Doğruhaber Analiz/ Ahmet Yıldırım
Değişik zamanlarda ortaya çıkan farklı tipler etrafında kamuoyu oluşturuluyor, faili meçhul cinayetler bağlamında kıyısından kenarından bulaşmış bazı tipler gündeme taşınıyor, bazı operasyonlarla soruşturma süreçleri belli bir yere kadar işletiliyor.
Sonuç ise, hep fiyasko çıkıyor. Film tekrar başa sarılıp cinayetlerin aydınlatılamayacağına olan inanç bir kez daha pekiştirilmiş oluyor.
Faili meçhul cinayetleri aydınlatma adı altında ortaya çıkan son figür, bildiğiniz gibi Ayhan Çarkın. Dönemin siyasi ve yüksek rütbeli askerlerinin isimleri etrafında dönüp dolaşılıyor. Dönemin devlet politikası olarak yürütülen bir derin mesele, bugünün konjonktüründe devre dışı kalmış bir takım zevat üzerinden kapatılmak isteniyor.
Hep dillendirilir; faili meçhul cinayetlerin dönemin MGK kararlarıyla start aldığı, meselenin devlet politikası olarak ele alınıp bir konsensüs çerçevesinde kararlaştırılıp uygulandığı…
Madem bu bir devlet politikasıydı, madem dönemin MGK üyeleri tarafından alınan kararlar çerçevesinde yürütülüyordu, o halde farklı dönemlerde ortaya çıkan farklı tiplemeler üzerinden meseleye eğilmek yerine neden devlet politikasının belgeleri, yazılı kararları ortaya çıkarılmıyor?
Eğer bir uygulama devlet politikası olarak ortaya çıkmışsa, mutlaka bunun belgesi vardır. O dönemde yürütülen faili meçhul cinayetler spontane olaylar değildi. Belli bir politik kararın adım adım uygulanması şeklinde yürütülmekteydi. O halde tüm bilgileri devletin kozmik odalarında olması gereken ciddi bir mesele, neden tıpkı bugün ortaya çıkan Çarkın gibi ilginç tiplemelerin vereceği “bir doğru, yüz yönlendirme” kabilinden ifadelerine muhtaç hale getiriliyor.
Zaten Ayhan Çarkın üzerinden belli bir operasyonun yapılacağı belliydi. Son zamanlarda PKK-BDP yanlısı gösterilerde boy göstermesi, Newruz alanlarında şov yapması, Abdullah Öcalan’ı hayran olduğu kişi olarak ilan etmesi, belli bazı odaklara açık bir mesajdı. Anlaşılan mesaj yerini bulmadı ya da o odak Çarkın’ı adam yerine koymayınca ifadeler, gizli tanıklar, yapılan birkaç operasyonla durum bugünkü noktaya vardırıldı.
Ancak Ayhan Çarkın etrafında belli bir imaj resmedilip asıl büyük fotoğrafın üzerinin örtüldüğü unutulmamalıdır. Bu ülkede bırakın yakın tarihimizdeki olaylar, seksen küsür yıl önce bile devlet kararı ile yürütülen kirli operasyonlar, tehcir/tedip/tenkil uygulamaları, idamlar, katliamlar bugün bile günyüzüne çıkarılabilmiş değildir. Hal böyle iken bir devlet politikası olduğu konusunda ortak kanaat bulunan faili meçhuller meselesinin aydınlatılacağına inanmak oldukça güç hale gelmektedir.
Zaten faili meçhuller politikasına karar veren mekanizma, her türlü ihtimale karşı farklı bazı adımlar da atarak cürümlerin gerektiğinde gizlenmesine yarayacak çok boyutlu bir senaryoyu da uygulama yoluna gitmişti.
Dikkat edilirse “Fırat’ın doğusu” diye tabir edilen Kürt yerleşim birimlerinde başlayan faili meçhul cinayetler furyası, PKK ile Hizbullah arasında yaşanan çatışmayla neredeyse eş zamanlı olarak uygulamaya sokuldu. Buradan hareketle Hizbullah, kirli politikanın günah keçisi olarak seçildi, PKK ise bu zokayı iştahla yuttu. PKK-Hizbullah çatışması esnasında karşılıklı yaşanan ölüm olayları bir tarafa, devlet adına çatışmadan faydalanarak işlenen cinayetler, aslında kimlerin PKK-Hizbullah çatışmasına giden süreci yönettiğini göstermesi bakımından hayli önemlidir.
Daha sadesini söylersek; devlet böyle bir politika uygulayacaktı, ancak suçu üzerinden atacak bir mekanizmanın ortaya çıkması gerekiyordu. Bunun için de yaşanacak bir PKK-Hizbullah çatışması oldukça hayati bir önem arzedecekti. Bu amaçla ortaya çıkan PERİNÇEK-KÜÇÜK ikilisinin Bekaa’yı mesken tutmaları ve Hizbullah’a saldırmak için Öcalan ve ekibini ikna etmesi hayli önemlidir.
Dolayısıyla Fırat’ın doğusundaki faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılamamasının en büyük sebebi, PKK ve yakın çevresinin derin devletten ödünç alarak bugüne kadar getirdikleri ve “Hizbulkontra” diye formüle ettikleri sığ politik argümandır.
Bu sığ argüman, gerektiğinde devletin de işlenen cinayetlerden temize çıkmasına olanak tanıdı. Nitekim o zamandan bugüne kadar bölgede işlenen neredeyse tüm faili meçhul olaylar, Hizbullah sanıklarının üzerine atılarak devletin aklanması hedeflendi.
Yalçın Küçük – Perinçek ikilisinin o dönem Bekaa ilişkileri ve PKK’nin Hizbullah’a saldırması ardındaki gerçekler aydınlatılmadıkça bölgede işlenen faili meçhul cinayetlerin aydınlanmasını beklemek sadece safdillik olacaktır.
Fırat’ın batısına sarkan cinayetler ise, efsaneleştirilip ortadan kaybolan veya kaybedilen kişilere endekslenmektedir. Yeşil örneği ortadadır. Kocaman bir devlet politikası, sadece Yeşil’e havale edilerek yürütülemez. Ancak her derde deva bir Yeşil portresi oluşturuldu, Yeşil ise karanlık denen meçhule yelken açtı. İyi de kocaman devlet aygıtı, Yeşil’i bulamayacak kadar aciz mi? Yoksa Yeşil’in hep böyle kalması, sürünceme politikasının bir gereği midir?