Ahmet Yılmaz / Araştırma
Tasavvuftan Sosyalizme, Sosyalizmden SURİYE KÜRTLERİ
Fransız İhtilali’nden sonra laik milliyetçi Batı yönetimleri, eski Haçlı tarikatları gibi kendilerini ispat için İslam dünyasını işgal fikriyle meşgul oldu. Bu fikir, 1789’daki Fransız İhtilali’ndan hemen sonra Napolyon’un Mısır seferine yol açtı. 1798’de Mısır’a saldıran Napolyon, Filistin’e doğru ilerlerken Akka Kalesi savunmasına takıldı.
Napolyon’un ilgisi, atalarının Selahaddin tarafından dize getirildiği Suriye sahilleri üzerindeydi. Ancak teknik bakımdan Osmanlı’dan güçlü olmasına rağmen bu ilgisini işgale dönüştüremedi. Müslümanlar, İslam üzerine birbirine sıkı sıkıya bağlıydı. Bu bağın özündeki ümmet şuuru, Fransa’nın emelleri önündeki en büyük engeldi.
ÜMMET IRKÇILIKLA PARÇALANDI
Fransa, o tarihten sonra bütün dikkatini İslam dünyasında ümmet bağını yok etme üzerine yoğunlaştırdı.
Haçlıların İslam dünyasında ilk yerleştikleri ve son ayrıldıkları yer Suriye sahilleriydi. Hıristiyanların bu sahillerle ilgili emelleri hiç bitmedi. Kuruluş amacından sapan Osmanlı devleti de Fransızlara, Haçlıların göz diktiği o güzel topraklarda akıl almaz tavizler verdi. Fransızlar, oralara günden güne yerleşti. İngilizlerle yarıştı, onların önüne geçti. Okullar açtı, işgal için zemin hazırladı.
Fitne bir kere Arap Yarımadasına girince oralardaki her şey ümmet şuurunu zayıflatıp Arap milliyetçiliği yönünde yol aldı. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Hicaz’daki Vehhabi isyanını bastırmasıda ardından kendisinin de Osmanlı’ya karşı isyanı da Arap etnik kökenli duyarlılığı besledi.
Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit (Han), yörede gelişen milliyetçiliği İslam Birliği düşüncesi etrafında denetim altına almak istedi. Çok sayıda Arap Müslümanı, Osmanlı bürokrasisinde görevlendirdi, Hicaz Demiryoluyla Osmanlı’yla yöre arasındaki birliği güçlendirmeye çalıştı ve hizmet adına Şam’da modern okullar açtı.
Ne var ki bu okullardaki bürokrasi, Sultan’ın hedeflerine hizmet etmiyordu. Osmanlı kültürel yapıları ve eğitim kurumları Fransız eğitimli Jön Türklerin denetimindeydi. Dolayısıyla programları nasıl olursa olsun bu okullar İttihat ve Terakki’de görev alabilecek laik tipler yetiştirdi. Bu durum, Şam’daki İslam alimlerinin tepkisini çekti ve Osmanlı’ya ıslah konusundaki umutlarına zarar verdi.
Daha önceki İslam medreselerinde dil Arapça iken modern okullarda Türkçe resmi dil olarak dayatıldı. Arap alimlerin Türkçe okutulsun ama ana eğitim dili Arapça olsun yönündeki istekleri Sultan’ın bürokrasisi tarafından reddedildi. Dayatma tepki doğurdu; laik bir eğitimle yetişen Müslüman Arap gençlerini İttihatçılara yaklaştırdı.
II. Abdülhamit’in devrilmesinden sonra İttihatçılar maskeyi indirdi, laik Türkçü yüzünü belli eti. Bunun üzerine parti içindeki subayları (Arnavutluk ve hatta Kürt örneğinde olduğu gibi) onlardan koptu ve ümmet fikrine öfkeyle karşı çıkarak Fransız tipi bir Arap milliyetçiliğine soyundu.
