18 ŞUBAT

GÜNÜN AYETİ

“...Kulları içinden ancak âlimler Allah'tan (hakkıyla) korkar.”
(Fâtır suresi 28. ayetin meali)

GÜNÜN HADİSİ
“Hikmetin başı Allah korkusudur.”

(Beyhaki)

GÜNÜN SÖZÜ

“Allah'tan korktuğum bir günde daha önce görmediğim hikmet ve ibretten bir kapı bana görünür!”

(Şiblî)

TARİHTE BUGÜN

1229: Kudüs haçlılara teslim edildi.

1451: Fatih Sultan Mehmet ikinci kez tahta çıktı. Babası II. Murad'ın 1444 yazında doğuda ve batıda barışı sağladığını düşünerek tahttan çekildi. O tahttan çekilince dış politikada ılımlı davranmayı tercih eden Sadrazam Çandarlı Halil Paşa ile Sultan Mehmed`in etrafında toplanmış olan ve savaş taraftarı Şahabeddin, Zağanos, Turahan paşalar arasında rekabet baş gösterdi. Edirne'de tahtta devlet buhrana sürüklendi. Bunun üzerine yeni bir Haçlı seferi Edirne'de iyice panik oluşturdu. Kimi iç isyanlar da cabası olunca Sadrazam Çandarlı Halil Paşa Sultan Mehmed'in babası II. Murad'a tekrar çağrıda bulundu. II. Murad Anadolu Hisarında dinlenmeyi bırakıp 1146 yılında tekrar Edirne'ye döndü. Aslında görünüşte padişah Sultan Mehmed olmakla beraber II. Murad işleri rayına sokmak için gelmişti. Babası Edirne'ye gelince Sultan Mehmed Manisa'ya çekildi, Zağanos Paşa da Balıkesir`e sürgüne gönderildi.

II. Murat 1451`in 3 Şubat günü öldü. Sultan Mehmed Manisa'dan atına atlayıp "Beni sevenler arkamdan gelsin" diyerek yola çıktı. Bir kaç atama ve tayinden sonra -her ne kadar bazı tarihçiler itiraz getirse de- kimilerine göre yaptığı ilk işlerden biri babasının İsfendiyaroğulları beyinin kızından olan sekiz aylık oğlu Küçük Ahmed`i boğdurtmak oldu. Bu şekilde kardeş katli yasası da uygulamaya konmuş oldu. Küçük Ahmet'in  cenazesi de babası Murat'ınkiyle birlikte Bursa'ya gönderildi. Böylelikle iki ağabeyinin erken yaşta ölmeleri sonucu tahtın varisi olan Sultan Mehmed 18 Şubat 1451'de 2. kez tahta çıkmış oldu.

1856: Islahat Fermanı yayınlandı.
Islahat Fermanı, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde devletin yıkılmaktan kurtarılması amacıyla; siyasî kuruluşlar, kişi hakları ve yeni kurumların kurulması konularında yapılması tasarlanan köklü değişiklikler için Sultan Abdülmecid zamanında yayımlanan fermandır. Tanzimat Dönemi'nin önde gelen devlet adamlarından biri olan Sadrazam Mehmed Emin Âli Paşa tarafından büyük Avrupa devletlerinin arzuları doğrultusunda hazırlanarak yürürlüğe konmuştur.

İmparatorluk boyunca en önemli fermanlar: Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve Sultan Abdülaziz Fermanları olarak sıralanır. Bu fermanlarla, devletin çöküşünün toplumsal ve ekonomik nedenleri araştırılmadan, bazı batı kuruluşlarını ve anlayışını devlete getirmekle devletin kurtarılabileceği sanılmış fakat bu fermanlarla toplumdaki kuruluş ve anlayış ikileme düşmüş, İslam dünya görüşü ve bu anlayışla kurulan kuruluşlarla birlikte batı taklitçisi kuruluşlar arasındaki çatışmalar sonucunda toplumun içinde daha büyük sorunlar çıkmış, çöküşü önleyeceği düşünülen ıslahat fermanları, beklenen etkiyi gösterememiştir.

