Müslümanların ibadetleri olduğu gibi, adet ve gelenekleri de İslam'a uygun olmalıdır. Müslümanın gerek bireysel ve gerek ailevi ve toplumsal olsun hayatının tüm alanları İslam'a, İslam'ın adap ve ahlakına uygun olmalıdır.

Müslümanların ibadetleri olduğu gibi, adet ve gelenekleri de İslam'a uygun olmalıdır. Müslümanın gerek bireysel ve gerek ailevi ve toplumsal olsun hayatının tüm alanları İslam'a, İslam'ın adap ve ahlakına uygun olmalıdır. Bir tarafının İslami bir tarafının da gayri İslami veya cahili olan bir yaşam tarzı, Müslüman kişinin yaşam tarzı ve modeli olmamalıdır.

Bayramlar, düğünler ve hatta yaslar bile beşer tabiatının birer gereği ve gerçekleridirler. Binaenaleyh, beşer olmamız hasebiyle kâh üzülür, kederlenir; kâh da sevinir eğleniriz. Kâh ağlar, yas tutar; kâh da güler oynarız. Kâh öfkelenir, gazaplanırız; kâh da hoşlanır, hoş görür ve barışırız. Bazen öyle yaslı, öyle üzüntülü insanları göreceksiniz ki, hayatta yüzlerinin bir daha güleceğine inanamazsınız. Ama bir müddet sonra aynı insanın gülüp oynadığını gördüğünüzde de şaşırıp kalırsınız. İşte insan denilen varlık böyle harika ve böyle karmaşık bir şeydir.

Haddi zatında bütün bunlar, fıtri olarak beşer tabiatında var olan duygular ve sebeplere bağlı olarak gelişen gerçeklerdir. Sebepleri tahakkuk edince onlar da hemen oluşuverirler. Örneğin bir insanı öfkelendirecek herhangi bir sebep oluşunca hemen onun parlayıverdiğini göreceksiniz. Yine onu üzen ağlatan bir sebep oluşunca ağlamaktan kendini tutamadığını göreceksiniz. Hakeza güldüren bir sebep geliştiğinde de insanın kendine hâkim olamadığını illa da güldüğünü göreceksiniz. Bazen kendini tutmak için ağzını kapamaya çalışıp sıksa da içinden kaynayan bir kazan gibi fokurdayıp hıçkırdığını göreceksiniz.

İşte sevinmek ve eğlenmek de böyle bir şeydir. Eğer insanlar illa da eğlenmek istiyorlarsa onları bundan alıkoymak mümkün değildir. Bunu yapabilmek için onlardan bu duyguyu söküp almak ve yok etmek gerekir ki, bu da muhaldir. Ancak ifrata ve harama kaçmamak üzere bunu meşru bir düzeyde tutmak suretiyle sınırlı ve kontrollü bir şekilde yapmak, yaptırmak mümkündür. Ve yapılmalı, yaptırılmalıdır. Yoksa bu insanlara ne bir şey anlatabilir, ne de hâkim olabilirsiniz.
Eğer bu insanlar, illa da oynamak istiyorlarsa bir şekilde oynarlar. Siz isteseniz de istemeseniz de buna engel olamazsın. Öyleyse bu oyunun kurallarını belirlemek ve meşru dairede tutmak bizim bir görevimiz olsun. Bir görevimiz de onları sevindirip eğlendirirken haramlardan koruyarak kontrolde tutmak olsun.

Toplumların bozuk kültürlerini değiştirmenin en güzel yolu, onun yerini dolduracak olumlu ve yapıcı alternatifler geliştirmektir. Yoksa baskıcı ve perhizkâr bir zihniyetle hiçbir şeyi değiştiremez, yok edemezsiniz. Bilakis ipin ucunu kaçırdıktan sonra ah vah diyeceksiniz de iş işten geçmiş olacaktır.
Eğer siz bu insanları oynatmaz, içlerini boşaltıp özlemlerini gidermezseniz; başkaları oynatmasını çok iyi bilir ve istedikleri gibi de oynatırlar. Nitekim yakın geçmişte birçok gencinizin köy meydanlarında bu oyun halkalarına katılarak dağa çıktığını, dağdaki terör kadrolarına katıldığını pek ala bilirsiniz. İslami düğünlerin önünü tıkamak isteyenlerin, buna bakıp ibret almalarını, bu inceliği kavramalarını temenni ederiz.

