Türkiye toplumu devletin üstlendiği asırlık misyonu gereği sürekli biçimde kimliksizlik, kültürsüzlük ve taklitçilik dayatmasının hedefinde bir toplum. On yıllardır çok yönlü araçlarla ve sistematik bir tarzda yürütülen politikalar neticesinde bu dayatmaların epeyce etkili olduğu ve toplumsal yapının yoğun bir yabancılaşma olgusuyla yüz yüze geldiği açıktır. Yılbaşı kutlamaları ise bu yabancılaşma olgusunun en açık tezahürlerinden birini oluşturmaktadır. Son yıllarda belediyelerin de kamu kaynaklarını boca etmesiyle tam bir uçukluk, yozluk manzarasına dönüşen yılbaşı seferberliğinin bu yıl Keşan Müftüsünün sözleri üzerinden bir linç kampanyasına da sahne olması dikkat çekmektedir.

Muhtemelen “Noel Baba” simgesi üzerinden yılbaşı kutlamalarına yönelik eleştiri getirmek, uyarılarda bulunmak istediği anlaşılan Müftü Süleyman Yeniçeri, sözlerinden ötürü medyada lince tabi tutulmuş, bu yetmezmiş gibi Diyanet İşleri Başkanlığınca hakkında soruşturma açılmış ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından ise açık hakaretlere maruz kalmıştır.

Neden, ne suç işlemiştir de, müftülük görevi yapan bir şahıs bunca saldırıya uğramıştır? Devletin resmen "fetva vericilik” sıfatı tanıdığı bir kişinin, halkı dini açıdan doğru ve yanlış işler konusunda uyarmasında yanlış nerededir? Bir müftünün bizatihi görevi bu değil midir? Tüm toplumu ilgilendiren, halkın günlük yaşantısında doğrudan etkileri görülen bir konuda insanları yanlış yapmamaları hususunda ikaz etmeye çalışmak, bu çerçevede İslam dışı inanç ve pratiklerin kabul edilmezliğini vurgulamak neden yanlış olsun?

Doğruların tavsiye edilmesi, yanlışlara dikkat çekilmesi, yani Kuran’ın ifadesiyle “emri bil maruf ve nehyi anil münker” eylemi, bırakalım “fetva makamı” sıfatı taşıyanları, her Müslüman’ın temel görevidir. Toplumun belli kesimlerinin keyfi kaçacak ya da ülke turizmi olumsuz etkilenecek kaygılarıyla bu vazifenin yerine getirilmemesinin talep edilmesi de, bu vazifeyi ifa eden, etmeye çalışanların kınanması, takibata maruz kalması da zulümdür.

Batılı kapitalist kültürün küresel bir kimlik ve hayat tarzı dayatmasının en somut göstergelerinden birini oluşturan yılbaşı kutlamalarının da, bu çerçevede gündeme gelen pratiklerin de bir Müslüman’ın hayatında yeri yoktur. İnsanların sevinmesi, mutlu olması, bir araya gelmesi ve benzeri gerekçeler üzerinden yabancı bir kültürün benimsenmesi ve tasdik görmesi söz konusu olamaz. Müslümanlar eğer kendilerini ismen Müslüman değil de, bilinçli bir Mümin kabul ediyor iseler, ister tahrif edilmiş Hıristiyanlık kaynaklı, ister pagan kültürlerin yansımalarından oluşan İslam dışı her türlü kutlamayı, adet ve töreni reddetmek zorundadırlar. Bu yönüyle Keşan Müftüsünün sözleri ifade tarzı itibariyle eksik de bulunsa, özü itibariyle doğrudur, haklıdır! Ve bundan ötürü muaheze edilmesi kabul edilemez!

Ayrıca da sormak gerekir: Türkiye bu zihniyetle mi anayasa değişikliği yapacak? Bu tahammülsüzlükle mi özgürlükler önündeki engeller kaldırılacak? Doğrusu düşünce özgürlüğünden bunca söz edildiği bir ortamda bu tepkiler yaman bir çelişki oluşturmaktadır. Bilhassa Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tutumunu anlamak ise hepten imkansızdır! Personelini bu derece baskı altına alan, medya yönlendirmesiyle gardiyanlığa soyunan bir Diyanet’in kendisini “irşad” ile vazifeli olarak görmesi büyük bir çelişkidir.

Bu vesileyle, bilhassa büyük şehirlerde, üstelik bir kısmı kendisini “muhafazakar” olarak tanımlayan belediyelerce gerçekleştirilen yılbaşı etkinliklerinin tam bir yozlaşma çukuruna dönüştüğünün altını çiziyor, kamu kaynaklarının seferber edilmesiyle suretiyle gerçekleştirilen ve her seferinde türlü acılara, çirkinliklere, rezilliklere sahne olan bu modern ayinlerden “insanım” diyen herkesi uzak durmaya çağırıyoruz!