Lasso Kourouma`nın gözleri kan çanağına dönmüş; alımlı sokaklarda yürürken gördüğü muamele karşısında ne kadar içerlediği yüzünden okunuyor:
“Vadedilmiş topraklar diye Avrupa`ya geldim ama köpek muamelesi görüyorum. Hayatta kalmak için Avrupalıların çerçöpünü yemek zorundayım. 40 gün gözaltında tutuldum. Sonra sokağa atıldım. Yaşanacak yer değil."
Lasso, Fildişi`nden; 2002`de iç savaş patlayana kadar otomobil satıcısıymış. Fas üzerinden Ceuta`ya oradan da İspanya`ya ulaşmış. Malaga`da yaşama tutunma savaşı veriyor.
Avrupa`nın sınırlarında, Lasso`nun hikâyesine benzer binlerce dram yaşanıyor. İstanbul`un en lüks semtlerinde dahi, her gün yanlarından geçerken varlıklarını yok saydığımız sayısız mülteci görüyoruz ve bunu kanıksadık.
Paris`te, Brüksel`de, Berlin`de de benzer bir durum var.
Avrupalı liderler için mülteciler burada, ‘The Region`da (Bölge) kaldıkları sürece her şey yolundaydı. Zaman zaman bağış toplantıları yapıldı, düşük miktarlarda mali desteklerde bulundular. Türkiye`yi, nüfusunun 4`te 1`i Suriyeli mültecilerden oluşan Lübnan`ı bol bol takdir ettiler.
Ne zamanki mülteciler Avrupa`ya hücum etti, her türlü zorluğa göğüs gererek yürüyen binlerce insanı sınırlarında gördüler, işte o zaman mülteci krizinin varlığını kabul ettiler.
Aşırı sağcı hükümetler hiç vakit kaybetmeden sınırlara tel örgü çekerken, Avrupa`yı ‘Birlik` yapan Schengen de fiilen devre dışı kaldı.
Sağcı hareketler yeniden hortladı. Birbiriyle temelden çelişen üç nedenle karşıydılar mültecilerin topraklarına gelmesine.
- Düşük yevmiyeyle çalışacakları için gelip işimizi elimizden alacaklar
- Hiçbir iş güç yapmadan sosyal yardım alıp, biz çalışırken onlar vergilerimizle ülkenin zenginliğinden faydalanacaklar.
- Üçüncüsü de; özellikle göçmen ve İslam karşıtı Pegida`nın ‘Batı değerlerini yıkacaklar` söylemi.
Göçmen meselelerinde BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ve Çocuk Fonu'na (UNICEF) danışmanlık yapan Peter Stalker, bu iş-işsizlik meselesini açıklarken, “Göçmenlerin işe girmesi insanların gözüne batıyor ama varlıklarıyla açtıkları yeni iş alanlarını kimse görmüyor” diyor. Rakamlar, Stalker'in haklılığını destekliyor.
Yukarıdaki grafikte görüldüğü gibi, IMF'in raporuna göre, mültecilerin tamamının 500 milyon nüfus ve 18 trilyon euro'luk ekonomiye sahip AB'ye maaliyeti, birliğin yıllık gayri safi hasılasının sadece binde 22'sini oluşturuyor. Yani, AB'yi varoluş krizine sokan, AB'nin felsefi temellerini sarsıp, coğrafi sınırları kaldırılmış bir dünya hayallerini tehdit eden sorun, binde 22'lik bir ek yük nedeniyle yaşanıyor ve bu yüzden mültecilere kapıyı açmak ya da açmamak üzerine kıyamet kopuyor.
IMF'nin mültecilerin nüfus içinde kalibrasyonuyla ilgili hazırladığı kapsamlı raporda sözü edilen EUROMOD adlı simulasyona göre, mülteci akınının AB'ye eşzamanlı yaşattığı iki şok bulunuyor. Birincisi nüfusa, ikincisi de hükümet harcamalarına ilişkin.
Nüfus: IMF, mülteciler akınıyla AB'ye yılda binde 15'lik bir nüfus yükünün ekleneceğini öngörüyor. Kuruluş, bir mültecinin nüfus ve sosyal hayata kalibrasyonu ve iş gücüne katılımını iki yıl olarak hesaplıyor. Bu da, en başta AB'nin damıtması gereken binde 15'lik işsiz-çocuk-yaşlı nüfusun zamanla azalacağı anlamına geliyor.
Hükümet harcamaları ve parasal boyut: Avrupa Birliği, 2015-2016 yılları için ayırdığı 1.7 milyar euroluk mülteci fonunu 9.2 milyar euroya çıkardı. Bu rakama Türkiye'ye verilecek 3 milyar euro da dahil. Ayrıca sınırları korumak için kurulan FRONTEX'in bütçesi, sınırdışı masrafları ve iltica başvurusu almak için çalışanlara ayrılan kaynaklar da bu payın içinde. IMF, iltica sürecinde işsiz kalacak olan mültecilere yardımların da bu paydan karşılanabileceği sonucuna varıyor. 2015 - 2017 arasında AB'ye direkt maaliyetinin, toplam Birlik gelirinin binde 1'inde dengelenmesi söz konusu.
'Yabancı düşmanlarının maskesi'
Avrupa'da mültecilerle ilgili tartışılan başka bir konu da, kültür ve din farklılığının yaratacağı iddia edilen sorunlara ilişkin. New York'taki New School Üniversitesi'nden Aristide Zoberg, 1830'larda Amerika'ya giden katolik İrlandalıların, liberal ABD değerleriyle çatışacağının düşünüldüğünü hatırlatıyor. Zoldberg, aynı söylemle şimdi Avrupa'ya giden Müslümanlar için zenofobinin körüklenmeye çalışıldığına dikkat çekerken, "İslam düşmanlığı, zaman içinde daha çok yabancı düşmanlarının kullandığı bir maske oldu" diyor. Bu yüzden, PEGİDA gibi hareketlerin mültecilerin gelişini fırsat bilip, yeniden insanlardaki yabancıya karşı korku ve paranoyanın üstüne oynaması boşuna değil. Kişi başına en fazla mülteci alan AB ülkesi konumundaki İsveç bu konuda kolları sıvadı; gelen mültecilerin eğitimi için 70 bin yeni derslik yaptı. Uzmanlar dil sorununun aşılmasını destekleyen sosyal politikaların aşırı sağdan gelen ürkütücü sinyalleri bertaraf edeceği görüşünde. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra AB bu konuda da en büyük sınavını veriyor, Suriye'deki savaş uzadıkça AB'nin farklı olanı kendi içinde barındırma sınavı da uzayacak.
Kaynaklar: 'Immigrants': Philippe Legrain (Little,Brown Yayınları), AFP, Reuters, IMF.org