Güvenlik aklı her yere hâkim. Ulusal güvenliğe yönelik savunma yükümlülüklerinin büyük ölçüde sadece güvenlik görevlilerine ait bir sorumluluk olduğuna ikna ediliyoruz. Ama keşke bunu daha geniş bir perspektiften görebilseydik.
“Mossad`da 35 yıl görev yapmış Ben-Barak verdiği röportajda, başarılarının ardındaki en önemli unsurun, İsrail`i, hedef aldığı “düşmanlar”ından ayıran büyük teknik farklılık olduğunu söyledi.”
Rami Ben-Barak, İsrail dış istihbarat servisi Mossad`da 35 yıl görev yapmış ve başkan yardımcılığına kadar yükselmiş bir isim. Görev yaptığı süre boyunca çevresinde hep bir “yıldız” olarak görülmüş ve bu da teşkilatın en önemli birimi sayılan [suikastlardan sorumlu] “Kisarya” operasyon biriminin başına geçmesini sağlamış. Birkaç hafta önce İsrail televizyonu Kanal 2`ye konuşan emekli istihbaratçı, gazeteci Danny Kuşmaro`ya verdiği röportajda kahramanlık ve başarı olarak görülen bazı operasyonların arka planını ifşa ederek herkesi şaşırttı.
Ben-Barak röportajda kendisinin ve ekibinin başarılarının ardındaki en önemli unsurun, İsrail`i, hedef aldığı “düşmanlar”ından ayıran “teknik boşluk”, yani büyük teknik farklılık olduğunu söyledi. Bu bağlamda Mossad`ın yürüttüğü görevlerde düşmanının elindekine kıyasla son derece üstün bir teknik kapasite kullandığını anlattı. İsrail`in ileri teknoloji alanında gerçekleştirdiği büyük atılımlarla muazzam olumlu getiriler elde ettiğini ve böylece sadece insan kaynağına bağımlılığı azaltma imkânı yakalamakla kalmayıp bunun askeri kuvvetlerin dayandığı temellerde köklü değişimlere de yol açtığını sözlerine ekledi.
Bu noktayı açıklarken, İsrail`in dünyadaki ikinci büyük insansız hava aracı üretici olması ve bu uçakların askeri, güvenlik ve istihbarat alanında bolca kullanılması sebebiyle, ordunun bu mükemmel araçtan farklı bir şekilde faydalanma kararı aldığını ve böylece pilotlara bağımlılığı azaltmaya ve bunun yerine genç askerleri, İsrail`in içindeki güvenli ve sabit üslerden insansız hava araçlarını uçurma görevinde kullanmaya yöneldiğini belirtti. Makor Rishon gazetesinin 13 Haziran 2015 tarihli nüshasında yer alan bu haberi, İsrail uzmanlarından Dr. Salih el Nuami, el-Arabi el-Cedid gazetesinde konuyla ilgili olarak kaleme aldığı “Risksiz Kahramanlık Endüstrisi” başlıklı makalesinde alıntılıyor.
Nuami, 2004`ten itibaren ve Gazze`ye yönelik (2008, 2012 ve 2014`teki) müteakip savaşlarda Filistinlilerin ekseriyetinin insansız hava araçlarıyla yapılan saldırılarda şehit düştüğüne dikkat çekiyor. Bu uçakların bulunduğu üslerden birini ziyaret eden İsrailli gazeteci Amir Rapaport`un 19 yaşındaki bir erkek ve bir kadın askerin kontrol odasından düğmeye basmak suretiyle birçok hava saldırısı düzenlediğine dair sözlerine de yer veren Nuami, bu uçakların kullanılmasıyla insan unsurunun maruz kaldığı tehlikelerin de azaldığına işaret ediyor.
Makaleye göre, 3 ay önce Golan`da Lübnan Hizbullah`ının önemli isimlerinden Cihad Muğniye ve İran Devrim Muhafızları komutanlarına yönelik suikastın da aralarında olduğu Suriye`ye yönelik saldırılarında İsrail bu uçakları kullanmıştı. İsrail ordusu saha istihbaratına katkılarından dolayı iki yıldır bütün birliklerine insansız hava uçağı sağlıyordu. Gelecekte tüm birliklere uydu sağlanması da gündemdeydi.
Buna ek olarak İsrail, istihbarat kapasitesini elektronik savaş yöntemlerini kullanarak güçlendirmişti. Artık sadece insan unsurunu veya ileri teknoloji ürünü dinleme ve görüntüleme araçlarını kullanarak değil, bilgisayar sistemine sızan programlar geliştirerek de hayati gizli bilgileri edinmesi mümkün hale gelmişti.
