28 Şubat… Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçen süreç. Necmettin Erbakan'ın başbakan olduğu dönemde, 28 Şubat 1997`de olağanüstü toplanan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla başlayan özellikle İslami kimlikli şahsiyetlerin cadı avına maruz kaldığı süreç.

28 Şubat sürecinde, imamdan öğretmene, memurdan esnafa, işçiden aşçıya, siyasetçiden bürokrata kadar binlerce insan inançlarından dolayı gözaltına alınıp, ağır işkencelerden geçirildikten sonra zindanlara dolduruldu. Kimileri işlerinden edildi, kimileri üniversite kapılarından geri çevrildi.

Kumpaslar, gözaltılar, işkenceler, zindanlar, muhaceratlar, sürgünler, ölümler, öz yurdunda mağduriyetler yaşatılan müteddeyin bir halkın iliklerine kadar işletilen 28 Şubat zulmü halen tazeliğini kuruyor. O sürecin mağdurları yaşadıkları zulüm ve hukuksuzluğu İLKHA`ya anlattı.

“Kur`an dersi yasaklanarak, camilere kilit vuruldu”

İmamlığını yaptığı Bitlis merkezdeki Kadiri Camii`sinde gözaltına alınıp, ağır işkencelerden geçirildikten sonra zindana konulan Emrullah Uysal, islami hizmetlerinin akamete uğratılmak istendiğine dikkat çekti.

O zamanlar Camide Kur`an dersi verdiğini, halkın da camiye yoğun bir teveccühünün olduğunu söyleyen Uysal, “Sabah namazlarında dahi onlarca genç camiye geliyordu. Bu süre içerisinde ilimizde uyuşturucu kullanan, hırsızlık yapan, tefecilik yapan ve terör estiren tek bir insana rastlanılmıyordu. Böyle devam etmesi halinde hem Allah`ın haklarına hem de kul hakkına riayet edecek bir toplum oluşacaktı.” dedi.

İmamlık yaptığı sırada katıldığı Diyanet toplantılarında askeriyeden istihbarata kadar birçok kişinin katıldığını belirten Uysal, bu kişilerin imamları, namaz kıldıktan sonra camileri kapatmaları ve Kur`an dersi vermemeleri yönünde tehdit ettiğini ifade etti. Uysal, “Ayrıca, verilen hutbelerin dışına çıkılmayacak yönünde müftülükler ve din görevlileri tehdit ediliyordu. Tabi ki birçok imam kardeşlerimiz işten atılma korkusu ve tehditler nedeniyle boyun eğdi. Yaklaşık bir buçuk yıl bu böyle sürdü.” diye belirtti.

“Anlatılmayacak vahşilikte günlerce işkencelere tabi tutulduk”

Kaldığı camide öğrenci yetiştirdiği ve namaz kıldıkları sıralarda panzerlerle silahlı polislerin caminin etrafını sardıklarını, kendilerini ve çocuklarını camiye gönderen aileleri sindirmeye çalıştıklarını dile getiren Uysal, “Cuma namazına giden müftü vekilini dahi Tugay Komutanlığı “İrticayı mı hortlatıyorsun?” diyerek cumaya gitmesi engellendi. Bunu bizatihi müftü vekili toplantıda bize anlattı. Defalarca bana, ‘Senin camin kalmış, çocuklara ders vermeyeceksin, namaz vakti dışında camini kapatacaksın.` diye tehdit ettiler. Ben de onlara, ‘Elinde tutup çocuğuma Kur`an dersi ver diyen hiçbir insanı geri çevirmem. Siz ne yaparsanız yapın.` dedim. 19 Ocak 2000 tarihinde onlarca silahlı polis ve panzerlerle evim basıldı. Ailelerimiz tehdit edildi. Gözaltına alınarak burada anlatılmayacak vahşilikte günlerce işkencelere tabi tutulduk. İşkence sürecinde bize birçok suç isnat ettiler. Okumadığımız bazı belgeleri hazırlayıp zorla imzalattılar.  İşkencede bizlere ‘hâkimde, savcıda, karar veren de biziz. Sana 12 buçuk yıl caza kesiyoruz. Sana cezayı onaylamayacak hâkim savcıyı… ederiz.` diyerek küfür ediyorlardı. Gerçekten de öyle oldu. Çünkü mahkeme salonlarına onlarca işkence eden istihbaratlar içeriye girerek savcının ceza vermesini sağladılar.” diye  konuştu.

