Tarihi süreç içerisinde kardeşlerin ve kardeşliğin ilk sınavı Habil ve Kabil. Kuran`ı Kerim vakayı şöyle tasvir ediyor: “Bir de onlara Âdem`in iki oğlunun kıssasını hak ile oku: Hani onlar birer kurban sunmuşlardı. İkisinden birininki kabul olunmuş diğerinin ki kabul olmamıştı. (Kabil-Habil`e) seni mutlaka öldüreceğim demişti. Öbürü Allah ancak muttakilerden kabul eder demişti. (Habil Kabil`e demişti ki) yemin ederim eğer sen beni öldürmek için bana elini uzatsan da ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben Âlemlerin Rabbi olan Allah`tan korkarım. Ben dilerim ki günahını da, benim günahımı da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte zalimlerin cezası budur. Nihayet (Kabil`in) nefsi, kendisine kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi. Onu öldürdü ve hüsrana uğrayanlardan oldu.
Sonra Allah ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. Yazıklar olsun bana şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi oldum? dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.” (Maide 27-31). Kabil içten hesaplı, tüm hesabını da HASED üzerine bina etmiş öfkeli, hırslı, kıskançlık duygusu, takva yeri olması gereken yüreğini esir aldı, tamamen kapladı. Önce kardeşlik duygusunu sonra kardeşinin bizzat kendisini öldürdü. Habil oldukça kardeş ama Kabil olabildiğince kalleş.
Kur`an`ın tasvir ettiği bu kıssayı sanmayın ki Adem`in iki oğlu Habil ve Kabil ile sınırlı ve de sadece o zamanlar Kabil mantalitesinin günümüzde de pek çok temsilcileri var öyle değil mi? Kabil`i asıl bitiren içindeki kin, öfke, nefret, haset yani anlayacağımız Kabil`i, kardeşi Habil değil bizzat Kabil`in kendisi bitirdi.
Yusuf (as)`un kardeşleri de nefislerine yenik düştüler. Yusuf`un babası Yakub (as)`un gönlündeki sevgisi kardeşlerinin gözünde adeta bir diken gibi battıkça batıyor öfkeleri kabarıyor akıllarını devre dışı bırakıyor, kinleri dağlar misali büyüyor. Onlar için Yusuf(as) o kadar büyük bir mesele oluyor ki onu kökten halletmekle çareyi buluyorlar.
Şeytan işte böyle aldatır. Nefis ve şeytan tam bir ittifak halinde çalışıyorlar. Adeta aralarından su sızmıyor. Hakkı, adaleti, kardeşliği hedef tahtasına koymuş beraberce atış talimi yapıyorlar. Zahiren muvaffak olduklarını sansalar bile gerçekte ayıbın perdeleri aralandığında durumun tam tersi olduğu gayet açıktır.
Kardeşin kardeşi tasfiye, taciz, tahakküm ve yönetme duygusu mücrim kardeşe komplo üstüne komplo kurduruyor. “Ey Adem oğulları size şeytana kulluk etmeyin zira o sizin için apaçık bir düşmandır diye ahdetmedim mi?” (Yasin /60)
Yakup`ların sabrı Yusuf`ların metaneti elbet bir gün muhteris kardeşleri mahcup edecek utandıracaktır.
Kardeş kalmak kardeş olmaktan çok daha zor. Kardeşliği bitiren temel gerekçelerse kanımca içe kapanma; işe, aşa, eşe tav olma, ihtiras, bencillik, enaniyet ve hırstır.
Kardeşlerin hüsnü zan beklentisi içine girerken kendilerinin su-i zanna esir olmaları kardeşlerin birbirine olan güven kırılması, diyaloğa kapalı olma doğrudan bilgilenmeye ve bilgiye teslimiyet yerine hislerle, duygularla, olgudan çok uzak marazi algılarla hüküm ve yargılamalar kardeşliğin tabiri caizse köküne kibrit suyu dökmektedir.
Kişiye günah olarak her duyduğunu taşıması yeter. Yalan yanlış mesnetsiz ve önyargılarla ahkâm kesmeler, insanlara tepeden bakmalar kardeşliğin ruhuna el fatiha dedirtiyor.
Müminin mümine tepeden bakması, mesafe koyması kendini ulaşılmaz ve vazgeçilmez kutsal Hint ineği edaları kardeşler arasında soğukluğa; soğukluk kibre; kibir ise ayrılığa dönüşmektedir. Bu tehlikeyi âlemlere rahmet Hz. Muhammed (a.s) efendimiz şöyle ifade buyuruyor: ”Mümin kardeşini hakir görmek mümine şer olarak yeter.” (Müslim)
Birçok ayet ve hadisi şerifte Müslümanların birliği ve beraberliğinin Allah`a ve Resulüne itaatla, nizadan kaçmakla mümkün olabileceğini söyleyebiliriz.
“Allah`a ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin sonra içinize korku düşer ve devletiniz, kuvvetiniz gider. Sabırlı olun. Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 46) Sanki ayetler hasta kalplere (haşa) söylenenlerin tam tersini yapın dermiş gibi. Zavallı, kronik, müzmin, kin, haset, gurur, enaniyet, ucub, kibir gibi manevi hastalıkların pençesinde kıvranan necis gönüllere niza yapmayın dedikçe hak meydana çıksın için değil üste çıkmak için, haklı görünmek için tartışma seansları alabildiğine revaçta.
Allah ve resulüne itaat edin diyor Kur`an… Anlatmaktan aciz bu hastalıklı tipler Kur`an`a uymak yerine Kur`an`ı kendilerine uydurmaya çalışmaktadırlar. Kitaba uymak yerine kitabına uydurma gayreti gözlemlenmektedir maalesef. Kur`an ısrarla sabrı tavsiye ederken mümin! Mümin, kardeşinin hoşa gitmeyen en basit bir davranışına bile tahammül etmemektedir. Kardeşin gıybetini yapmanın ölmüş kardeşin etini yenmesine eş değer bir tiksinti olduğunu söyleyen Hucurat`ın tehdidi algılanamamaktadır. Tecessüs; sadakat ve bağlılık olarak algılanmaktadır. Kardeşler arasında niza ve cidalin galibi yoktur, olsa olsa şeytandır. Fetih sûresinin son ayeti (29) ‘müminler kendi aralarında merhametlidirler` dediği hiç duyulmamış gibi niyet okuyuşlarıyla sen şöyle dedin, böyle yaptın zan ve hislerle Müslümanlar birbirlerine yabancılaştırılıyor, ötekileştiriliyor. Müslümanlar birbirilerinin niyetlerini okudukları kadar Kur`an okusalardı hepsi hafız olurdu. Hani bizler kardeştik, bir tarağın dişleri gibi eşittik, bir vücudun azaları gibiydik, vücudun bir organı ağrıyınca diğer uzuvlar da bu elem ve ızdırabı duyardı. Hani Müslümanların dertleriyle dertlenmeden sabahlayanlar Müslümanlardan değildi. Ben şehadet ederim ki Allah ve Resulü doğruyu söylemiştir. Ancak biz günahkâr kullar bu hakikatleri idrakten uzağız.
Ahmet Arslan
2 No`lu T Tipi K. C. İ. K.1 No`lu koridor 2 No`lu oda Bandırma / Balıkesir