Bu dönemde Batı'nın ekonomik desteğine, vereceği borçlara gereksinim duyan Osmanlı Devleti, bunları ancak batı devletlerine çeşitli imtiyazlar tanımak koşuluyla elde edebilmiştir. Batı para vermiş imtiyaz koparmıştır. Bu imtiyazlar sayesinde Osmanlı topraklarına giren yabancı sermaye ve yatırım, sahip olduğu imkân ve güçle yerli sanayiyi büyük ölçüde öldürmüştür. Böylece Osmanlı Devleti yarı sömürge bir devlet hâline gelmiş, bütün ekonomisi ve zengin kaynakları Batılı devletlerin eline geçmiştir.

1878: II. Abdülhamit Mebusan Meclisini süresiz olarak kapattı ve Meşrutiyet rejimine son vererek, yönetime tek başına egemen oldu.

1951: Ahmed El Hasi vefat etti. Ahmed El Hasi, Osmanlı döneminde Diyarbakır ve çevresinde müderrislik, imamlık ve müftülük vazifelerinde bulunmuş, Osmanlının son dönemlerinde İttihat ve Terakkicilerin zulmüne maruz kalmıştır. Ziya Gökalp gibi materyalist, laik zihniyetlilere sürekli muhalefet edip reddiyeler yazmış, Cumhuriyet`in keskin muhaliflerinden olmuştur. Ahmed El Hasi, 1866 yılında Diyarbakır-Lice`ye bağlı Hezan Nahiyesinin Has Köyünde dünyaya gelmiştir. Osmanlı döneminde kimi dini hizmetlerde bulunan Ahmed El Hasi, Lice Müftülüğünde iki yılı aşkın bir süre hizmet ettikten sonra Hilafetin kaldırılıp Cumhuriyetin kurulması sebebiyle görevinden istifa eder.  Kendisine “Neden istifa ediyorsun?” diye sorulduğunda, “Şimdiye kadar bulunduğum makamda hâkim Kur`an idi. Şu andan itibaren Kur`an memur oldu. Ben ondan başkası ile hükmedemem” der. 

Osmanlı döneminde Batı taklitçisi İttihatçılarla hiç anlaşamaz ve onlara gerekli karşılığı verirdi. Bir gün Diyarbakır Ulu Camiinde bir İttihatçının Kur'an'dan bir ayeti yanlış yorumlaması üzerine hiddetle ayağa kalkıp müdahale eder. İttihatçıların üzerine yürümesi üzerine sevenleri silahlarını çekerek Ahmed El Hasi'yi korurlar. Bu olay üzerine Osmanlı İttihatçısı, Cumhuriyet Şaklabanı Ziya Gökalp ve İttihatçı arkadaşları İstanbul'a İttihatçı hükümete onu şikayet ederler. Bunun üzerine bir gece "Vali bey sizden dini bir şey soracak" yalanıyla hazırlıksız ve parasız alınıp Rodos'a sürülür. 2 yıldan fazla burada çok zahmetler ve sıkıntılar yaşar. Sonra padişaha yazdığı bir mektupla affedilip serbest bırakılır.
Ahmed El Hasi, 18 Şubat 1951 tarihinde Hezan`da vefat eder ve burada defnedilir.

1965: Gambiya İngiltere'den bağımsızlığını kazandı. Batı Afrika'da bir ülke olan ve aynı zamanda Afrika'nın en küçük ülkesi olan Gambiya 9 ve 10. yüzyıllarda Müslüman Tüccarlar aracılığıyla İslamla tanışır. Zaten Gambiya ile ilgili ilk kayıtlar bu müslüman tüccarlar tarafından tutulmuştur. 11. ve 12. yüzyıllarda o zamanın yöneticileri İslam'ı kabul ettiler. On yedinci yüzyılın sonlarında ve on sekizinci yüzyıl boyunca İngiltere ve Fransa arasında Senegal ve Gambiya nehirlerinin bölgelerinde siyasi ve ticari üstünlük açısından çekişmesi başlayıp devam etti. Bunun neticesinde Gambiya 1843'den sonra İngiliz kolonisi haline geldi. Gambiyalılar 1965 de bağımsızlıklarını kazandılar ve 1982 ye kadar bu, devam etti. 1982 yılında Senegal ile bir federasyon oluşturarak ismini Senegambiya koydular. 1989 da ise federasyon son buldu ve tekrar egemen olan Gambiya 1991 de Senegal ile dostluk ve iş birliği anlaşması imzaladı. 1994 yılında ise yapılan bir askeri darbe ile bütün siyasi faaliyetler yasaklanarak askıya alındı. 1996'da demokrasiye tekrar dönüldükten sonra başkanlık seçimleri demokratik olarak yapıldı.

