Hüseyin Sağlam / Doğruhaber / Analiz

SUR artık bir sembol. Bölgede birçok noktada örgütün yürüttüğü “Çukur siyaseti” açısından da, çukurlar karşısında devletin yürüttüğü tuhaf “operasyon siyaseti” açısından da bir sembol. Ben SUR diyeyim, siz SUR`laştırılan diğer yerleri de ekleyin. Cizre`yi, Silopi`yi, Nusaybin`i vs vs…

Yürütülen kirli çukur siyasetinin tüm ceremesinin halka çıktığı, perişan duruma düşenin halk olduğu konusunda zannedersem herkes hemfikirdir. Oysa devasa mağduriyetlere yol açan örgütün çukur siyaseti de devletin karşı operasyonu da üzerine bina edilen mantık açısından soru işaretleriyle dopdolu.

Örgüt ne yapmaya çalışıyor? Devlet önlem alayım derken neyi amaçlıyor? Doğrusu bu iki soru herkesin kafasını kurcalamayı sürdürüyor. İlk akla gelen ihtimaller, örgütün devleti yeniden “masaya” mecbur etmek için tüm kozlarını oynadığıdır. Sadece bu amaç için ya da örgütün “demokratikleşme” taleplerini de buna ekleyin, bir bütün olarak halkın mağduriyetine yol açan böyle bir girişim, örgütün talepleriyle orantı bakımından asla uyuşmuyor.

Öbür taraftan devletin yürüttüğü operasyon eksenli politikalar, her zamanki gibi “Terörle Mücadele” şeklinde ele alınmasına rağmen ortaya konulan tavır, asla bilindik “Terörle Mücadele” konseptleriyle uyuşmuyor, bağdaşmıyor.

Çukurların kazıldığı mahalleler, kolluk güçlerinin operasyonlarına davetiye çıkarıyor. Operasyon alanına dönüşen mahalleler yerle bir edilip yaşanmaz hale geliyor. Yıkım görüntüleri eşliğinde “master planları” dile getiriliyor, TOKİ`nin yapacağı “büyük hamlelere” işaret ediliyor. Herkesin kaçtığı, artık yaşanılır olmaktan çıktığı o mahalleler üzerinden emlak spekülasyonları almış başını gidiyor. Yıkıntılarla özel olarak ilgilenen bir “Emlakçı sektöründen” bahsediliyor. Bu durum, kentsel dönüşüme kolaylık sağlanması şeklinde kimi çevrelerde çukur ve operasyonların mantığına indirgeniyor.

Elbette mantık hatalarının zirvede olduğu uygulamalar karşısında ilginç teorilerin havada uçuşması kaçınılmaz hale gelebiliyor. Ancak şu nokta nedense dikkatimi daha çok çekiyor;

Belli mahalleler kazılıp operasyon davetiyesi gönderiliyor. Sonrası malum. Önce sokağa çıkma yasağı, ardından ayları bulan çatışmalar. Taraflar yıkım manzaralarıyla ilgilenmiyor. Herkesin ilgilendiği yegâne konu “kelle sayısı” oluveriyor. Çatışmalar uzadıkça uzuyor, “kelle sayısı” arttıkça artıyor veya arttırılıyor!

Önce şu gerçeğin altını çizelim; birkaç sokak veya bazı mahallelerin kontrol edilmesiyle bir başarının gelemeyeceğini herkes biliyor. Herkesin bildiği bu durumu örgüt de çok iyi biliyor. Buna rağmen en büyük sermayesini oluşturan silahlı elemanlarını buralara yığıp öldürülmelerini sağlamak akıl kârı olmasa da örgüt bu stratejiyi ısrarla uyguluyor.

Bu noktada devletin de operasyon süreçlerini uzatıp zamana yayması, daha fazla “örgüt militanını” öldürmek maksatlıymış gibi bir manzaraya işaret ediyor. Bu iki tavrı yan yana getirdiğinizde ise, “danışıklı bir dövüş” senaryosu kendini ele vermeye yetiyor.