Evet, Müslümanların da sevinmeye, oynayıp eğlenmeye hakları vardır. Ağlayanlar, yas tutanlar hep onlar mı olacaktır? Bir gün olsun bu dünyada onların da yüzleri gülmeyecek, onlar da neşelenip sevinmeyecek midir? Elbette müminin dünyası, imtihan yeri olduğu için çilelidir, kederlidir. Ama umumi bir matem yeri asla değildir.

O halde İslami hassasiyetimizden dolayı, İslami hareketlerin sosyolojik bir parçası hükmümde olan düğünlerin profilini bizim çizmemiz, kaide ve kurallarını bizim belirlememiz gerekir. Kuran'a ve sünnet'e aykırı düşmeyecek tarzda bunun örfi ve ahlaki sınırlarını bizim belirlememiz gerekir. Aman ha bunun meşru dairesini daraltarak, zorlaştırarak insanlarımızı cahili düğünlere mahkûm etmeyelim, onlara yazık etmeyelim.
Müslümanların ibadetleri olduğu gibi, adet ve gelenekleri de İslam'a uygun olmalıdır. Müslüman'ın gerek bireysel ve gerek ailevi ve toplumsal olsun hayatının tüm alanları İslam'a, İslam'ın adap ve ahlakına uygun olmalıdır. Bir tarafının İslami bir tarafının da gayri İslami veya cahili olan bir yaşam tarzı, Müslüman kişinin yaşam tarzı ve modeli olmamalıdır.

Gerek dini ve gerek beşeri teamüllerde olsun toplumsal hayata atılan ilk adım evliliktir. Beşeriyetin bidayetinden ta günümüze dek bu adım bütün dinlerin temel taşlarından bir ve bütün peygamberlerin sünneti olarak bilinmektedir. İşte bunun alt yapısı olan aile olgusunun sağlıklı olabilmesi için, temeli sağlam ve takva üzerine atılmalıdır. Temeli bozuk ve gayri meşruluk üzerine atılan bir aile, eninde sonunda çöker. Tarihte, Hz. Âdem'in oğullarından Kabil'in olayı bunun yaşanmış en canlı örneğidir. Nitekim Kabil'in zürriyetinden meydana gelen gayri meşru neslin tamamı, Nuh Tufan'ında gark olup gitmiştir.

Evliliğin ilk adımı ve giriş kapısı hükmünde olan düğün faktörünün, aile üzerinde olumlu olumsuz büyük etkileri olduğu muhakkaktır. O halde, Müslüman kişinin buna iyi dikkat etmesi gerekir. Haremlik ve selamlığa riayet ederek İslam ahlakına uygun bir şekilde düğün merasimini tertip etmelidir. Gayri ahlaki ve müstehcen müzik türlerinden ve karma oyun şekillerinden süratle sakınmalıdır.

Öte yandan bu haramlar işlenmesin diye düğünden oyun ve eğlenceyi tamamen kaldırmak da doğru bir şey değildir. Kimileri kendince kötülüklerin önlenmesi için alternatifi olarak Kur'an-ı Kerim ve Mevlit okutuyorlar. Bu da düğünü bir nevi matem havasına sokuyor. Çünkü bunlar taziye merasiminde de aynı zamanda icra edilen şeylerdir. Bir düğün merasiminde yapılan şeylerle, taziye merasiminde yapılan şeylerin aynı olmaması gerekir. Haddizatında bu iki merasimin tabiatları tamamen birbirine zıt ve farklı şeylerdir. Binaenaleyh her şey kendi tabiatında yapıldığı zaman daha iyi itibar ve değer kazanır.

Bazıları da bu her ikisini bir arada gerçekleştiriyorlar. Yani getirdiği davul zurna ekibine bir mola verdirip bu ara hoca efendiyi çağırıp bir de mevlit okutarak düğünlerine gelenlerin hepsini memnun etmeye çalışıyorlar. Bir de bakarsınız ki, sabırsızlıkla mevlidin bitimini bekleyenler, mevlit biter bitmez davulun dibine vurdular. İşte bu da Kur'an-ı Kerim'e ve Mevlidi şerife yapılan bir saygısızlık ve bir başka hakaret ve rezalettir.

