Hüseyin Kaya / Doğruhaber
Kafa karışıklığına sebep olan bir siyasi hava var memlekette.
Silah bırakmaya yanaşmayan ve “paralel bir devlet” kuran Pkk`nin bölgesel dengelerden cesaret alarak çatışma sürecini yeniden başlatması, özyönetim ilanları, çukur ve barikatlar, Cizre, Silopi ve Sur`da büyük bir tahribata yol açtı.
Birkaç ay içinde yaşanan çatışmalarda yaklaşık 750 Pkk mensubu ve 300 güvenlik görevlisi öldü.
Devletin kararlılığı, HDP ve PKK`de üstü örtülü pişmanlık ifadelerine neden oldu.
Eylem çağrıları toplumda karşılık bulmamaya başladı, çukurlar ve barikatlarla tahkim etmeye çalıştıkları özyönetim bölgeleri birkaç yerle sınırlı kaldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ısrarla ne HDP ile ne de İmralı ile bir görüşmenin olmayacağını vurguladı; ama hükümetten yapılan kimi açıklamalar, Abdülkadir Selvi gibi kimi gazetecilerin çabaları da anlaşılamadı.
Kurtuluş Tayiz, Akşam gazetesindeki köşesinde “HDP`nin varlığı Türkiye için şans mı?” başlığı altında konuyu irdeledi ve gerçekten de önemli noktalara temas etti:
“ PKK göz önüne getirildiğinde HDP`ye şans tanımak elbette akıllıca geliyor. Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş da CNN Türk ekranlarında “HDP`nin siyasi varlığı Türkiye demokrasisi için önemli bir şans” derken, sanırım bunu kastetti. Bir yanda silahlı bir örgüt, diğer yanda bu örgüte yakın ama silahsız siyasi bir parti. İkisi arasında tercih yapılacaksa elbette silahsız olanda karar kılınacaktır. Çözüm süreci de zaten bu düşünceden hareketle başlatıldı.
Ne var ki, mantıklı görünen düşüncelerin her zaman doğru çıktığını ve hayırlar getirdiğini gösteren bir kural yok. Son bir kaç yıldaki tecrübe, HDP`nin demokrasimiz için bir şans değil aksine demokrasimizi ortadan kaldırmayı hedefleyen bir Truva atı işlevi gördüğünü açığa çıkardı. Siyasi bir parti olması HDP`nin, PKK ve arkasındaki güçlerle birlikte Türkiye`yi iç savaşın eşiğine getirmesine engel teşkil etmedi. Üstelik HDP, siyasi bir parti olmanın getirdiği tüm avantajları kullanarak demokrasiyi demokrasinin aleyhinde, şiddet ve iç savaşın lehinde kullanmaya kalktı.
HDP`nin siyasi varlığı sanıldığı gibi PKK`nın silahlı varlığını zayıflatmıyor; HDP, PKK`nın silahlı varlığını filtreleyerek meşru alana sızmasını sağlıyor. PKK-HDP etkileşiminde siyasi varlık, silahlı varlığı güçlendirmeye yarıyor, zayıflatmaya değil. HDP, PKK`nın silahlı varlığını gölgeliyor, ortadan kaldırmıyor.” (…)
“PKK`dan kurtulmak için HDP`ye sarılmak bir çözüm imkânı sunar mı? Sunmadığı yeterince tecrübe edilmedi mi? Dönüp dolaşıp bir İmralı`ya, bir PKK`ya, bir HDP`ye el uzatmak çözüm getirmiyor. Bu kısırdöngüden kurtulmanın zamanı gelmedi mi?”
Farklı bir ajandası olmayanların içinden Kurtuluş Tayiz`in yazdıklarına kim itiraz eder?
Öyleyse Abdülkadir Selvi, kimin görüşlerini yansıtıyor? Numan Kurtulmuş –her ne kadar hükümet sözcüsü olarak adlandırılsa da- gerçekte kimin sözcülüğünü yapıyor?
“Yeni çözüm süreci” dedikleri sürecin bir tarafında HDP ya da Öcalan olacaksa bunun eskisinden ne farkı olacak?
Ya da soruyu şöyle soralım:
Süreç kaldığı yerden devam edecekse, ölen bu kadar insanın hesabını kim verecek? Bu kadar insan neden göç etmek zorunda kaldı, bu kadar ev neden tahrip edildi?
Birileri bu sorulara da cevap vermek zorundadır.