1967: Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi görüşüldü; 35.000 köyden 15.000'inde hiç okul olmadığı açıklandı.

1997: Tansu Çiller TEDAŞ ve TOFAŞ soruşturmalarından aklandı. Refah Partisi milletvekilleri Tansu Çiller'in aklanmasından yana oy kullandılar.

Tansu Çiller hakkında; TURBAN yolsuzluğu, TOFAŞ ihalesi, TEDAŞ yolsuzluğu, Malvarlığı soruşturması ve Örtülü ödenek olayından dolayı defalarca soruşturma açıldı. Ancak her hükümet halef ve selefini hep koruyarak soruşturmaların üstünü kapattı. Bu nedenle de Türkiye'de yolsuzluklardan hesap sorulamadı. Pardon! Düzeltelim; Türkiye'de arkası güçlü olanların yaptıkları yolsuzluklardan hesap sorulamadı. Eğer yolsuzluk yapanın sırtı güçlü değilse adalet ve hakperestlik naraları eşliğinde bedeli tabi ki ödetildi.

2008: Türkiye, 17 Şubatta Sırbistan'dan ayrılarak tek taraflı bağımsızlık ilan eden Kosova'nın bağımsızlığını tanıdı.

2008: Amerika Birleşik Devletleri ve Afganistan, Kosova'nın tek taraflı bağımsızlığını tanıdığını açıkladı. Şaka gibi değil mi? Amerika, Afganistan'ı işgal etmiş durumdayken Afganistan'ın bağımsızlığını tanımış olmasını gelecek nesillere nasıl izah edebilirsiniz ki?

2011: İkinci Ergenekon Davası'nın 103'üncü duruşmasında eski Başbakan Bülent Ecevit'e Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde uygulanan tedavinin o tarihteki hastalığı ve yaşı ile uyumlu olup olmadığı konusundaki Adli Tıp Kurumu raporu mahkemeye ulaştı. Mahkemenin daha önceki talebiyle gelen rapora göre Ecevit'e kaburga kırığından dolayı doğru tedavi yapılmakla beraber yakalandığı Parkinson hastalığından dolayı eksik tedavi uygulandığı belirtildi. Hemen hatırlatalım, Ecevit'e eksik tedavi uygulandığı dönemde Ergenekon'un en üst düzey yöneticisi olmak suçlamasıyla tutuklanan Mehmet Haberal Ecevit'in doktoruydu. Aynı duruşmada "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" davasının tutuklu sanığı Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek, Balyoz davası kapsamında da tutuklandı.

2011: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Erdal Ceylanoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Aksay ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Necdet Özel Hasdal Cezaevi'nde Balyoz davası kapsamında tutuklanan 24'ü general ve amiral toplam 102 muvazzaf subayı ziyaret ettiler. Necdet Özel hariç aynı kadro, hatırlanacağı üzere 2011 Temmuzunda topluca istifa etmişlerdi.

2011: 15 Şubatta Edirne'nin Havsa ilçesine bağlı bir köyde 8 yaşındaki bir kız çocuğu, komşularının 17 yaşındaki oğlu tarafından bayıltılarak diri diri toprağa gömülerek öldürüldü. 3 gün sonra 18 Şubatta toprağa verilen küçük kız çocuğunun cenazesi sırasında imam Eşref Sevilmiş şu konuşmayı yaptı; "... biz bu yavrumuzu hayır duamız ile yad etmenin yanı sıra, içimiz yanıyor, yakınıyoruz. Yara hepimizin, bunları hep birlikte paylaşıyoruz.Toplumda yaşadığımız müddetçe dinimizden ne kadar uzaklaşıyorsak, yaptığımız hareketlerimiz ve kötülükler de o kadar aşırılık meydana geliyor. Bu yavruya kıyıp da bu hale sokanların cezası ne olabilir? Her birinize sorsak, her biriniz lime lime ederiz. Ama dinin emirleri ile emredilse, Edirne meydanında öyle bir kişi öldürülse, acaba bu ülkede kaç tane cani meydana çıkar, çıkamaz. Ama kanunlarımız veya insan haklarıdır, bağımsızlıktır, demokrasidir diye herkes canilerin yanında olursa, onlar o hakların arkasında sığınırsa, bizlerde yavrularımız, biz olmasa da ülkemizde birilerine böyle ateş düşer ve ağlar."