Haddi zatında benim burada, mevlit okutan bilinçsiz Müslüman'a, hacı efendilere bir sözüm ve itirazım yoktur. Belki onlar, kendince bazı münker ve haram şeyler işlenmesin diye bunu alternatif olarak devreye koyuyorlar. Zaten bunu yapanlar dini hassasiyeti ve duyarlılığı olan insanlardır. Asıl levme ettiğim kimseler, dini din adına zorlaştıran ve münkerlere karşı alternatifi olamayan sözde dindarlardır, sofular ve bir takım hoca ve hacı efendilerdir.

Bunların ortalıkta yapılan cahili ve ahlak dışı en berbat düğünlere karşı bir alternatiflerinin olmadığı gibi, bazı Müslümanların (Allah kendilerinden razı olsun) geliştirdiği İslami düğün usullerine de eleştirileri eksik olmuyor. Yok, efendim “bunlar, Allah ve peygamberin ismini kelamlara koymuşlar.” veya “bunlar oynarken Allah'ın ismini zikrederken ayaklarını sert bir şekilde yere vurarak Allah'a saygısızlık yapıyorlar” diyerek mesnetsiz itirazlarla kafa karıştırıyorlar.
Aslında onlardan şunu sormak gerekir: “Allah'ın ismini zikretmenin haram olduğu yerler nerelerdir? Sizler tuvalete, hamama ve cimaa girerken dahi -muhafaza için- Allah'ın ismini zikredebilirken, sünnet olan bir düğün merasiminde Allah'ın isminin zikredilmesini ne diye yasaklıyorsunuz? Bunu nereden çıkarıyorsunuz? Onlara verilecek en güzel cevap, yorumsuz olarak şu ayeti kerimedir;

(Gerçek müminler) o kimselerdir ki, ayaktayken otururken ve yanları üzerine yatarlarken de Allah'ı zikrederler.” (Ali İmran: 191)

Netice itibariyle, büyük fakihlerin görüşlerine dayanarak diyebiliriz ki; fıtraten kerih görülen veya pisliklerin çokça bulunduğu yerlerin yani tuvalet, hamam ve çöplük gibi yerlerin dışında her zaman ve her yerde Allah'ın ismi zikredilebilir. Yolda yürürken, ayaktayken, otururken ve yanı üzerine yatarken de olabilir. Bunun için illa da belli bir mekânı seçmek veya bir şekil ve pozisyon almak şart değildir. Bazı sofuların virtlerini çekerken belli bir pozisyon seçmeleri, kendilerince oluşturdukları bir adaptan ibarettir.

İslami düğünlere itiraz edenlerin diğer bir gerekçesi de düğünlerin müzikli ve çalgılı olarak yapılmış olmasıdır. Şüphesiz bu konuda haklı tarafları olduğu gibi, hiç alakası olmayan havadan sudan boş bahaneler de vardır.

Elbette oyun esnasında dizlerini fazladan kırıp yere yakın şekilde oynamak suretiyle kişinin şahsiyetini kıracak, maskaralık yapacak tarzdan oyunlar tasvip edilemez ve bunlara meydan verilmemelidir. Hakeza baştan çıkarıcı, çılgın ve müstehcen müzik türlerine de kapı aralanmamalıdır. Aynı şekilde İslam düşmanlarının övüldüğü ve İslami değerlerin ve şahsiyetlerin alay edilip hakaret edildiği müzik ve oyun sahneleri kesinlikle yasaklanmalıdır.

