M. Hüseyin Temel/Emrah Deniz / Diyarbakır
HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, devlet ve PKK arasında devam eden çatışmasızlık sürecinin son bulması ile yaşanan ve PKK`nin şehir merkezlerine taşıdığı çatışmalar, kamuoyunda Ergenekon sanığı Mehmet Haberal için düzenlenen ve ‘Mehmet Haberal Yasası` olarak bilinen 6301 sayılı yasanın uygulanmasındaki çifte standart ile 2011 yılında Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek`e karşı gerçekleştirilen 25 Ocak devrimi hakkında İlke Haber Ajansı`na (İLKHA) önemli açıklamalarda bulundu.
Çatışmaların şehir merkezlerine taşınması sebebiyle bölge halkının büyük bir mağduriyet yaşadığına ve çatışmaların yaşandığı bölgelerde halkın büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldığına dikkat çeken Yapıcıoğlu, olayların bu aşamaya gelmesi için yıllarca hazırlık yapıldığının anlaşıldığını belirtti.
“‘Halkın, ‘Devlet nerede` diye bağırmasını beklediler”
Devletin müdahale etmek için şartların olgunlaşmasını beklediğini ifade eden Yapıcıoğlu, “Bu çatışmaların şehir merkezine taşınması ve öncesinde yaşanan olaylar bir meseleyi çok net ortaya koydu ki, yıllarca bunun hazırlığı yapılmış. Devlet de müdahale etmek için şartların olgunlaşmasını beklemiş, tıpkı 12 Eylül öncesinde olduğu gibi. Halkın bunların şiddetini, vahşetini, vandalizmini görmesini ve bir noktadan sonra ‘Devlet nerede` diye bağırmasını bekledi. Ortaya konan vahşet sonucunda halkın bir kısmı bunu söyledi. Devlet nerede! diye bağırmaya başladılar. O saatten sonrada devlet ‘İşte biz buradayız, devlet her yerde` demeye başladı ve düğmeye bastılar.” dedi.
“PKK mezara gömülecek gibi görünüyor fakat o mezara yalnız da girmek istemiyor, yanında HDP`yi sürüklüyor”
Yapıcıoğlu, “Özellikle Aralık başından itibaren Sur`da, yine Aralık ortalarında Cizre ve Silopi`de yoğunlaşan operasyonlar çok sayıda sivilin can kaybı ile sonuçlandı. PKK bu son hamlesiyle belki kendisine bu vahşetini sergilemesi için açılan alanı kazanım olarak gördü, kendi başarısı olarak gördü. Fakat kurulan oyunu göremedi, tuzağa düştü ve bu son hamlesiyle de intihar etti. Hendek kazmadı aslında kendisine mezar kazdı, resmen intihar etti. O mezara gömülecek gibi de görünüyor. Fakat o mezara yalnız da girmek istemiyor. Yanında HDP`yi de sürüklüyor. Kendisiyle beraber pek çok masum sivilin, asker ve polisin de ölümüne sebebiyet veriyor ve bu tavrını devam ettirirse bu halka zarar vermeye de devam edecek.” ifadelerini kullandı.
“Halk iki ateş arasındadır”
İki ateş arasında kalan halkın çatışmaların en büyük mağduru olduğunu söyleyen Yapıcıoğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Bu çatışmaların en büyük mağduru halktır. Halk iki ateş arasındadır. Çatışmalar şehir içerisinde, sivillerin yaşadığı bölgelerde olduğunda, sivillerin bunlardan etkilenmemesi mümkün değil ve sonuçta etkilendiler. Hem de çok ciddi şekilde etkilendiler. Yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalanların sayısı yüzbinlerle ifade ediliyor. Sokağa çıkma yasağının uygulandığı ilçelerin yaklaşık 4`te biri göç etmek zorunda kaldı ama çatışmaların yoğunlaştığı mahallerde bu oran yüzde seksenin üzerinde. Neredeyse bu bölgelerin tamamı boşatıldı. Mahalleyi terk etmeyenler de belki gidecek herhangi bir yer bulamayan ve çaresi olmayan insanlar. Onlar da yıkık dökük evlerinde her an ölümle burun buruna, nerden geldiği belli olmayan bir kurşuna nerde gömülü olduğu belli olmayan bir bombanın patlamasıyla kurban gidebilecek bir durumdadırlar ve ciddi bir risk altındadırlar. Gidenler de bu kış şatlarında gerçekten tam bir sefalet ve perişanlık içerisindedirler. Allah yardımcıları olsun.”