İmam Eşref Sevilmiş'in hakkında malum medyanın da yaygarası sonucunda soruşturma açıldı

MERCEK

18 ŞUBAT 1229: Kudüs haçlılara teslim edildi.
Tarihi kayıtlara göre Kudüs, Kenaniler'in bir kolu olan Yebusiler tarafından kurulmuştur. Bu kayıtlardan Kudüs'ün kuruluşunun M. Ö. 4000 yıllarına kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Bu da Kudüs'ün 6000 yıllık bir şehir olduğunu gösterir. Hem coğrafi konumu dolayısıyla hem de vahye dayalı dinler açısından kutsal olduğundan birçok kez saldırıya ve işgale maruz kalmış, el değiştirip durmuştur.

Vahiy kültüründe özel bir yeri olan Kudüs'ü bazı tarihi rivayetlerden anlaşıldığına göre M. Ö. 1900 yılına doğru Hz. İbrahim (a.s.) ziyaret etmiştir. İsrail oğulları olarak bilinen Yahudiler de Hz. İbrahim (a.s.)'ın oğlu Hz. İshak (a.s.)'dan olan torunu Hz. Yakub (a.s.)'ın soyundan gelmektedirler.

udüs'ü M. Ö. 11. yüzyılda Hz. Davud (a.s.)'ın ordusu ele geçirdi ve Davud (a.s.) burayı krallığının başkenti yaptı. Ondan sonra şehre oğlu Süleyman (a.s.) hükmetti. Onun döneminde Mescidi Aksa inşa edildi. Hz. Süleyman (a.s.)'dan sonra krallığı İsrail ve Yehuda diye iki ayrı krallığa bölündü ve Kudüs (Jerusalem) Yehuda krallığının başkenti oldu. Bu krallık M. Ö. 586'da Babil kralı Buhtunnasr tarafından yıkılarak başkenti Kudüs yerle bir edildi. Şehirde yaşayan Yahudiler de Babil'e sürüldüler. M. Ö. 538'de şehir Perslerin eline geçti ve Persler Yahudilerin yeniden buraya dönmelerine, eski mabedlerini ve şehir surlarını inşa etmelerine izin verdiler. M. Ö. 332 yılında şehri Makedonya kralı İskender ele geçirdi. M. Ö. 64 yılında da Roma imparatorluğunun hakimiyetine geçti. Bu sıralarda Kudüs'te peygamber Zekeriyya (a.s.) yaşıyordu. Onun yaşlılık döneminde dünyaya gelen oğlu Yahya (a.s.) da peygamber olarak görevlendirildi. Zekeriyya (a.s.)'ın baldızının kızı olan Hz. Meryem'in oğlu Hz. İsa (a.s.) da M. Ö. 4 yılında Kudüs yakınındaki Beytilahm'da dünyaya gelmiştir.

Perslerin Kudüs'ü ele geçirmelerinden sonra yeniden bu şehre dönmelerine fırsat verilen Yahudiler M. Ö. 138'de bir ayaklanma başlattılar. Bu ayaklanma da M. Ö. 135 yılında Bizans komutanı Hadrien tarafından bastırıldı ve şehir ikinci bir yıkıma uğratıldı. Hadrien şehri daha sonra yeniden inşa etti ve Elya Kapitolino adını verdi. Yahudiler M. Ö. 66 yılında Bizans kralı Titus'a karşı yeni bir ayaklanma başlattılar. Bu ayaklanma dört ay sürdü ve ayaklanmanın bastırılmasından sonra Titus, şehri Yahudilerden tamamen arındırdı.