İsterseniz biraz daha gerilere gidelim; Çözüm sürecindeki kimi uygulamalara…

Süreç hatırına serbest bırakılan örgüt, eli silah tutabilecek on binlerce genci periyodik aralıklarla dağdaki kamplara götürdü, hepsini silahlı eğitimden geçirip tekrar geri yolladı. Neticede süreç bozuldu. Ancak sürecin meyvesi olarak militarize edilmiş on binlerce kişi yerleşim birimlerine yayılmış oldu. Üstelik örgüt, yaptığı devasa silah yığınaklarıyla militarize edilmiş bu kitleye büyük bir özgüven aşılamış oldu.

Fiyaskoyla sonuçlanan süreç bitti, ancak militarize edilip ellerine silah tutuşturulmuş bu geniş kitle yerleşim birimlerinde serseri mayın gibi patlamaya hazır halde bekletilmiş oldu.

Bu durum elbette devletin dikkatinden kaçacak bir husus olmamalıydı.

Tam da bu sırada akıldışı bir uygulama olarak çukur siyaseti belirip operasyonlara davetiye gönderilmiş oldu. Bu durumda siz devlet olsanız önceliği neye verirsiniz? Tabii ki militarize edilmiş bu geniş kitleyi minimize etmeye öncelik verirsiniz.

İşte şu anda örgütün çanak tuttuğu ve devletin bilindik “Terörle mücadele” konseptine hiç benzemeyen operasyonları, “kelle sayısının” önem kazanmasını da göz önüne alarak bu militarize edilmiş kitleyi bertaraf etmeye odaklandığı sonucu ortaya çıkmıyor mu?

Devletin operasyonel süreci bu denli uzatmasının tek izahatı, militarize edilmiş sözkonusu kitleyi mümkün olduğunca bertaraf etmeye odaklanmış olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Meseleyi özetlemek adına duruma tersten baktığınızda ortaya çıkan manzara, örgütün biriktirilmiş yerel silahlı unsurlarını devlete kırdırtıyor olmasıdır. Bu nokta, örgüt ile devletin haddinden fazla şişmiş silahlı militan gücünü kırpmak için zımnen uzlaştıkları sonucunu ortaya koyuyor.

İşte bu danışıklı “militan imhası” üzerine varılan zımni anlaşmadan kaynaklansa gerek, devlet “Terörle Mücadele” ediyormuş gibi yapıyor, ancak uygulamada sadece “Terörist” ile mücadele ediyor. “Terörle Mücadele” bütünlüklü bir konsepti gerektiriyor. Mali kaynaklar, siyasi, sivil destek uzantıları ve her şeyden önce idari kadroya odaklanmayı öngörüyor. Oysa mahalleleri harabeye çeviren son mücadele biçimi bunların tümünden arındırılmış durumdadır. Sadece silahlı militan avı ile sınırlı tutuluyor.

Artık hükümet cenahında en üst perdeden seslendirildiği gibi devletin bütçesinden yerel yönetimlere ayrılan devasa kaynaklar büyük oranda örgütün kasasına akıtıldığı halde devlet buna müdahale etmiyor.

Yönlendirici/yönetici pozisyondaki yerel kadrolara hiçbir müdahale yapılmıyor. Medya/siyaset/STK ayaklarına dokunulmuyor ve buna “Terörle Mücadele” adı veriliyor! Yani şimdi bu devlet o kadar ahmak mıdır ki merkezi bütçeden yerel yönetimlere akıttığı devasa kaynakların örgüt kasasına gitmesini izlemekle yetinsin?! Ama yetiniyor işte.

Bu tür nedenlerledir ki “Terörle Mücadele” deniyor oysa bu söylem asla pratiğe uyarlanmıyor.

Bu nedenledir ki SUR`da “TİYATRO” oynanıyor!

Örgüt ile devlet el ele vermiş, kanlı, yıkıcı, mağduriyet dolu drama türünde bir tiyatro sahnesinde rol paylaşımında bulunuyorlar.