“Devlet bir an önce yaraları sarmak için seferberlik ruhuyla hareket etmek zorundadır”
İslami Sivil Toplum Kuruluşlarının başlattığı yardım kampanyalarına da değinen Yapıcıoğlu, sergilenen tavrın örnek alınması gerektiğini, ancak yaşanan mağduriyetin karşısında yeterli bir adım olmadığını, asıl adım atması gerekenin devlet olduğunu vurguladı.
Yapıcıoğlu, “Son dönemde İslami Sivil Toplum Kuruluşlarının başlatmış olduğu örnek bir çalışma var. ‘Sur`a, Cizre`ye Ensar olalım` kampanyası. Bir nebze de olsa halkın yaraları sarılıyor fakat bunlar yeterli değil. Sayıları bu kadar çok olan mağdur insanların yaralarını sarmakta yetersiz kalınıyor. Devlet bir an önce çok ciddi tedbirler alarak bu yaraları sarmak için bir seferberlik ruhuyla hareket etmek zorundadır. Birkaç gün önce çocuklar karne aldı. Fakat bu ilçelerde, özellikle çatışmaların yaşandığı mahallerde çocuklar okullara gidemediler, eğitim alamadılar. Öğretmen yok, ders yok, okul yok, okul binaları ateşe verildi veya bombalandı, yıkıldı. Esnaf kepenklerini kapatmak zorunda kaldı. Birçok esnaf iflas bayrağını çekti. Elinde ne var yok hepsini kaybetti. Bu yaraların sarılması zaman alacak fakat el birliğiyle bu yaraların sarılması için seferberlik ruhuyla harekete geçmek gerektiğine inanıyoruz.” diye konuştu.
Olayların bu dereceye gelmesinde devletin de ihmalkârlığının olduğuna dikkat çeken Yapıcıoğlu, “Devlet bu işin hazırlığının yapıldığını eğer görmemiş ise bu durum çok daha vahim. Eğer görmüşse ve buna rağmen müdahale etmemişse bunun ne anlama geldiğini herkes çok iyi biliyor ve bu durum ilkinden de daha beter. Kanaatimce bunlar görülüyor. Buradaki halk bunu görüyorsa, bu kadar istihbarat teşkilatıyla devletin bunu görmemiş olması, fark etmemiş olması mümkün değil. Bu hazırlıklar görüldüğü halde müdahale edilmemiş olması, şartların olgunlaşmasının beklenmesi, bu işin sosyal ve psikolojik alt yapısının hazırlanmasının beklenmesi olayların boyutunun daha da büyümesine neden oldu. Bu devletin en büyük ihmalidir. Olaylar başladıktan sonra da bütün bir mahallede uzun süren sokağa çıkma yasakları ilan etmek suretiyle halkı da mağdur etmesi ayrı bir sıkıntı. Daha farklı yöntemler de olabilirdi. Buralarda yaşanan sivil halkın zarar görmesi istenmiyorsa ağır silahların kullanıldığı ve yüzlerce kiloluk bombaların patladığı mahallelerde sivillerin tahliye edilmesinin bir yolu bulunmalıydı. Pek çok ihmal var. Bu ihmalleri yapan kişilerin üzerine gidilecek mi onu zaman gösterecek ve biz de bu işin takipçisi olacağız.” dedi.
Geçtiğimiz günlerde babası vefat eden Hizbullah hükümlüsü Yahya Mirzaoğlu`nun babasının cenazesine katılmasına cezaevi yönetimi tarafından izin verilmemesini de değerlendiren Yapıcıoğlu, kamuoyunda Ergenekon sanığı ‘Mehmet Haberal Yasası` olarak bilinen 6301 sayılı yasanın keyfi olarak bazı mahkûmlara uygulanmadığına dikkat çekti.