M. S. 614'te Kudüs, Persler tarafından ele geçirildi. 627 yılında Bizanslılar şehri Perslerden geri aldılar.

Kudüs, 638 yılında Hz. Ömer (r.a.) tarafından Bizanslıların elinden alınarak İslam devletinin topraklarına dahil edildi. Hz. Ömer (r.a.) Kudüs'ün anahtarlarını aldığında şehrin halkına, tam bir din hürriyeti ve güven içinde yaşayacaklarına dair yazılı eman vermiştir. Bu tarihten sonra Kudüs, haçlı işgaline kadar sürekli İslam devletlerinin hakimiyetinde kaldı. Kudüs ve civarı 1097 yılında kalabalık haçlı orduları tarafından işgal edildi. 1097 yılında haçlı ordularının kırk gün süren şiddetli kuşatmaları sonunda bu kutsal belde Hıristiyanların eline geçti. Haçlılar Kudüs'ü işgal ettikten sonra bir hafta süreyle şehirde katliam gerçekleştirdiler. Bu katliamda Müslümanlardan yetmiş bin kişi öldürüldü. Bu katliam sonucu meydana gelen kan gölünde haçlıların atlarının dizlerine kadar gömüldüğü bu katliama şahit olmuş Hıristiyan kumandanların hatıralarında geçmektedir. Haçlı işgali yaklaşık doksan yıl sürdü. Bu işgale 1186 yılında Selahaddin Eyyubi tarafından son verilmiştir.

Haçlıların Kudüs üzerindeki ikinci hakimiyetleri, bir ara Mısır hükümdarlığı yapan İsa el-Kamil'in 1299 yılında Kudüs'ü Bizans imparatoruna hediye etmesi üzerine gerçekleşti. Mısır hükümdarı İsa el-Kamil, Bizans imparatorunun kendisine Şam hükümdarı olan kardeşine ve kardeşinin oğluna karşı yardım etmesi karşılığında bu şehri hediye etmişti. 6. Haçlı seferi sırasında İsa el Kamil'in Kudüs'ü teslim etmesi ihanet olarak değerlendirildi ve çok geçmeden bazı kayıtlara göre ise 1246'da Haçlılardan tekrar geri alındı.

Kudüs, 1291'de Memlükler'in hakimiyetine geçti ve bu hakimiyet 1517'de Filistin toprakları Osmanlı devletinin eline geçinceye kadar devam etti. Osmanlı hakimiyeti 1918'e kadar sürdü. Haçlı seferleri sonunda gerçekleştirilen işgalden sonra ikinci büyük işgal 1918'de İngilizlerin Filistin topraklarına girmesiyle başladı. İngilizlerin bu topraklara girmekteki maksatları bölgede Yahudilerin bir devlet kurmalarına imkan sağlamaktı. İngilizlerin Kudüs'ü işgal etmelerinde Ürdün kralı Hüseyin'in babasının dedesi olan Şerif Hüseyin'in önemli rolü olmuştur. Şerif Hüseyin, kendisine vaat edilen "Arap yarımadası krallığı" karşılığında İngilizlerin Kudüs'ü ve çevresini işgal etmelerine yardımcı olmuştur. Mekke şerifi Hüseyin'in ihanetiyle Filistin toprakları sistematik bir şekilde İngilizlerden Yahudilere aktarılmıştır.

****************************---------------------**************************************
18 ŞUBAT 1405: Moğol imparatoru Timur öldü. Bir ayağı aksak olduğundan Timurlenk de denilen Timur 1336'da doğdu. Büyük Timur İmparatorluğunu kurdu. Ankara Savaşında Osmanlı ordusunu yenerek 12 yıl süren fetret devrinin başlamasına sebep olmuştu. Timur tarihe geçen bazı anlatılara bakılacak olunursa adını en cani Hanlar arasında yazdırtmayı başarmıştır. Askerlerine girdiği beldelerde kan dökme, talan yapıp yağma etme izni verdiği ve buna bağlı işlenen korkunç cinayetleri kimileri Osmanlı safsatası olarak yorumlar ve onu bir kahraman olarak niteler. Ama anlaşıldığı kadarıyla belki bazı abartmalar olsa da Timur'un kandan bir saltanat inşa ettiği aşikardır.