I. Dünya Savaşı yıllarında Suriye’de dört tip Arap milliyetçisi vardı:
1. Fransız Cizvit Okulu’dan yetişen Corci Zeydan gibi Hıristiyanlardan etkilenenler
2. Mısırlı Rafi El Tahtavi gibi düşünürlerin vatan sevgisi fikirlerinden etkilenenler (Bunların en önemli özelliği Mısır vatanı, Filistin vatanı, Suriye vatanı gibi bölgesel vatanseverlikler geliştirmeleri, böylece Arabistan’ın birleşik bir devlet olmasını engellemek isteyen İngiliz oyunlarına hizmet etmeleriydi.)
3. Muhammed Abduh’un, Jön Türk saldırılarına karşı Arapların İslam içindeki yerini vurgulayan yazılarını Arap milliyetçiliğine çekenler (Arap-İslam sentezcileri)
4. İttihatçıların içinde yer alıp onların Türkçülüğünden rahatsız olan Arap subaylar
Bu yoğun milliyetçi dalgaya rağmen Suriye halkı Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nı coşkuyla destekledi, her zafer için mevlitler okudu. Mustafa Kemal de onlarla haberleşti ve onlara “Her şey İslam ümmeti için” dedi, onlardan yardım aldı.
1923’ten sonra Mustafa Kemal’in laik bir ulus devleti kurması, Araplar arasında ümmet fikriyatına en ağır darbeyi vurdu. Ciddi bir İslamî fikriyattan yoksun gençler, tam anlamıyla milliyetçiliğe mahkum oldu.
Artık Suriye’deki İslamî-gayri İslamî, Hıristyan-Dürzî, Alevi bütün unsurlar, şu veya bu şekilde milliyetçi duygularla ilgiliydiler. Suriye’yi bir Arap ülkesi olarak görüyor ve başka bir kültüre tahammül etmekte güçlük çekiyordu.
FRANSIZLAR, KÜRTLERİ TOPRAĞA DİRİ DİRİ GÖMDÜ
İngilizler, 1918’de Şam’a girdiler. Ancak Fransızların Suriye’yle ilgili Haçlı hayalleri devam ediyordu. İngiltere, iki yıl içinde Şam’da Sünni Araplar ve Şam Kürtleri üzerine kurulu bir “Arap müstemlekesi” dizayn edip bu müstemlekeyi 1920’de Fransızlara devretti.
Fransızlar, yönetimi devr alıralmaz Suriye’nin ümmet şuuru ve ümmete boyun eğen gayrimüslim azınlık üzerine kurulu nizamının genleriyle oynadı. Önce Osmanlı’nın en sadık müttefiki oldukları gerekçesiyle Kürtleri dışladı, sadece Sünni Arap eşrafı dikkate aldı. Kürtlere hiçbir hak tanımadı, gerekçe olarak “Araplar tepki gösterir” dedi. Fitnenin tohumunu ekti. Kürtleri buna inandırdı ve Araplarla Kürtler arasındaki ümmet bağını koparma noktasına getirdi. Aynı dönemde başta ordu olmak üzere devletin her kademesine Hıristiyan ve Dürzileri aldı, ardından Şam Kürtlerini de devletin üst yönetimine kabul etti.
Yeni yönetimde Hıristiyanlar, Dürziler ve Şam Kürtleri ağırlık kazanırken Sünni Araplar dışlandı. Fransa, Kürtlere hem hiçbir “kanuni” hak tanımadı, öyle ki ilkokul bile açmalarına izin vermedi hem de Şam Kürtlerinden devlet idaresinde yararlandı, daha doğrusu onları Hıristiyan, Dürzi ve Alevilerle bir arada tutarak onlar üzerinden Sünni Araplara karşı mücadele etti. Bu olay, milliyetçilikten dolayı zaten gergin olan Arap-Kürt ilişkilerine daha da zarar verdi.