“İslami kimliklerinden dolayı cezaevlerine konulan pek çok mahkûm için bu hak tanınmadı”
Türkiye`nin “Hukuk Devleti” olma gayretinin kâğıt üzerinde kaldığını ancak pratikte bunun tam aksinin yaşandığını belirten Yapıcıoğlu, “Türkiye, kâğıt üzerinde, anayasada bir hukuk devletidir. Fakat aslında pratikte bir kanun devleti olmadığı, bu tür uygulamalar ile net bir şekilde ortaya çıkıyor. Kanunlar yapılırken öyle bir şekilde kaleme alınıyor ki, bu kanunu uygulayacak olan insanlara çok geniş bir takdir yetkisi veriliyor. O kanundan istifade etmek isteyen kişinin yapısı, ait olduğu toplumsal kesim, inanış veya siyasi düşünce çok farklı muamelelere tabi kılınmasına sebebiyet verebiliyor. Yani, bunun anlamı tam bir keyfi uygulama. Yani kanunun uygulanması değil, keyfi uygulamalar söz konusu. Daha önce de benzer uygulamalar olmuştu. Başkaları için belki birkaç defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış veya yüzlerce yıllık cezalara çarptırılmış ve sosyal etki açısından çok da geniş kitlelere etki edebilen kişilerin benzer durumlarla karşılaşması halinde bu kanundan istifade ettirildiler. Hatta yakınları hastayken onları hastanede ziyaret etmelerine, vefatlar halinde onların cenazelerine iştirak etmelerine izin verildi. Fakat dediğiniz gibi İslami kimliklerinden dolayı cezaevlerine konulan pek çok mahkûm için bu hak tanınmadı. Güvenlik gerekçe gösterilerek ‘Güvenliği Sağlayamayız` denilerek bu kişilerin bu kanundan istifade etmelerine müsaade edilmedi. Cenazelere hatta cenazeler gömüldükten sonra taziyelerine iştirak etmelerine izin verilmedi. Dediğim gibi bu, tamamen keyfi bir uygulamadır.” şeklinde konuştu.
“Mısır`da halkın başlattığı ve sonuç aldığı bir devrim gerçekleşmişti”
Son olarak Mısır`da gerçekleştirilen ‘25 Ocak Devrimi` hakkında da değerlendirmede bulunan Yapıcıoğlu, bugünkü zalimlerin, Hüsnü Mübarek`in de kendileri gibi bir askeri darbeyle yönetime el koyduğunu ve eninde sonunda yıkılıp gittiğini unutmamaları gerektiğini söyleyerek sözlerine şöyle devam etti:
“25 Ocak`tan önce oradaki toplumsal kesimler 25 Ocak`ı ‘Öfke Günü` olarak ilan ettiler ve sokaklara döküldüler. Yoğun bir eylemlilik sonucunda Hüsnü Mübarek 17 gün dayanabildi. Gösteriler başladıktan birkaç gün sonra önce hükümeti feshettiler, sonra ilk defa bir cumhurbaşkanı yardımcısı atandı ve nihayetinde 17`nci günde 11 Şubatta Mübarek istifa etmek zorunda kaldı. Gerçekten Mısır`da bir halkın başlattığı ve sonuç aldığı bir devrim gerçekleşmişti. Fakat bu devrimin belki de İslam dünyasını etkileme potansiyeli göz önünde bulundurularak şer güçleri birbirleriyle ittifak ettiler ve bu ittifak sonucunda ilk defa gerçek bir seçimle, halkın kahir ekseriyetinin oyuyla cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Mursi makamından indirildi, cezaevine konuldu. Pek çok Müslüman Kardeşler üyesi ve farklı gruplardan duyarlı insanlar ya katledildi ya da zindanlara atıldı. Batı tüm insanlığın önünde kendi putunu bir kez daha yemişti. Demokrasi ve insan hakları nutukları atan Batılı devletler bu askeri darbeye ‘darbe` bile diyememiş hatta alkış tutmuşlardı. Daha da ileriye giderek yapılan darbenin arkasında durdular ve nihayetinde bugüne gelindi.”
“Zalimler elbet bir gün yıkılıp gidecektir”
Haklılığı herkesçe malum ve meşru bir dava ile ayağa kalkan bir halkın önünde hiç bir gücün durmasının ve muktedir olmasının mümkün olmadığını ifade eden Yapıcıoğlu, sözlerini şöyle bitirdi:
“Fakat şu unutulmamalıdır ki; Haklı bir davada meşru bir yol ve yöntem kullanarak ayağa kalkan bir halkın önünde hiç kimse, hiçbir şey duramaz. Eninde sonunda bu zalimler elbet bir gün yıkılıp gidecektir. Hüsnü Mübarek de kendi iktidarını, kendi saltanatının 30`uncu yılında bu şekilde istifa etmek zorunda kalacağı, cezaevine tıkılacağı konusunda belki aklına bile getirmemişti, fakat oldu. Bu darbeci zalimler de Hüsnü Mübarek`in de kendileri gibi bir zamanlar askeri bir darbeyle yönetime el koyduğunu ve eninde sonunda bir gün yıkılıp gittiğini unutmamalıdırlar. Bu akıbet onları da bekliyor. Zalimler, çok yakında nasıl bir devrilişle devrileceklerini göreceklerdir.”