Kimine göre bir kahraman, kimine göre yenilmez bir fatih kimine göre ise kana susamış bir canidir Timurlenk.. İsterseniz doğru bir tanımlama yapmak için hayatına ve yaptıklarına hep beraber bir göz atalım;
Tarihçiler doğumunu 1320 ila 1330 tarihleri arasında kabul ederler.

Gençlik yıllarında rivayete göre koyun çalarken yakalanır ve sağ ayağı aksak kalacak darbeler alır. Bu arada sağ el serçe parmağı ve yüzük parmağını da kaybeder. Bir boy beyliğinden evlilikler ve ittifaklar sayesinde büyür ve Semerkant`ı ele geçirir. Çağatay hanının kız kardeşini alarak soylu bir unvana kavuşur. Hanlığı kendisi idare etmekle birlikte Moğol töresince başa göstermelikte olsa Cengiz han`ın soyundan Soyurgatmış`ı geçirir.
Psikolojik savaş tekniklerini başarıyla kullanmasını bilmiştir. Korku ve dehşet saçarak pek çok güçlü devleti ve şehri tek bir kılıç sallamadan almıştır. Rakip ülkelerdeki birlik beraberlik bozulunca ya da iç siyasi karışıklıklar artınca bundan yararlanmasını bilmiştir. Hindistan, Mısır ve Çin seferleri bunun örneklerindendir.
Fethetmek istediği ülkelerde önce istihbarat çalışmaları ve haritalara dayalı stratejik araştırmalar yaptırırdı. Ülkenin önde gelenleri, orduların durumu, haritalar, önemli siyasi olaylar anında ona ulaşırdı. Topraklarında yem adı verilen konak sistemini kurmuştu. Bu noktalarda haber getiren atlılar at değişirler ve kervanlar mola verirlerdi. Her kim nerede olursa olsun Timur`a haber getiren ya da haber götüren kişiye atını vermek zorundaydı. Atlılar durmadan yol alırlar, pek çok at çatlasa da hızlı istihbarat her şeyden önemliydi.

Ele geçirdiği şehirlerin bazılarını yıkar, yakar, taş üstünde taş bırakmazdı. Ama önce şehrin ganimetlerini alır ve ondan sonra askerlerini şehre salardı. Askerlerin her türlü kelle almasını, ırza geçmesini, yağma yapması emrini verdiği çok olmuştur. Kimi zaman askerlerin belli sayıda kelle getirme zorunluluğu olurdu. Kentte koparacak kelle bulamazsa askerler ya parayla kelle satın alır ya da esirlerinin kellelerini kesmek suretiyle görevlerini tamamlardı. Bu kellelerden kanlı ve yüksek kuleler yapılırdı geriye. Kimi zaman bu yıkım öyle hale gelirdi ki örneğin 1384 yılında Zerenç kenti teslim olduktan sonra kentte tek bir iz bırakmadı. Asyanın bahçesi, doğunun tahıl ambarı olarak ün salan bu kentte yüz yaşındaki ihtiyardan beşikteki bebeğe kadar herkesi kesti. Kentte canlı kedi, köpek hatta dikili tek bir ağaç bile bırakmadılar.

Kendine karşı duranlara karşı akla gelebilecek her türlü vahşet vasıtalarını kullanarak şöhretini yaymak, bu karşı konulmaz güce karşı koymanın nafile olacağını göstermek istemişti.

1387 Tarihinde İsfahan`ı alır. İsfahanlılar isyan edince şehre tekrar döner ve yedi yaşından küçük çocukları ailelerinden ayırtarak bir araya toplar. Daha sonra bu 7000 çocuğu ailelerinin gözleri önünde saatlerce atlılara ezdirmek suretiyle katleder. Kafalarını vücutlarından ayırtır. Tarihçi Hafız Ebru kentin yarısını dolaşır ve her biri 1500 kafadan 28 kule saydığını yazar.

