ve Allah'ın yardımı idi. Bunu unutmak, kulluk bilincinin zedelenmesine ve her zaman felâketlere neden olmuştu.

Mâlik bin Avf, ordusuyla Huneyn'e daha önce gelmişti. Belirttiğimiz üzere Huneyn, Mekke ile Tâif arasında, Tihame bölgesinde birçok inişli çıkışlı, dar geçitleri ve gizli yolları olan geniş bir vadidir. Mâlik, vadinin doğal durumundan yararlanarak ordusunu pusuya yatırdı.

Resulullah Huneyn civarına gelince bir yoklama yaparak İslâm ordusuna savaş düzeni aldırdı. Öğütler vererek çarpışmaya teşvik etti. Sadakat ve bağlılık gösterirler ve güçlüklere göğüs gererek dayanırlarsa zafere ulaşacaklarını müjdeledi.

İslâm ordusunun öncü süvari birliğinin kumandanı Halid b. Velid idi. Ordu Huneyn vadisine doğru hareket etti. Halid b. Velid gururlu bir şekilde, düşmanın pusu kurması ihtimalini hiç hesaplamaksızın düşmanın işgal ettiği tahmin edilen yere doğru ilerledi. Fakat hiç ummadıkları bir anda müthiş bir saldırıya uğradılar. Askerler ne yapacaklarını şaşırdılar. Bu ani ve amansız saldırı, Halid b. Velid'in komuta ettiği Süleymoğulları atlıları arasında büyük bir bozguna yol açtı. Geriye dönüp hızla kaçmaya başladılar. Korku ve panik bir anda asil ordu içinde de yayıldı. Ordu şaşkın bir vaziyette kaçışmaya başladı.
Peygamberimizin yanında yanında sadece Hz. Ali, Hz. Abbas, amcasi Haris'in oğlu ve Usame bin Zeyd'den oluşan bir avuç insan kalmıştı.

Bu arada, bazı Mekkeliler müslümanların dağılışını görünce, sevinç duygularını gizlemeye bile gerek görmeden kalblerinde bulunanı dile getiriyorlardı. Hatta bazıları daha önceki savaşlarda öldürülen yakınlarının intikamını almak için Resulullah'ı kolluyordu ki, Hevazinlilere bırakmadan kendileri öldürebilsinler.
Savaşın kargaşası içinde Resulullah vadinin sağ tarafına doğru çekildi. Câbir'den yapılan bir rivayete göre Resulullah (s.a.v) kaçışan müslümanlara, "Nereye gidiyorsunuz ey insanlar? Ben Resulullahım!

Ben Muhammed b. Abdullah'ım!" diye sesleniyordu. Fakat develer birbirine giriyor, insanlar alabildiğine kaçışıyordu. Bunun üzerine Resul aleyhisselam yanındaki Hz. Abbas'tan müslümanları çağırmasını istedi. Hz. Abbas yüksek sesle "Ey Akabe'de biat eden Ensar! Gelin! Ey Rıdvan ağacı altında beyat edip söz veren Muhacirler! Dönün! Muhammed buradadır! Nereye gidiyorsunuz?" diye bağırmaya başladı. Bu çağrıyı duyanlar "Lebbeyk" diyerek koşup Resulullah'ın çevresinde toplanmaya başladılar.

Resulullah (s.a.s), çevresinde toplanan müslümanları muntazam bir birlik haline getirerek düşmana karşı saldırıya geçti. Çarpışmanın olağanüstü bir şiddet kazandığı sırada "İşte ocak şimdi kızıştı" buyuran Resulullah, yerden bir avuç toprak alıp düşmanların üzerine fırlattı.
Çarpışma şiddetle sürerken Hz. Ali büyük bir fedakarlık göstererek Hevazin kabilesinin sancaktarını öldürmeye muvaffak oldu. Bu olay müslümanların savaş isteklerini bir kat daha artırdı. Savaş öylesine şiddet kazanmıştı ki, düşman bu kesin taarruza karşı koyamayarak hezimete uğradı ve kaçmaya başladı.

Allah'ın yardımı bir kere daha yetişmişti. Allah müslümanları sınamış, bir anlık gafletlerinin sonucunu onlara acı bir şekilde göstermişti. Bu savaştan sonra nazil olan Tevbe suresi 25. ayetinde mealen bu durum şöyle dile getirilmektedir: "And olsun ki, Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği fakat bir faydası olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanızı döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti"

Resulullah (s.a.s) düşmanın kaçmaya başladığını görür görmez derhal takip edilmesini emir buyurdu. Düşman gayet şiddetli bir şekilde takip edildi. Hevazin kabilesi reisi Mâlik bin Avf yanında az bir kuvvet olduğu halde yüksek bir tepe üzerinden ordusunun geri çekilmesini himaye etmeye çalıştı. Fakat ordu ile birlikte getirdiği kadın ve çocukları savunmayı başaramadı.

Bu savaşta müslümanlar düşmandan çok sayıda esir ve ganimet elde ettiler ve Resulullah (s.a.s) bu zaferden son derece büyük bir memnunluk duydu. Elde edilen ganimeti mücahidler arasında taksim etmek üzere bir sahabenin muhafazasına bırakan Resulullah, Taif` kalesine sığınan düşmanı takip etmek için Taif'e doğru hareket etti.

Huneyn savaşıyla Arap yarımadasının şirkten temizlenmesi ve tevhidin hakim kılınması yolunda önemli bir adim daha atılmış oluyordu.