Bu arada Efrin yöresi (Halep civarı) Kürtleri, Şam Kürtlerinin Fransa ile işbirliğinden rahatsız oldu ve İslamî hassasiyetlerle Fransa’ya karşı Sünni Arapların yanında yer aldı. Fransa, pek çoğu ta Zengi-Eyyübî günlerinden savaşçı olan ve Hac yollarının korunmasında tarih boyunca görev alan dindar Kürtler karşısında aciz kaldıkça gaddarca tedbirler aldı. (Kaynağım beni yanıltmıyorsa) kimi Kürt köylerinden yakaladığı savaşçıları, karakolların bahçelerine diri diri ekti, toprağın onların vücudundaki nemi ağır ağır alıp bedenlerini kurutmasını bekledi, bu görülmemiş işkence yöntemiyle can verme noktasına gelen Kürtlerin kafalarını kesti, vücutlarını toprakta bıraktı. Ailelerini çağırıp cenaze diye sadece kafalarını verdi. İddiaya göre Efrin yöresinden sadece bir keresinde ihtiyar bir Kürt kadını, 24 kafayı teslim alıp atlara yükleyerek tek başına köyüne döndü. 1
FRANSA KÜRTLERİN İMANIYLA UĞRAŞTI
Fransa’ya göre suçun(!) kaynağı Kürtlerin dindarlığıydı. Bu düşünceyle, Haçlı döneminde kendilerinden çok çektiği Kürtlerden adeta intikam aldı ve onları Selahaddin-i Eyyübî’nin askeri yapan hangi özellikler varsa o özelliklerden soyutlamak için Şam’ı merkez haline getirdi. 2
II. Dünya Savaşı biterken Fransa; Amerika ve İngiltere’nin de zorlamasıyla Suriye’yi terk etti ancak arkasında “Tek tip laik- ulusçu bir Arap devleti kurmaya kilitlenmiş Arap subayları” ile hiçbir “Kanuni hakkın tanınmadığı, bütün kültürel özgürlükleri yöneticilerin iki dudağı arasına bırakılmış Kürtler” bıraktı. Artık fitne kazanı hazırdı. Tek tip laik-ulusçu bir Arap devleti kurmaya çalışan subaylar, Kürtlerin kanuna dayanmayan özgürlüklerini daha da kısıtlayacak, Kürtler de buna direnecekti. Böylece kendiliğinden bir çatışma ortamı doğacaktı.
Fransa’dan sonra Sünni Araplar ve çoğu Kürtçeyi unutmuş Şam Kürtlerinden İsmet İnönü tipi subaylar, Fransa güdümündeki bir bağımsızlığa talip iki kesim olarak yönetimi devraldı. Bu iki kesimin aristokrasisi Fransa ile ilişkileri iyi tutmaya çalıştı ve israil’in kuruluşuna sinsice razı oldu. Arap milliyetçileri, Fransa’yla ilişkilerin iyi tutulmasından Şam Kürdü kökenli subayları sorumlu tuttu ve onları diskalifiye yoluna gitti.
ULUSAL SOSYALİSTLER KÜRTLERİ İNSAN SAYMADI
1958’de Mısır’da İhvan-ı Müslimin’e karşı katliamlar gerçekleştiren Cemal Abdünnasır Arap subayların desteğiyle Mısır ve Suriye’yi birleşik devlet haline getirdi ve Birleşik Arap Cumhuriyetini kurdu.
Sosyalist ulusalcı Birleşik Arap Cumhuriyeti, Kürtleri Suriye’nin birliği için tehdit unsuru saydı ve dergi-gazete çıkarmak gibi hakları bile Kürtlerin elinden aldı, Türkiye’de “şapka” örneğinde olduğu gibi Suriye’de erkekler için “e’gal” zorunlu oldu. Kürtçe müzik ve yayın yasaklandı.
13 Kasım 1960’ta Nusaybin-Kızıltepe arasındaki Amuda kasabasında 280’i Kürt, 300 çocuk sinemada yangın çıkartılarak diri diri yakıldı, olayla ilgili Şamaran Arapları suçlandı.
Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin 1961’de dağılmasından sonra da milliyetçi dalga Kürtlere karşı aşağıdaki gibi sert esmeye devam etti:
1. 1961’de Kürt yoğunluklu Haseke iline özel, bir nüfus sayımı yapıldı, halkın kimlikleri toplandı. Sayımın resmi amacı “Suriye’ye yasadışı yollarla, özellikle Türkiye’den, ‘sızmış’ yabancıları tespit etmekti.” 1945’ten önce Suriye’de olduğunu ispat etmeyen herkesin vatandaşlığı iptal edildi ve bunlar “ecnebi” diye nüfusa geçirildi. Kürtlerin önemli bir kısmı devlet kayıtlarına alışık değildi. Ayrıca ulus devlet sürecinde askerden kaçma, okula öğrenci vermeme gibi nedenlerle nüfus kaydını yaptırmamıştı. Dahası rejim, eski Genelkurmay başkanı Tevfik Nizamettin dahil devlet kadrolarından tasfiye etmek istediği Kürtlerin de kütüklerini silmişti. Neticede 120-150 bin Kürdün vatandaşlığı iptal edildi, kimliği elinden alındı.