1398 Tarihinde Delhi`ye uzanır. Savaşa başlamadan önce daha önce esir aldıkları 100.000 kişiyi katleder. Tarihçi Ferişte`ye göre Delhi de öyle bir katliam yapar ki sokaklar üst üste cesetlerden geçilmez olur. Hintliler de silahlarını bırakıp kurbanlık koyun gibi katliama boyun eğerler. Aslında sayıları sarhoş ve dağınık Moğolların neredeyse 10 katıdır.

1400 Yılında Sivas şehrini kuşatır. Şehri kan dökmeyeceğine söz vererek teslim alır. 3-4 bin tane Ermeni`yi kazdırdığı büyük çukura gömmek suretiyle öldürür. ‘`İşte sözümü tuttum. Bir tekinin bile kanını dökmedim`` der.

Şam kentini kuşatır. Şehrin ileri gelenleri fidye olarak 1 milyon dindar karşılığı anlaşırlar. 1 milyon dinar gelince, fidyeyi 10 milyon dinar yaptığını söyler. 10 milyon dinar gelince de daha fidyenin üçte birinin geldiğini söyler. Topyekün tecavüz ve yağma için bahane aradığı bellidir. Sonuçta Şam tarihinde görülmedik yağma ve talana maruz kalır. Zenginler ve din adamları her şeylerini vererek canlarının bağışlanmasını isterler. Onlara ünlü Emeviye camisine gitmelerine izin verir. Burada 30000 kişi toplanınca kapıları kapatarak bu insanları diri diri yakmış ve ateşe vermiştir.
Yağma konusunda askerlerine çok bonkör ve hoş görülü davranmasıyla ün salmıştı. Askerlerine maaş vermezdi. Tek gelirleri yağma ve talan olan askerler seferlere büyük şevkle hazırlanır ve giderlerdi. Ordusunda onlu sistem uygulamıştır. Üstün başarı gösterenler cömertçe mükafatlandırılır ve Tarkan unvanı verilirdi. Tarkanlar, vergiden muaftı, yağmaladıkları her şey kendilerinin olurdu. Aynı suçu 10 kez işlemedikçe ceza almazdı. En büyük ayrıcalık ise istediği zaman Timur`un huzuruna çıkabilmesiydi.

Tarihçi Arabşah`a göre kapalı bir mizaca ve derinliğe sahipti. Düşüncelerinin ummanında dibi bulmak imkansızdı. Ne de bulunduğu zirveye çıkacak düz yada engebeli bir yol vardı. İlginç ve pragmatik bir yapıya sahipti. İşine geldiği zaman Moğol tarafı ve Cengiz hanın torunu olmasından, Moğol geleneklerinden bahseder ve yararlanır. İşine geldiğinde Şiilikten, işine geldiğinde Sünnilikten bahseder. İstediği kadar Müslüman, Hıristiyan kanı akıtmaktan çekinmez, bunu da ya kafirlere cihat yada yeterince Müslüman olmama gibi sebeplere dayandırırdı.
Timur`un yaptığı kıyımlar çoğunlukla Musevi yada Hıristiyanlara değil Müslümanlara yönelikti ama gene de İslam adına bunları yaptığı iddiasındadır.

Timur, İslam dünyasının en zengin kentlerinin hemen hepsini yağmalamış, yakmış, yıkmış belki de yüzlerce yıl geriye götürmüştür. Belki de altın yumurtlayan binlerce tavuğu kesmiş ve onların etleriyle kendi halkına ziyafetler çektirmiş diyebiliriz. Ancak şunu da söylemek gerekir ki sahip olduğu topraklarda güvenlik sorunu pek yaşanmazdı. Çok katı ve çoğunlukla ölümle sonuçlanan cezalar nedeniyle suç oranı çok düşüktü. Hatta bir rivayete göre elinde bir kese altın olan çocuk bile imparatorluğun bir ucundan diğerine çok rahatlıkla gidebilirdi.

