Şii lider Ayetullah Nemr`in Suudi Arabistan`da idam edilmesinin ardından bölgedeki Tahran - Riyad krizi büyürken, yakılan fitne ateşinin daha büyük tahribatlara sebep olacağından endişe ediliyor.
Batılı şer güçlerin uluslararası laboratuvar olarak gördükleri Suriye ve Irak`ta devam ettirilen savaşta, yaptıkları çok yönlü tahlilleri pozitif sonuç verdi. Ve Şii-Sünni çatışması, Suudi-İran arası gerilimle çok daha kötü bir safhaya evrilmiş durumda. Haçlı-siyonist zihniyetin İslâm beldelerine yaptığı işgal stratejisini bile uğruna değiştirdiği, Müslümanların birbirlerini boğazlamaları planı maalesef tıkır tıkır işliyor.
Aynı inancın mensupları olarak yüzyıllardır birlikte yaşama erdemliliğini sürdürebilmiş insanlar, kavimler ve devletler olarak, bugün geldiğimiz nokta itibariyle zenginlikleri sömürülen ve asıl düşmanın görmezden gelinerek, namlunun birbirlerine doğrultulması kabul edilebilir bir durum değildir.
Hayatını inancının isteklerine uyarlamaktansa inancını hayatının nefsi isteklerine uyarlayarak hafsala tutulması yaşayan ve mezhebi inancını ana amacı İslâm`ın önüne bilinçsizce geçiren tüm kesimlerin aklını başına alması gerekiyor.
İslâm`da Kur`an ve Sünnet esaslı orta yolu takip etmeleri gereken Müslümanların; Vahhabilik, Şiicilik gibi yorumları din diye kabul ederek yakacakları fitne ateşi sadece kendileriyle kalmayacak, Allah muhafaza tüm İslâm beldelerine sıçrayacaktır.
İslâm ülkeleri arasında olmaması gereken ancak olması durumunda ise sorunların müzâkereyle ve de Müslüman liderlerin araya girerek meselelerin halledilmesi esastır.
Ancak Şii Sünni gerginliğine baktığımızda zaten asıl sorunun kaynağı Müslümanların baş düşmanı Amerika ve siyonistler olmak üzere batılı şer güçlerken, Amerika`nın büyük abi rolünde sözde itidal çağrısı yapması; görmek, duymak istemediğimiz bir durumdur. Çünkü gerçekçi değildir ve bunun ispatını ‘Suriye laboratuvarında` görüyoruz.
Suriye`de devam eden savaşı daha nasıl uzatabilirim diye hesaplar yapan Amerikan önderliğindeki batı, sahada bazen muhaliflere destek vererek bazen verdiği desteği çekerek ama Esad rejiminin kalması gerektiği stratejisini izliyor. Şer güç Amerika, bu tutumuyla adeta İslâm dünyasıyla dalga geçerek İslâm ülkeleri arasındaki sorunlara büyük abi rolünde yaklaşması ve bu yaklaşımın kabul görerek çözüm aranması İslâm âlemi açısından da büyük bir zillettir.
İslâm ülkeleri olarak kendi kendimizi geçindirebilecek yeraltı ve yerüstü ekonomik zenginliğe sahip olmamıza rağmen hâlâ batıya muhtaç, özgüveni olmayan, sürekli savunma psikolojisiyle aslında hep gerileyen tavrımızdır haçlı-siyonist cepheyi gözümüzde büyüten… Diğer yandan Müslüman ülkelerin batıdan neredeyse artık yıllık aldığı yüz milyarlarca dolarlık ve kullanamadığı silahların parasıdır batıyı ihya eden. İlişkilerini salt Sünni veya salt Şii âlemle sağlam tutmaya çalışan kimi ülkelerin sorunlarını iki milyarlık ümmetle çözmek yerine batıyla barışarak çözme peşinde olma çabasıdır bizi zayıflatan…
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez`in de İran`da vahdet konferansında ifade ettiği şu sözler çok değerlidir: “Hiçbir strateji, Müslüman kanının dökülmesinden daha önemli değil”dir! Bu mesaj sadece İran ve Suudi için de değil elbette. Yeryüzünde yaşayan tüm Müslümanlar ve İslâm beldeleri liderleri için geçerlidir.
Aksi durumda kanayan yara Suriye`de şu ana kadar batının direk müdahil olmayıp da körüklediği 400 bin insanın canına mal olan iç savaş, Sünni-Şii çatışmasına dönüşürse Allah muhafaza milyonların hayatını karartabilir.
Bu vebalin altından da kimse kalkamaz.
Bundan dolayıdır ki Şii`si ve Sünni`siyle Ümmet-î Muhammed olarak geldiğimiz nokta itibariyle arkamıza dönüp katettiğimiz yolun eğri mi doğru mu sürdürüldüğünü kontrol etmemiz lazım. Ki önümüze baktığımızda oluşan sorunların çözümü mezhepler baz alınarak değil üst kimlik İslâm`la çözülebilsin. Bu konuda en önemli görev âlimlerimize ve Müslüman liderlere düşüyor.