Ortadoğu tarihin kalbidir. Yazılı tarih arşivindeki en geniş dosya buraya aittir. Bu coğrafyadaki sulh-sükunetler ancak güçlü tek parça devletler tarafından sürdürülebilmiştir. Emeviler- Abbasiler ve Osmanlılar gibi.

Hoş karşılanmasa da; belli bir otoritenin bu coğrafyayı tek merkezden yönetmek için sebep olduğu tahribat, çok başlılığın hâkim olduğu dönemlere oranla oldukça cılız kalır. I. Dünya savaşından günümüze hâkim olan milli-ulusçu çok başlılığın bu coğrafyaya ve ümmete ne denli pahalıya mal olduğu ortadadır.

Ümmet olma vizyonundan yoksun küçük liderler, küçük kayıtları ve yatlarıyla uğraşırken Haçlı-Siyonist ittifakı ümmetin kalbine savaş gemileri, uçak gemileri yolluyor, dört bir yanda askeri üsler kuruyor. Kısa bir dönem öncesine kadar büyük güçler bir ülkeyi işgal ettiklerinde hegemonyalarının sembolü olarak başta başkent olmak üzere stratejik bir çok noktaya “Askeri Garnizon” inşa ederlerdi.

Günümüzde hem “İşgal” kelimesi şekil değiştirmiş hem de askeri hakimiyet yorumları. Bugün işgaller “kültürel-işgal- teknolojik işgal- kuklalar eliyle işgal…” gibi çeşitlilik göstermektedir. Artık çok büyük emek- masraf yaparak bir ülkeyi baştan başa işgal etmenin bir anlamı kalmamıştır. Örneğin; Sovyet Rus`u Marksist- Leninist ideolojinin yıkıcı sürükleyiciliğinden kurtulamadığı için devamlı işgal ile yayılma ihtiyacı hissetti. İdeolojisinin can damarı işgal idi.

Bu yayılmacı işgal siyaseti Afgan direnişiyle son buldu ve Sovyetler bunu en az zararla atlatmak için doğal sınırlarına çekildiler. Ancak Rusya ekonomik- siyasi ve askeri işgalini ön Asya`da kısmen, Orta Asya`da(Türki Cumhuriyetleri) tamamıyla sürdürecek derecede yine hâkim olmuştur. Bugün Fergana Vadisinde (Özbekistan) yine DAEŞ bahanesi ile Müslümanlar, yöneticiler tarafından katlediliyor, Tacikistan`da akıl almaz yasaklar devreye konulup zulümler işleniyor. Kısaca Türki Cumhuriyetlerde Rusya`nın askeri üslerle sürdürdüğü işgal neticesinde peçeden çarşafa, sakaldan toplu ibadetlere kadar birçok İslami yaşam formu yasaklanıyor.

Rusya`nın Türki Cumhuriyetler üzerindeki yoğun etkisine bakılarak; ülkelerin askeri ve ekonomik güçlerine göre kurulan askeri üslerin etkinliği anlaşılabilir. BDT(Birleşik Devletler Topluluğu) üyesi olan Türki Cumhuriyetlerin belirgin zayıflığından dolayı bu ülkelerdeki etkin askeri üsler siyaset ve askeri bürokrasi üzerinde baskı kurarak dilediği yönde kararlar alabilmektedir.

Rusya`nın Akdeniz`deki son müttefiki olan Suriye uğruna büyük bedellerle yaptığı yatırım göz önüne alındığında buradaki üsleri ile bir Akdeniz ülkesi olmak istediği ve bunu hiç kimse ile tartışmadan gerçekleştirmeye çalışacağı anlaşılmaktadır.

Askeri üslerle ilgili uygulamaların şekli değişse de temel mantalitesi aynıdır: “O ülkeyi, önce stratejik ortaklık bağlamında kendine mahkum etme, daha sonra adım adım ekonomiden siyasete, ordudan medyaya kontrol etmektir.” Türkiye gibi güçlü bir ordusu olan, batılılaşma yolunda önemli mesafeler kateden bir ülke dahi “İncirlik-Pirinçlik-Malatya ve İzmir`deki NATO ve ABD hava üslerinin ağır baskısından on yıllardır kurtulamamıştır.

Kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştığı son birkaç yılda ise yakın müttefikleri(!) olan NATO ve ABD`nin yeni alternatif partnerler ve üsler arayışıyla onu etkisizleştirmeye veya eski statükoya çekme çabalarıyla uğraşmaktadır.