“Mahkeme delile göre değil, kanaate göre ceza veriyordu”

Mahkemede savcı ve hâkimlerin kanaate göre ceza verdiklerini belirten Uysal, “Mahkemede hiçbir delil ortaya konmadan, kanaat üzeri cezalarımız kesildi. Daha cezam kesilmeden görevime son verildi. Bununla diğer imamlara gözdağı verilmeye çalışıldı. İfadelerimiz itibar edilmediği gibi avukatlarımız adam yerine bile konulmadı. Hiçbir delil ortada yokken 12 buçuk yıl ceza verildi. DGM arşivlerinde mevcut olan gerekçe şudur; ‘Kanaatimizce örgüt üyesisiniz` deniliyor. Cezamı çektikten sonra çıktım ve göreve dönmek için Diyanet`e başvuru yaptım. Bana verilen cevap şu oldu, “İtikat, ibadet, ahlakınız İslam törelerine uygunluğu şartı kaybetmiştir.” Bu güne kadar mağdur edildik. 16 yıldır yapılan bu zulümden dolayı eşim hastadır.”  diyerek ailesine ve kendisine yaşatılanlardan dolayı hakkını asla helal etmediğini kaydetti.

“Bize en büyük zulmü eden “Paralel” polislerdi”

Defterdarlık muhasebe müdürlüğünde çalıştığı esnada gözaltına alınıp, ağır işkencelerden geçirildikten sonra cezaevine konulan Şahabettin Subaşı ise kendilerini mağdur ettikleri gibi dışarıda kalan ailesinin de mağdur edildiğini belirtti.

Subaşı, o günleri şöyle anlattı: “Gözaltı ve ağır işkencelerden sonra cezaevine konulmaktan 3 ay sonra işlerimize son verildi. 6 çocuğum vardı. Hepsi küçüktüler. Çocuklarım mağdur ve perişan oldular. Bizler içerdeyken devletin yaptığı çirkin propaganda yüzünden çocuklarımız manevi bir mağduriyet yaşadılar. Suçsuzken, dışarıda halkın nazarında terörist bir konuma geldik. Akrabalarımız ve halk, o gözle ailelerimize bakıyordu.  Bize en büyük zulmü yapan da “Paralel” polislerdi. Hiçbir delil ellerinde yokken, art niyetle yargılayarak ceza verdiler. 12 buçuk yıl ceza aldık. Mağduriyetten dolayı çocuklarımız okul okuyamadı. Bugün Ergenekon ve Balyoz davasında yargılanıp ceza alanlar dahi beraat edilip, kendilerine tazminat ödeniyor. Ama biz suçsuz olduğumuz halde bizim mağduriyetimiz giderilmiyor.” dedi.

“DGM, üstten gelen emir gereği size örgüt üyeliğinden ceza veriyoruz.”

Milli Eğitim`de işçi olarak çalıştığı sırada gözaltına alınıp, ağır işkencelerden geçirildikten sonra zindana konularak 12 buçuk yıl ceza verilen Cevat Dayan da yapılan işkence ve hakaretlerin anlatılamayacak boyutta olduğunu belirtti.

Dayan, cezaevine konulurken geride 8 tane küçük çocuğu bıraktığını, hasta olan çocuğunu dahi tedavi edemediğini ifade ederek, yaşadığı mağduriyeti şöyle dile getirdi: “Yapılan işkence, hakaret ve edilen küfürler anlatılmayacak boyuttadır. Emniyete gelen savcılar, birer işkenceci polis gibi muamele ederek, bize isnat edilen suçları zorla imzalattılar. Bizler derdimizi savcıya anlatırken, o bize, “Hâkime anlatın” diyordu. Hâkime anlatınca o da, ‘Beni ilgilendirmez DGM` ye anlatın` diyordu. DGM`ye anlatınca bize verdiği cevap şu, “Üstten gelen emir gereği size örgüt üyeliğinden ceza veriyoruz. Yargıtay yolu açıktır hakkınızı arayabilirsiniz.” diyerek ceza verdi. 