Ama ahlak bozucu şeylerden uzak olan müzik için bir sakınca yoktur. Velev ki bu halk müziği yani dini musiki olmasa da fark etmez. Büyük fakihlerimiz, bunu sürekli bir adet haline getirmemek kaydıyla belli zamanlarda yani düğün ve bayram günlerinde yapılmasına cevaz vermişlerdir. Bunun delili ise, sadece içtihat değil, bununla ilgili onlarca nass (hadisi şerifler) vardır. Hepsini burada izah etmeye imkân olmadığından sadece bir tanesini zikretmekle yetiniyoruz:

İbn-i Mace'nin Sahih bir senetle İbni Abbas'tan rivayet ettiği bir hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Hz. Aişe Ensar'dan bir yakınını evlendiriyordu. O arada Resûlullah (sav) gelerek: “O kızı gerdeğe soktunuz mu?” diye sordu. Onlar: “Evet ya Resûlullah” dediler. Bunun üzerine Allah'ın resulü: “Onunla birlikte bir şarkıcı gönderdiniz mi?” diye sorunca Hz. Aişe: “Hayır” dedi. Resûlullah (sav): “Ensar, oyun ve eğlenceden hoşlanan bir topluluktur. Keşke onunla birlikte: ‘size geldik, size geldik, bize selam size selam” diyen bir şarkıcı gönderseydiniz” diye buyurdular.

Eğer bu müzik, oynayanlar veya seyirciler üzerinde dini ve ahlaki motivasyon sağlayacak, İslami ve insani değerlere sahiplenme noktasında cesaret ve heyecanlarını artıracak tarzdan bir müzik ise, o zaman olması ve hatta teşvik edilmesi gereken bir şeydir. Özellikle günümüzde yapılan cahili düğün ve merasimlere karşı alternatif olarak buna çok daha ihtiyaç vardır.

Aslında sosyolojik olarak meseleyi ele aldığımız zaman, bunun ne kadar önemli ve hatta bazen zaruri olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Tarihi tecrübelerle sabittir ki, şiirle, edebiyatla beslenmeyen düşünceler, idealler ve medeniyetler zamanla tarihin sayfalarından silinip yok olmuşlardır. Bir şiir veya edebi metnin kalıcı olabilmesi için, mutlaka onun müzikleştirilmesi yani birileri tarafından bestelenip seslendirilmesi gerekir.

Bir milletin edebiyatı ne kadar derin ve köklü ise kuracağı medeniyet de o derece köklü ve sağlamdır. Edebi kültürü olmayan halklar başkaları tarafından millet olarak kabul edilmezler. Nitekim günümüz ulusal devletçilik anlayışına göre milli marşı olmayan milletler, ne kadar güçlü örgütlenseler ve büyük askeri güçlere sahip bulunsalar da devlet sayılmazlar.

Bazıları sırf müzik aletlerine karşı alerjileri olduğu için sadece çalgılı ve üfürmeli müziğe karşıdırlar. Hâlbuki çalgılı veya üfürmeli bir müzik mutlaka sözlü bir müziğin yansıması ve gölgesidir. Onun ritmi ve notalarıyla ancak çalınabilir. Yani her bir çalgılı veya üfürmeli müziğin mutlaka sözlü olarak bir aslı vardır. Çünkü asıl sözlü olandır. Aslı olmayan bir şeyin yansıması zaten olmaz. Dolayısıyla eğer bir müziğin sözlüsü iyi ise onun çalgılısı ve üfürmelisi de iyidir. Sözleri kötüyse çalgılısı da üfürmelisi de kötüdür. Ama ne gariptir ki, bu efendiler, bir şeyin aslına değil de gölgesine karşı çıkıyor ve çirkin görüyorlar.

Şu var ki, aşırılığa ve çılgınlığa neden olabileceğinden bazı âlimler, ikisinin yani hem sözlü hem de çalgılı müziğin bir arada seslendirilmesine veya birden çok çalgı çeşitlerinin birlikte seslendirilmesini caiz görememişlerdir. Ama İbn-i Hazm gibi kimi âlimler, buna da cevaz vermişlerdir
Biraz da günümüzde düğünün ihmal edilen sünnetlerine ve sonradan ihdas edilen bid'atlerine değinmek istiyoruz. Düğünde zengin fakir ayırımını yapmaksızın dost, akraba ve arkadaş çevrelerini çağırıp onlara velime yemeğini vermek ve def çalarak düğünü ilan etmek sünnettir. Düğünü ilan etmeden kapalı alanlarda tertip ederek ve sadece zenginleri çağırarak düğün yapmak ise tahrimen mekruhtur.

Kaynak Link için tıklayın...