DİYARBAKIR-Türkiye`de başörtüsü sorunu Müslüman başörtülü bayanların kurdukları hayal dünyasına, geleceğe ilişkin parlak yarınların hedeflerine set çekerek; ülkede mahrum insanlar kategorisine dahil edilmekte. İnançları gereği başörtüsüyle eğitim hayatlarını sürdürmelerine, kamu görevlerinde bulunmalarına Türkiye Cumhuriyeti Devleti olanak tanımıyor. Yapılan anketlere göre Türkiye vatandaşları, bu büyük ayıbın biran önce ortadan kaldırılmasını talep etmekte.
Bir konferans için Diyarbakır`a gelen Araştırmacı Yazar Ahmet Taşgetiren`le başörtüsü sorununa ilişkin söyleşi gerçekleştirdik. Taşgetiren, başörtüsü sorununun ortadan kaldırılması için sivil toplumun gücüne dikkat çekerek, yapılacak yeni anayasada bu sorunun kaldırılması ilişkin taleplerimizi haykırmamız gerektiğini belirtti.
 
Başörtüsü sorunu, ülkemizde baş gösteren malum sorun hocam. Üniversitede bu sorun genel manada çözüldü fakat ilköğretimde, orta öğretimde, kamu kuruluşlarında bu sorun devam etmekte. Devam eden başörtü sorununun kaynağına değinir misiniz bizlere?
 
BAŞÖRTÜ SORUNU, BÜYÜK MAĞDURİYETLERE YOL AÇTI
Tabi başörtüsü sorunu Türkiye`nin en sancılı sorunlarından birisi, büyük mağduriyetlere yol açtı. Bugüne kadar gerek üniversitelerde, gerekse kamu görevinde başörtülü olarak bulunmak ciddi kıyımlara sebep oldu, mağduriyetlere sebep oldu. Ancak bir iki yıldır fiili anlamda bir rahatlama meydana geldi. Özellikle üniversitelerde olmak üzere fiili anlamda henüz yasal prosedür anlamında bir çözüm ortaya konmuş değil. Bir de kamu görevinde bir çözüme ulaşılmış değil. Yani orda fiili anlamda da belki çok sınırlı yerlerde, o da kamuoyu medya organlarının gözüne rastlamazsa, objektifine rastlamazsa istihdam söz konusu olabiliyor. Ama bunun çözülmesi lazım.
 
TÜRKİYE`DE KADIN NÜFUSUNUN YÜZDE 60`I BAŞÖRTÜLÜ
Türkiye`de başörtüsü kadınlarımızın tercih ettiği bir giyim tarzıdır. Ve yüzde 60 oranında Türkiye`de kadın nüfusunun başlarını bir şekilde örttüğü biliniyor. Ayrıca toplum olarak da yapılan kamuoyu yoklamalarında yüzde 70-80 oranında hem eğitim alanında, hem kamu görevlerinde kadınlarımızın diledikleri kıyafetle, özellikle başörtüsüyle çalışabilmeleri istiyor toplumumuz. Bu toplum talebine de uymak ve ülkeyi rahatlatmak lazım. Bu noktada öyle zannediyorum ki siyasi iktidar henüz bütün alanlarda başörtüsünü serbestleştirme iradesini gösterecek konumda görmüyor kendisini. O yüzden mesela seçimlerde başörtülü aday gösterilemedi. Yani hiçbir parti başörtülü aday göstermedi, ya da aday gösterilenlerin meclise girerken başlarını açacakları ifade edildi. Belki mahalli yönetimlerde belediye meclislerinde falan kısmi temsiller olabiliyor.
Hâlbuki Türkiye`de kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi ta cumhuriyetin başlangıç yıllarına uzanıyor.
Cumhuriyetin başlangıç yıllarında verdiğimiz bir hakkı, bugün seçilme hakkını başörtülü kadınlardan esirgiyoruz. Bu da çok ciddi bir çelişkidir. Türkiye`nin bu çelişkilerden kurtulması lazım. Toplum olarak rahatlamamız lazım. Cumhurbaşkanı eşinin veya başbakan eşinin başörtülü olmasının problem olduğu günlerden geliyoruz. Bir ölçüde rahatladık ama; hala gerçek boyutlarıyla rahatladığımız söylenemez. Bunlar çok kolay aşılması gereken problemler aslında.
 