“Mağduriyetten dolayı çocuklarımızı okutamadık”

Cezaevine girdiğinde 8 çocuğunun olduğunu ifade eden Dayan,  “Çok mağdur olduk. Çocuklarım okul okuyamadı. Hasta çocuğumu tedavi bile edemedik ve hâlâ yatalaktır. Çıktıktan sonra kendi imkânlarımla dışarıdan primimi yatırarak emekli oldum. Çalıştığım kurumuma ikramiyemi almak için başvuruda bulundum. Fakat hiçbir hakkımın olmadığını bana belgelerle ret cevabını verdiler. Oysa emsallerimiz var. Başka suçlardan yatan ve hatta örgüt üyeliğinden ceza almış insanlar var ve ikramiyesini almıştır. Bu mağduriyetimizin giderilmesini ve hakkımız olan ikramiyemizin verilmesini istiyoruz.” diye konuştu.

Bir başka 28 Şubat mağduru Celal Gül ise tekel sigara fabrikasında çalıştığı esnada, bir askeri operasyon yapılırcasına onlarca silahlı polis ve araçlarla evi basılarak gözaltına alınıp, ağır işkencelerden geçirildikten sonra  12 buçuk yıl ceza verildiğini söyledi. Gül, kendilerine İstiklal mahkemelerin devamı olan DGM`lerin kanaate göre ceza verdiğini ifade etti.

İşkencelerde iyi ve kötü polis rolü yapılarak, günlerce anlatılmayacak vahşilikte manevi ve fiziki işkencelerin yapıldığını, ailelerinin yemek getirmesine rağmen aç bırakılarak ibadet etmelerinin engellendiğini kaydeden Gül, bilmedikleri ve okumadıkları belgelerin zorla imzalatılarak yapmadıkları suçları kendilerine isnat ettiklerinin altını çizdi.

“İddianamedeki suçumuz; Çocuklara Kur`an dersi vermek, fakirlere örgüt adı altında bağış yapmak”

Gül, şunları söyledi: “Bizimle beraber gözaltına alınan kardeşlerimiz de olduğu gibi benim de çalıştığım işyeriyle olan ilişkime hemen son verilerek, ailem de cezalandırıldı. Küçük çocuklarımız büyük maddi sıkıntılar yaşadılar. Evimi sattırarak ailemi geçindirmek zorunda kaldım. Bizlere mahkeme heyetleri hep ‘CD ve disketleri incelediklerini söylediler` bizler ne hikmetse izlenilen bu CD ve disketlerin bize izletilmesini, en azından avukatlarımıza gösterilmesini istedik. Fakat ortada hiçbir şey yok. Sadece üstten verilen emirler vardı. Cezamız kesilene kadar suçumuzun ne olduğunu da bilmiyorduk. İddianamelerimizin tamamında, ‘Çocuklara Kur`an- Kerim dersi vermek, fakir fukaraya örgüt adı altında bağış yapmak…` bana isnat edilen suç bu. 28 Şubat`ın mağdurları olarak bize isnat edilen suç bu. Ergenekon ve Balyoz soruşturması geçirenlerin iddianamelerindeki suçlarla karşılaştırıldığında, büyük bir dağın yanında küçük bir kaya gibi kalıyor. Bugün bizim dosyalarımız mahkemelere götürülse inan oradaki savcı ve hakimler; ‘Gülerler aman bu dosyaları götürün. Mahkemeyi meşgul etmeyin.` derler.”

“DGM, İstiklal mahkemelerinin süregelen bir devamıdır”

Yargılandıkları DGM`nin İstiklal mahkemelerinin süregelen bir devamı olduğunu, üstten verilen talimatlarla deliler olmadan cezaların verildiğini, cezalar kesildikten sonra delillerin toplanmaya çalışıldığını ifade eden Gül, yeniden yargılanmanın yapılmasını istedi.

“Bizim için 28 Şubat zulüm süreci devam ediyor”

Mahkeme salonlarını dolduran askeri ve emniyet birimlerinin, savcı ve hâkimlerin karar vermesinde etkili oldukları herkesin malumu olduğunu dile getiren Gül, “O gün müteddeyin halka kan kusturdular. İslam`a ve Kur`an`a olan düşmanlıklarını açıktan yapmaya başladılar. Halkın nezdinde yaptıkları zulümleri örtbas etmek ve halktan gelecek tepkileri azaltmak adına sindirdikleri medya ayaklarıyla çok kötü propagandalar yaptılar. Bizler, 28 Şubat sürecini her yönüyle iliklerimize kadar işledik. O gün de gayemiz bu halka hizmet etmekti. Bu günde aynı gayedeyiz ve yarında aynı gayede olacağız. Dolayısıyla bizim mağduriyetimiz giderilmedi. Hala bizim için 28 Şubat zulüm süreci devam ediyor.” şeklinde konuştu.   (Şükrü Tontaş- İLKHA)