HÜSEYİN SAĞLAM / ANALİZ

Çukur siyaseti ve çatışmalar devam ederken hükümet yeni bir sürece hazırlık yapıyor. Başbakan`ın Mardin gezisinde detaylarını vereceği yeni süreç için eskiye nazaran “Farklılık” vurgusu özellikle yapılıyor.

Önce geride kalan “Çözüm Süreci” üzerine birkaç tespitte bulunalım;

1- Çözüm süreci, prensip olarak gayri meşru muhabbet temelinde gelişti.

2- Sahadaki realiteler üzerine değil, tribünlere oynayan üst tabakaların zihinlerindeki asılsız kurgular üzerine bina edildi.

3- Kürt halkını ilgilendiren temel meseleler tüm boyutlarıyla PKK`nin silahsızlandırılmasına endekslendi.

4- Bu yönüyle hükümetin yaptığı tüm iyileştirmeler, PKK ile yapılan pazarlığın sonucu olarak algılandı ve PKK`nin kazanç hanesine kaydedildi.

5- Kamu düzeni denen olgu tamamen ihmal edildi, ortam her geçen gün daha fazla terörize edildi.

6- Devlette süreci yöneten ekip, PKK`nin silah bırakacağına başından beri kuvvetli şekilde inandı; PKK ise buna asla inanmadı.

7- Çözüm ekibi, süreci sadece Türkiye`nin iç meselesi olarak algıladı ve başka tarafların buna müdahale edemeyeceğine inandı.

8- Bölgesel koşullarda yaşanan değişimler, sanıldığının aksine başka tarafların sürecin gidişatına çok daha fazla müdahil olabildiklerini gösterdi. Bu da Türkiye`nin sürece yaklaşım tezlerinin çökmesine sebep oldu.

9- Sürecin seyri, silah bırakılacağına inananları hayal kırıklığına uğratırken silah depolayıp “büyük çatışmaya” hazırlık yapanları haklı/kârlı çıkardı!

10- Sonuç itibariyle “gayri meşru muhabbet” kulvarına yaslanan süreç, kaçınılmaz olarak “amansız adavete” dönüşmekten kurtulamadı.

Gelelim yeni ilan edilecek sürece! Bunu da yine maddeler halinde sıralayalım;

1- Öncelikle PKK`nin silahsızlandırılması meselesi, Kürt meselesinden ayrı olarak ele alınmalıdır.

2- Sürecin düşünsel kurgusu, metropollerdeki hayalci tezahürlerin dayandığı uçuk mantığa değil, sahadaki realitelere dayandırılmalıdır.

3- İşin silah boyutu silahlı örgütle, Kürt halkının temel sorunları ise halkı temsilen tüm siyasi/sivil kurumlarla müzâkere edilmeli.

4- Temel haklar, hiçbir pazarlığa mahal verilmeden iade edilmeli, bunun silahlı örgütle pazarlık sonucuymuş gibi hiçbir algıya yer verilmemelidir.

5- Sorunların aşılmasında “aydın/sanatçı/topçu/popçu” ütopyalarından ziyade halkın sesi dikkate alınmalı.

6- Geride kalan Çözüm sürecinin odağında yer alan ve Kürt halkının haklı beklentilerini hayal kırıklıklarıyla neticelendiren ekip yeni sürecin dışında tutulmalı, hatta yeni bir güven ortamının tesis edilmesi için bu ekipten hesap sorma mekanizmaları devreye konulmalı.

7- Güvenlik boyutu ihmal edilmeyecek bir ortam sağlanmalı, bunu yaparken de temel hakların güvenliğe feda edilmesinin önüne geçilmeli.

8- Çözüm sürecinde ve sonrasında baş gösteren çatışmalı ortamdan kaynaklanan maddi/manevi zararlar tazmin edilmeli, çözüm süreci boyunca tutum ve davranışlarla halkta oluşan güvensizlik ve kandırılmışlık duygusundan dolayı halktan özür dilenmelidir.

9- Başta 6-8 Ekim vahşet olayları olmak üzere süreç boyunca işlenen insanlık suçları ciddi biçimde yeniden mercek altına alınmalı, süreç hatırına rafa kaldırılan hukuk mekanizmaları ciddiyetle işletilmeli, oluşan mağduriyetlerde ihmali görülen sorumlular hakkında gereken soruşturma ve kovuşturmalar devreye konulmalıdır.

10- Uygulamaya konulacak yeni sürece hazırlık yapılırken halkta eski süreçten kaynaklanan bir güven bunalımı ve aldatılmışlık hissinin hâkim olduğu bilinmeli, güven bunalımına yol açacak herhangi bir uygulamadan şiddetle kaçınılmalıdır. Bunun ilk adımının da “topçu/popçu” görüşünden ziyade halkın görüşlerine kulak verilmesinden geçtiği unutulmamalıdır.

Elbette bu liste daha da uzatılabilir. Eski süreçteki fahiş hataların izleri kolay kolay silinemeyecekse de yeni süreçte atılabilecek isabetli adımlar o izleri bir nebze de olsa hafifletebilir.

Bunun yolu da, meselelere bölgesel gelişmelere endeksli konjonktürel yaklaşımlar ya da Ankara merkezli oyalamacı taktiklerle değil, İslâmi, insani ve vicdani yöntemlerle yaklaşmaktan geçtiğini unutmamak gerekir.