Askeri üslerin nitelikleri ve takviyede ulaşılabilirlikleri etkinliklerini belirler. Buna göre büyük güçlerin askeri üslerini daha çok, ikmal yollarının açık olduğu denizlere yakın bölgelerde konuşlandırdıkları görülür. Örneğin; ABD`nin Ortadoğu`daki tüm ana askeri üsleri Akdeniz-Basra Körfezi ve Hint Okyanusu kıyılarındadır. Daha iç kısımlardaki üsler ise sıcak temaslara göre dizayn edilmiş bir nevi ara üslerdir. Halihazırda üç büyük devletin (ABD-Rusya ve İngiltere) dünya ölçeğinde “Kör gözüne parmak” dercesine askeri üs donanımlarından istifade ettikleri görülür. İngiltere, daha çok birleşik krallık tacının gölgesinin düştüğü “Dominyonlarında” ve Kıbrıs- Hong Kong gibi garantör olduğu yerlerde varlığını hissettirirken ABD ve Rusya`nın askeri üs mantıkları, tamamıyla hâkim olma-şekil verme bağımlı kılma veya rakibini “Çevreleme-Sınırlama” temeli üzerine kurulmuştur.

Büyüyen ama “Uyumayan” dev olan Çin`in toprak kiralama ve satın alma yoluyla sürdürdüğü “Soft Power-Yumuşak Güç” stratejisi neticesinde ürkütmeden yerleştiği (özellikle Ortadoğu ve Afrika`daki) yerlerin nicelik ve nitelikleri de askeri üslerle yarışır düzeydedir.

Askeri üslerin kuruluş gerekçeleri de hayli ilginçtir. Soğuk savaş döneminde karşıt bloğun tehdidi gerekçe gösterildi. Ondan sonra ise daima komşu ülkeler birbiri üzerine algısal yöntemlerle sürülerek sanal tehditler oluşturuldu. Bu tehditlerden sadece Saddam`ın Kuveyt`i işgaline göz yumuldu. Öyle ki senaryo hayata geçirilebilsin. Bu işgalden sonra Suudi ve Körfez Emirlikleri can simidi niyetine ABD`ye sarıldılar. Böylece ABD, Körfez bölgesine 500 bin civarında asker yerleştirdi. Ancak Körfez Savaşları, ardınca gelip geçmelerine rağmen ABD buralardaki konuşlu güçlerini çekmedi. Tam aksine, Ortadoğu`ya dilediği şekli verebilmek için askeri üslerinin sayısını artırdı.

En son olarak da Erbil ve Haseke`de NATO standartlarında askeri hava üsleri kuruldu-kuruluyor. ABD gibi sofistike savaş araçlarına sahip bir süper gücün Körfez ülkeleri veya Kürdistan ve Rojava`da konuşlanması bu zayıf yapıların neredeyse tamamıyla boyunduruk altına alınması demektir. Aynı şey Suriye`nin Tartus-Humeymiye`de kökleşen ve en son Kamışlı ‘da yerleşmeye çalışan Rusya açısından da geçerlidir. Gayr-ı resmi olarak mandater bir ülke kazanımı elde etmiş oluyor.

Hülasa: ABD, daima Rusya`yı çevreleme gibi gerekçelerle İslam Coğrafyasının dört bir yanını askeri üsler ve savaş filoları ile adeta çevrelemiş durumdadır. Oysa tüm bu hareketliliğin sebebi gösterilen Ruslar ile bugüne kadar herhangi bir çatışmaları da olmamıştır. Bazen yaşanan gerginlikler ise “Kontrollü” olarak tırmandırılmış böylece saflar netleşip pekiştirilmiştir. Bu durum biraz da mahalle kabadayılarının tarzına benzer. Hani bir mahalle kabadayısı, esnafı diğer kabadayılardan korumak için aidatını(!) alır ya!? Onun gibi.

Ancak söz konusu olan İslam coğrafyası olunca askeri üslerin derhal kullanıldığı ve bir yerlerin dronelerle veya daha komplike baskınlarla “Etkisiz hale getirildiği” görülür. Süper ve büyük güçlerin küçük ve zayıf ülkeler üzerindeki emperyal emellerinin en somut göstergesi olan askeri üsleri bulundukları ülkelerin güvenlik bürokrasilerini/birimlerini kendi ahlâki ve kültürel kodlarına göre yetiştirmeleri de bu büyük ülkeler için sonu gelmez başka sorunların temelini atmaktadır.

İslam coğrafyasının sulh ve sükûn bulabilmesi için-mezkûr askeri üsler ile onların zihniyetiyle yetiştirilen birimlerin tesirsizleştirilmesi gerekir.

-Komşu ülkeler hakkında üretilen tehdit algılarının kökenine inilmeli. Algı kaynaklarından ziyade direkt temaslar ile birçok kaygının asılsız olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır.

-İKÖ, Dünya Müslüman Alimler Birliği, İttihat, İhvan gibi saygın yapılar etkinliklerini artırmalı ve ülkelerin idare mekânizmalarını birbirine yakınlaştırma çabasına odaklanmalıdırlar.

Fiemanillah

FARUK KUZU