Peki, hükümetin başörtüsü sorununu çözüm yeterliliği için hangi aşamaya ulaşması lazım? Çözüme ilişkin hükümetin ne gibi eksiklileri mevcut, soruna somut bir adım atamamasında?
 
Şimdi bizim durduğumuz yerden yani, sivil insanların durduğu yerden görünen bir eksiklik olmaması gerekiyor, o kanaatteyiz. Sorunuz da bir anlamda öyle bir değerlendirme içeriyor. Sokaktaki insanlar niye yapamıyoruz, bunu diyor. Muhtemel ki iktidarda bulunan kadrolar reel politika açısından bunu şu anda atılabilecek bir adım olarak görmüyorlar.
Geçenlerde Dengir Mir Fırat`ın bir açıklaması oldu taraf gazetesinden Neşe Düzel`e. Orda dedi ki, AKP yeni yeni iktidar oluyor. Bakın aradan on yıl geçti, yeni yeni iktidar oluyor, denildi. Demek ki tam iktidar olamadınız. Olamadığınız sadece başörtüsü alanında değil. Türkiye böyle yer. Onun için zaten buna normalleşme süreci diyoruz. Fiilen sadece var bazı kolaylıklar.
 
ON MİLYON İNSAN HARCANSA DA BİR MAHSURU YOK. YETER Kİ, DEVRİM KURTULSUN
Diyelim ki bir YÖK başkanı geldi, katsayıyı bir ay oldu mu bilmiyorum, katsayının kaldırılması, ne zaman başladı katsayı; 1998 yılında başladı bu sorun. Bunun Türkiye`ye açık bir haksızlık olduğu, ülkenin bir kısım gencinin önüne kesmek anlamına geldiğini bilmeyen olabilir mi ama öyle dönemler yaşadık ki on milyon insan harcansa da bir mahsuru yok. Yeter ki, devrim kurtulsun diye bir mantıkla gidildi. Bunların tedavi edilmesi kolay olmuyor. Benim gözlemlediğim bu.
 
İktidar adına bir mazeret ileri sürecek değilim. Tayyip Erdoğan böyle bir şeyin olmasını istemez mi diye sorduğum da, ya da Bülent Arınç ya da Abdullah Gül bunlar adını verdiğim insanlar, eşlerinin başörtüsü sebebiyle sorun yaşamış insanlar. Tayyip Erdoğan dediğimiz insan başbakan ama; cumhurbaşkanın uluslar arası resepsiyonlarına katılamayan insanlar. Abdullah Gül, eşi başörtülü olduğu için cumhurbaşkanlığına karşı çıkılan bir insan. Ben bakıyorum ki bunlar bu acıyı ta ailelerinde yaşadılar. Şimdi, çözmek isterler ama; demek ki durumu uygun görmüyorlar gibi bakıyorum.
 
Yeni anayasanın oluşumunda hükümet bu yolda ne tür adımlar atabilir?

ÇÖZÜM İÇİN SİVİL TOPLUM SON DERECE BELİRLEYİCİDİR
Yeni anayasayı meclis yapıyor. Mecliste bir uzlaşma komisyonu kuruldu. Meclis başkanının bir açıklaması var bilmem şu kadar bin sivil toplum kuruluşuna anayasayla ilgili görüşlerinizi bildirin, diye yazı yazdık. Büyük bir kısmından gelmedi, açıklamasını yapıyor. Sivil toplumun devreye girmesi lazım. Tek tek her birimizin de devreye girmesi lazım. Taleplerimizi bu komisyona iletmemiz lazım. Bunun için sivil toplum son derece belirleyicidir. O noktada gayret göstermiyorsak sorumluluk bize aittir. Daha faal olmak gerekiyor. Yeni anayasa da şu olmazsa olmaz, gibi gitmek lazım. Şu asla olmasın, gibi gitmek lazım. Bu boyutta ağırlığı koymak lazım.
 