Timur`un Beyazıt`ı yenmesi Avrupa da korkuya sebep olmuş ve bu orduların Avrupa`ya geçmesi halinde Hıristiyanlığın kökünü kazıyacağı korkusu sarmıştır. Ancak Timur, Avrupa'yı fukara ve fethetmeye değmez olarak görmesinden dolayı Avrupa üzerine hiç yürümemiş hep İslamı kabul etmiş olan beldeler üzerine yürümüş taş üstünde taş bırakmamıştır.Kan döküp akla hayale gelmez vahşetlere imza atmak Timur'un tatktik olarak kullandığı davranış biçimiydi. bu şekilde o daha bir beldeye gitmeden o belde sahipleri diğer yerlerden gelen vahşet haberleriyle yıkılır, psikolojileri bozulurdu. Timur'un önden gönderdiği bu korku, savaşta en büyük avantajlarındandı.

Yüz binlerce mümin öldüren Timur gözünü Çin'e diker ve "... geçmişteki günahlarımın kefareti olarak cihanda başka hiçbir gücün başaramayacağı bir sevap işlemeye kara vermiş bulunuyorum. Kafirlere savaş açacak ve Çin`in putperestlerinin kökünü kazıyacağım`` diyerek sözde döktüğü müminlerin kanına kefaret olarak Çinli putperestleri ortadan kaldırmaya ahd eder. Ama aslında gerçek niyeti Cengiz hanın oğullarına ait 4 moğol hükümdarlığını  hakimiyeti altında birleştirmektir.

1404 yılında çok ağır kış koşullarına, yaşlı ve hasta olmasına rağmen sefere çıkar. Ancak ağır kış koşullarında karın iki mızrak boyuna ulaştığı durumda ordu beklemek zorunda kaldı. Timur`un ölüm döşeğinde ki son sözleri şöyledir; ‘`Çok kalmadı ruhumu teslim edecek, canı veren ve alan allahın huzuruna çıkacağım. Arkamdan ağlamayın, üstünüzü başınızı yırtmayın divaneler gibi kendinizi yerden yere çarpmayın. Bunun yerine benim için dua edin ki Allah rahmetini üstümden eksik etmesin. Tekbir getirin, fatiha okuyun ki ruhum şad olsun..."

Tarihçi Arabşah Timur`un ölümünü, O Mağrur Zorbanın Burnu Nasıl Yere Sürtüldü ve Cehennemin En Karanlık Kuyusuna Atıldı başlığıyla şöyle anlatır; ''Yüreği çatladı, ne servetinin ne de çocuklarının bir faydası olmuyordu. Sonra kan kusmaya başladı. Esef ve tövbeyle yumruklarını dişliyordu. Ölümün sakisi ona acı şerbeti sundu ve o güne kadar inkar ettiği şeyi aklı keser oldu. Cehennemin lanetini görünce imanından medet umdu ama nafile, aman diledi ama veren olmadı ve ona şöyle denildi. Göç ey habis ruh, göç ey rezil günahkar ruh, kaynar kazanların, irinli kanların, kendin gibi günahkarların içine düş. Öyle bir öksürüyordu ki deve boğazlıyor sanılırdı. Suratında renk kalmamıştı. Yuları gerilmiş deve gibi ağzı burnu köpürüyordu. Ona eza eden melekler bir görülseydi, günahkar ruhu nasıl büyük bir keyifle hırpalıyorlar, evini barkını dağıtıp hafızalardan siliyorlardı. Sonra cehennemden at kılından yapılmış giysiler getirdiler. Islanmış keçeden lif çeken şiş gibi ruhunu çekip aldılar. Oradan lanetlemek ve cezasını çekmek üzere Allah katına havale edildi. İşkence hiç durmadı. Allahın cehennemi azabı hiç dinmedi.``
Bu arada şunu da belirtmekte fayda var ki Arabşah`ın bütün ailesi Şam da gözleri önünde küçük yaşta katledilmiş, Timur`a tarif edilmez bir hınç ve öfkeyle doludur.

Her ne kadar canavar, yakıp yıkan insan portresi ön plana çıksa da zanaatkarlara ve sanatçılara büyük değer vermiş. Aldığı yerlerdeki usta sanatçı ve ilim adamlarını Semerkant'a getirmiş ve onlara çok önemli eserler yaptırmıştır. Ancak yaptırdığı yakma yıkmalarla ve kestikleriyle bilim ve insanlığa verdiği zararın yanında eserlerinin karşılaştırması ayrı bir tartışma konusudur.