Bugün nüfusları 300-500 bin arasında değişen bu “ecnebi (yabancı)” Kürtler, ikametgah belgesiyle Suriye’de yaşar:
- Suriye dışına çıkamaz.
- Suriye içi seyahatleri izne bağlıdır.
- Çocukları okula alınsa da onlara diploma verilmez.
- Resmi kurumlarda çalışamaz.
- Suriyeli bir kadınla evlenen Suriye vatandaşı olur. Oysa ecnebi bir Kürt, bir Suriye vatandaşı ile evlense evliliği geçersiz sayılır.
- Suriye kanunlarına göre Suriye’de doğan her çocuk Suriye vatandaşı olur. Oysa ecnebi Kürtlerin çocukları Suriye’de doğsa “mektum” sınıfında kimliksiz olarak yaşar. Babasından da daha geri durumda olur.
2. Yine 1961’de Türkiye sınırında “Arap Kuşağı” oluşturma projesi ilan edildi. Sere Kaniye (Ceylanpınar)’den Irak sınırına kadar 10 km mesafedeki tüm Kürtlerin yöreden çıkarılması, Kerkük örneğinde olduğu gibi yerlerine Arapların yerleştirilmesi kararı alındı. Amaç, Suriye Kürtlerini Türkiye ve Irak Kürtlerinden koparmaktı. 3
3. 1963’te Baas Partisi’nin iktidara gelmesinden sonra partinin Cezire (Haseke) yöresi polis şefi Teğmen Muhammed Talib Hilal “Ulusal, Toplumsal ve Siyasi Yönleriyle Cezire İli Çalışması’ adıyla bir rapor hazırladı. Hilal, rejime Kürtlerle ilgili on iki madde sundu. “Türkiye Kürtleri geri gönderilsin, diğer Kürtler başka yörelere sürülsün, Kürt çocukları hiçbir eğitim kurumuna alınmasın, Kürt din alimleri başka bölgelere gönderilsin, yerlerine Arap alimler atansın, Kürtlerin oy hakkı elinden alınsın” gibi Türkiye’de İsmet İnönü’nün raporlarını hatırlatan önerilerde bulundu.
Notlar:
1- Meseleyi daha önce Suriye Kürtlerinden dinlemiştim. Bu olayla ilgili ayrıntıları ise bir televizyon programında mağdurların torunlarından dinledim. Anlatıcı, bu konuda Avrupa’da basılan bir kitabım var, diyordu. Ne yazık ki ne adamın adını ne de kitabını hatırlıyorum. (Çocukluğumuzda yaşlılar bu olayı şöyle anlatırlardı: Fransız paşası, Kürtlere geldi, onları din ve namuslarında imtihan için, diğer milletlerden dilediğim kızı aldım, siz de bana bir kız verin, dedi. Kürt beyleri onu askerleriyle birlikte hemen orada öldürdü. Fransa, gazaba geldi, o beyleri ve çocukları toprağa ekti, diğer Kürtlere de hiç hak vermedi.)
2- Bir sonraki sayımızda Fransa’nın Kürtlerle ilgili kirli çalışmalarını anlatacağız.
3- Karar, 1973’te Hafız Esed tarafından uygulamaya kondu. Ancak hiçbir zaman başarıya ulaşmadı.
Kaynaklar:
Ali Bilgenoğlu, Osmanlı Devleti’nde Arap Milliyetçi Cemiyetleri(Kitap)
Arabs and Young Turks,
Hasan Kayalı (Kitap)
Modern History of Arab Contries, Viladimir Borisevich (Kitap)
Harriet Montgomery, Suriye Kürtleri-İnkar Edilen Halk (Kitap);
Suriye Kürtleri: Siyasi Etkisizlik ve Suriye Devleti’nin Politikaları (Makale), Abdi Noyan Özkaya
Nelida Fuccaro, Sömürge Yönetimi Altındaki Suriye’de Kürtler ve Kürt Milliyetçiliği (Makale)