Medya da takip ettiğimiz üzere çözüme ilişkin bu misyonu üstlenen özellikle sivil toplum kuruluşları; medyada ve maalesef bazı siyasetçiler tarafından provokatörlükle itham edildi. Bu tür çalışmaların seyri için sivil toplum kuruluşlarına ne tür mesajlar vermek istersiniz?
 
KİMSENİN KİMSEYİ PROVOKATÖR DİYE TANIMLAMA HAKKI YOK
Kimsenin kimseyi provokatör diye tanımlama hakkı yok. Her sivil toplum kuruluşu aynı ölçüde hakkı vardır, Türkiye üzerine söz söylemede. Her vatandaşın da aynı ölçüde hakkı vardır. Yani falancanın oyu bir milyon sayılıyor, falancanın ki bir tane bile sayılmıyor, böyle bir mantık olmaz demokrasilerde. O tarz değerlendirmeler kendinize güveni ortadan kaldırmamalı. O noktada bizi kuşkuya düşürmemeli.
 
Makul yollarla düşüncelerimizi, taleplerimizi dile getirmeliyiz. Ha bu bir kısmı belki girmeyebilecektir. Bir tek ben onun savunucusu çıkacam belki, bir tek siz çıkacaksınız. Türkiye de 74 milyon insan var. Anayasalar bu 74 milyonun önemli bir kısmının herhalde ittifakıyla gerçekleşmiş olacak. Yani demokratik süreç böyle işliyor.
 
Sayın hocam, ilköğretimde, ortaöğretimde, kamu görevinde çalışan, bu direnişi sergileyen kardeşlerimize destek mahiyetinde ne söylemek istersiniz son olarak?
 
BAŞÖRTÜ, KENDİ HAYAT TARZIMIZI SAVUNMA MÜCADELESİDİR
Başörtü, kendi hayat tarzımızı savunma mücadelesidir. Türkiye`de çok farklı toplum kesimleri, hayat tarzına müdahale edileceği için isyan ediyor. İktidar şöyle bir tema işleniyor, Türkiye muhafazakârlaşıyor mu? Hayat tarzımıza müdahale ediliyor. Sivil vesayet var, falan gibi.
 
İSLAM`IN ÖN GÖRDÜĞÜ ÇERÇEVEDE BİR HAYAT TARZI OLUŞTURMAMIZ GEREK
Ben dindar bir insanım da, Müslümanım da bir hayat tarzı kaygısı olması gerektiğini, onu koruma noktasında bir çabasının gayretinin olması gerektiğini düşünüyorum. Bu hayat tarzımızın bir başkasının hayatının müdahale anlamı taşımadığı, bir başkasının özgürlük alanının müdahale anlamı taşımadığı; ama bizim de İslam`ın ön gördüğü çerçevede bir hayat tarzı oluşturma hakkımızın yani bir hürriyetler rejiminde, anayasada, demokraside olması gerektiğini bunların hepsi güçlü tezlerdir. Bu anlamda savunmamız lazım.
 
YUVARLANIP GİDİYORUZ HERKES BİZE BİR RENK KATIYOR
Bazen ben, bizim bir hayat tarzı hassasiyetini kaybettiğimiz gibi bir endişem oluyor. Yuvarlanıp gidiyoruz. Herkes bize bir renk katıyor. Ve bizim böyle bir iç direncimiz olmuyor. Ben böyle bir hayat tarzını kabul edemem gibi bir iç direnç, böyle bir hassasiyetin kazanılması lazım.
 
Ayetullah Turgut-İLKHA