Füze yerine virüs
Yine makaleye göre, 2013 yılı başında İsrail Genelkurmayı, “Birim 8200” adıyla bilinen elektronik casusluk biriminden bir subaya, “düşman” tarafın son derece önemli istihbarat bilgilerine erişmeyi sağladığı için madalya verdi. 2009-2012 arasında 2 yıl boyunca İran nükleer tesislerini hedef alarak büyük zarara yol açan siber saldırıların başarısının ardından İsrailliler siber alemin kullanımını daha da geliştirdiler; öyle ki “füze yerine virüs” sloganı ortaya çıktı.
“Foreign Policy dergisi 2013`te Mısır`da eğitimin kalitesinin sıfır olduğundan bahsettiğinde bu hiç de sürpriz olmadı. Daha da kötüsü, bu sonuç, ülkedeki eğitim çevrelerinde hiçbir yankı bulmadı.”
Nuami`nin dikkat çektiği önemli bir nokta da şu: İsrail`in gerek teknolojik gerekse elektronik alanda geliştirdiği büyük kapasite, aslında temelde yaygın eğitim sistemine dayanıyor ve bu eğitim sistemi de söz konusu hedeflere hizmet esas alınarak planlanıyor. Bu bağlamda Nuami, İsrail Eğitim Bakanı Naftali Bennett`in üç ay önce genel liselerde beşinci seviye matematik eğitimi alan İsrailli öğrencilerin sayısını artırma hedefiyle “matematik devrimi” adını verdiği bir atılım başlattığını belirtiyor. Geçmişte İsrail ordusunda özel bir birliğe komuta eden bakan Bennett, emekliliğin ardından başarılı bir teknoloji şirketinin başına geçmişti. Ona göre matematik ilmini kavramak, gerek askeri gerekse sivil alanda ileri teknoloji endüstrisinde tam başarıya ulaşmak için bir zorunluluk.
Bizi asıl ilgilendiren konu, sanal alemde kaydedilen gelişmelerin her toplumun yapısını tehdit eder hale gelmesi ve bu, tahminlerimizden çok çok daha tehlikeli bir boyutta. Özellikle Ortadoğu`da bilgi güvenliği sistemlerine büyük miktarlarda harcamalar yapılması bunun bir delili. Öyle ki bilgi teknolojisi hizmetlerinde uzman olan uluslararası IDC şirketine göre bu alana akıtılan paranın miktarının 32 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Yaşanan gelişmeler ışığında sanal alemde saldırı veya savunma ihtimali artık imkan dahilinde.
Bu bağlamda Estonya`nın bu tarz bir saldırıya maruz kaldığından bahsediliyor. Eskiden Sovyetler Birliği`ne bağlı olan ve daha sonra Avrupa Birliği`ne giren bu küçük Baltık ülkesi, 2007`de devlet başkanının Sovyet ordusu anısına dikilen heykelin taşınması kararını ilanından saatler sonra ansızın felce uğramıştı. Zira bilgisayar sistemlerini, devlet hizmetlerini ve devletteki hayati sistemleri sekteye uğratarak ülkenin dış dünyayla ilişkisini kesen bir siber saldırıya maruz kalmıştı.
Bu konuda Ürdünlü bir akademisyen ve yazar Musa Berhume'nin Londra merkezli el-Hayat gazetesinde 11 Kasım 2015`te yayınladığı bir makalesini okudum. Makalede geleceğin sofistike askerlerinin omuzlarında silah yerine bilgisayar taşıyacağı; özellikle 2015 yılı başından itibaren “DDoS” adı verilen jeopolitik nitelikli sanal saldırıların yüzde 300 oranında arttığı; bu saldırılarla devletin hayati kurumlarını hizmet dışı bırakmanın hedeflendiği ve belki de gelecekte hassas istihbarat sistemlerini, deniz trafiğini, hastaneleri, elektrik ve su şebekelerini veya kimyevi maddelerin kullanıldığı fabrikaları, petrol ve doğalgaz tesislerini hedef alacak şekilde daha da gelişebileceği belirtiliyor.
Bu bağlamda yazar, İranlı yetkililerin 2014`te ülkenin orta kesiminde yer alan Arak şehrine yakın “IR-40” nükleer alanını hedef alma girişimini başarısız kıldıklarına dair açıklamalarına değiniyor. Daha önce 2010'da da uranyumun zenginleştirildiği Natanz reaktörü, santrifüj sisteminin geçici de olsa duraksamasına yol açan virüs saldırılarına maruz kalmıştı. Tahran her iki olaydan da Amerika ve İsrail`i sorumlu tuttu.
Eğitimde programları gözden geçirilmeli
Görüldüğü üzere çatışmanın kuralları ve araçları tamamen değişirken, bilindik sınırları aşan çatışma araçlarındaki değişimlerle baş edebilmek için sadece stratejik düşünce ve silahlanma planlarını değil, aynı zamanda eğitim programları ve planlarını da yeniden gözden geçirmek gerekiyor.
“Eğer eğitimde başarı sağlayamazsak tarihin akışının dışında kalacağız ve bu konuda birilerinin bize komplo kurduğunu iddia edemeyeceğiz.”
Dünyanın çeşitli başkentlerinde yankılanan bu uyarı zilleri insanların büyük çoğunluğunu uyandırdı ve eğitimde ilerlemenin kalkınmanın önemli bir anahtarı olduğunu herkese hatırlattı. Finlandiya bu reformu yapıp da meyvesini alan devletler arasında halen başı çekiyor ve onu Norveç, İsviçre, Kanada gibi birçok Batı ülkesi takip ediyor. Asya ülkeleri de arzu edilen sıçramayı gerçekleştirmeyi başardı hatta Asyalı öğrenciler eğitim sıralamasında dünyadaki öğrenciler arasında başı çeker hale geldiler.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), öğrenci başarısını takip amaçlı uluslararası PISA programı çerçevesinde yapılan ölçme ve değerlendirme sınavlarıyla bu alandaki gelişmeyi ölçme görevini üstlenmiş durumda. Bu haliyle PISA sonuçları, küresel bir eğitim başarısı sıralama tablosu niteliğinde. PISA, öğrencilerin anadil, matematik ve fen bilimleri olmak üzere üç temel alanda test edilmesine odaklanıyor.
Bu küresel sıralamada Mısır`ın yerinden söz etmeye gerek dahi yok; eğitim alanındaki kötü şöhreti zaten her platformda dile getiriliyor. Foreign Policy dergisi 2013`te Mısır`da eğitimin kalitesinin sıfır olduğundan bahsettiğinde bu hiç de sürpriz olmadı. Daha da kötüsü, bu sonuç, ülkedeki eğitim çevrelerinde hiçbir yankı bulmadı.
Geçen sene 20 Mayıs 2015 tarihinde Şuruk gazetesinin internet sitesi, ilköğretim okullarının kalitesi konusunda Dünya Ekonomik Forumu`nun bir raporunun sonucunu yayınladı. Buna göre Mısır, 124 ülke arasında en son sırada yer alıyor. Yine Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan Beşeri Sermaye Endeksinde de 124 ülke arasında 84. sırada. Listenin başında ise yine Finlandiya var.
Fransız Le Monde gazetesinde 4 Aralık 2012`de yayınlanan Asya`da eğitim konulu bir raporu saklıyorum. Raporda Güney Kore`deki eğitim sistemi örnek olarak veriliyor. Buna göre öğrenciler haftada 50 saat ders görmek zorundaymış – yani Avrupa`daki öğrencilere kıyasla 16 saat fazladan ders görüyorlarmış. Sabah 7.30`da derse başlayıp öğleden sonra saat 4`te okuldan ayrılıyorlarmış. İlkokuldan itibaren öğrencilerin ekseriyeti okuldaki dersler bittikten sonra üniversite girişe hazırlık için özel eğitim kurumlarına gidiyorlarmış.
Rapor, ortaokullar için ailelerin ödediği paranın 2012`de 13 milyar dolara ulaştığı tahminine yer veriyor, ki bu rakam Fransızların okul “yardım”ı olarak ödediğinin 10 katına denk. Bazı Koreli öğrencilerin günlük eğitimleri akşam saat 10`a kadar sürüyormuş. Ve aslında bu, ailelerin çocuklarını aşırı çalıştırmalarını engellemek için hükümetin koyduğu uyulması zorunlu bir saat sınırlamasıymış. Güney Kore`de yaşanan işte bu ve diğer birçok Asya ülkesinde de benzer bir durum söz konusu. Mesela Singapur, eşi benzeri olmayan bir ilmi fırsatlar diyarı olarak nitelendiriliyor.
“Peki, biz bütün bunların neresindeyiz?” diye sorarsanız buna cevap vermeyeceğim; ama sizi günlük gazetelerdeki eğitim haberlerini okumaya davet ediyorum. Eğer ki gazeteler eğitime sırtını dönüp de sadece güvenliğe odaklanmışsa, bu soruya ikna edici nihai bir cevap alamayacaksınız, ama nereye doğru sürüklendiğimizi de anlayacaksınız. İşte o zaman tarihin öznesi olmak için bekleyip durduğumuz devrimin hakikatini idrak edeceksiniz. Eğer bunda başarı sağlayamazsak tarihin akışının dışında kalacağız ve bu konuda birilerinin bize komplo kurduğunu iddia edemeyeceğiz.
Fehmi Hüveydi, Mısırlı gazeteci ve yazar.
aljazeera